Ricky Gervais’in sunduğu 73. Golden Globe ödüllerinde, Martian filminin “En İyi Komedi Filmi”
dalında aday olması herkesi sinirlendirmiş, ünlü sunucuya da bol bol malzeme
vermişti. “Şimdi sahneye, kahkahayla güldüren Martian filminin oyuncusu Matt
Damon’u davet ediyoruz” dediği anda gülmeye başlayan Ricky Gervais’in gece
boyunca filme takılmasını, ödül törenini izleyenler hatırlayacaktır. Tabii ki,
filmin komedi kategorisinde yarışması tamamen stratejik bir karar ve aslında, stüdyoların
bu gibi ödül törenlerini manipüle etmelerine de iyi bir örnek.
Türkiye’de 2015’in sonlarında gösterime giren filmin konusu
malum; Mars’a gönderilen ekip, hava muhalefeti nedeniyle telef olur ve apar
topar oradan uzaklaşırken, geride hâlâ hayatta olan bir ekip arkadaşlarını bırakırlar.
Matt Damon’un canlandırdığı botanist karakter Mark Watney, Mars’ta bir başına, elindeki
imkanlarla kendine tarım alanı yaratıp, patates yetiştirerek hayatta kalmaya
çalışır. Ne var ki, işler pek de planlandığı gibi gitmez ve yine bir fırtına sırasında
küçük bahçesi yok olur. NASA’nın kendisine gönderdiği araca yetişebilmek için
yola koyulan Mark’ın hikayesini anlatan filmin yönetmeni, Ridley Scott. En İyi
Film dahil olmak üzere, toplam dokuz dalda Oscar’a aday gösterilen Martian’ın
yazarı Drew Goddard, Los Angeles’da katıldığı özel gösterimde seyircilerin
sorularını yanıtladı.
Beş yaşında karar vermiş yazar olmaya..
Yıllarca “Buffy the Vampire Slayer”, üstüne bittabi “Angel”,
üstüne “Lost” gibi dizilerin yazarlığını yapan Goddard, aynı zamanda ilk yönetmenlik
denemesi olan ünlü korku filmi “Cabin in the Woods” ile başladığı film
senaristliği kariyerini, Brad Pitt’in rol aldığı “World War Z” ve akabinde
“Martian” ile devam ettirmiş. İtiraf edeyim, ben de ilk gençlik yıllarımda,
bütün basitliğine, saçmalığına rağmen utana utana Buffy ve Angel izledim. Arada
böyle diziler de lazım diyor, konuyu Drew Goddard’a çeviriyorum.
Yazarlık hikayesinin
nasıl başladığı sorulduğunda, “Star Wars-Empire Strikes Back” filmini beş
yaşında izledikten sonra, devamını
kendisi yazmaya karar vermiş ve yazarlık fikri küçük yaşta aklına girmiş. “O
dönemde böyle konuları konuşabileceğiniz bir ortam yoktu. Yeni film için üç yıl
beklemeniz gerekirdi. Biz de üç beş arkadaş toplanıp, sürekli filmin sonunu
çözmeye çalışırdık.” diyor.
Los Angeles’da
tutunmak çok zor olduğundan, buraya ilk taşındığında çok naïf olduğunu ve
sektöre dair hiçbir şey bilmediğini söyleyen Goddard, üniversite yıllarında bir
CBS filminde asistanlık yaptığını ve Los Angeles’a geldiğinde de onlar
sayesinde hemen iş bulduğunu anlatıyor. Hiç fena bir hikaye değil! David
Kelly’nin “Ally Mcbeal” dizisini yaptığı dönemlerde stüdyoda bulunmasının
kendisine çok şey kattığını söyleyen Goddard, beş sene kadar setlerde asistanlık
yaptıktan sonra, bir şekilde senaryolarının elden ele dolaşmasıyla, “Buffy”nin
yazar kadrosuna dahil olmuş ve bundan sonra da sırtı bir daha yere
gelmemiş.
Senaryo yazarken, hikayenin birçok aşamadan geçtiğini ve
aslında senaryonun yazılma amacının, bu aşamaları etkileyen en önemli faktör
olduğunu söyleyen Goddard, kendisinin başta “bunu kesinlikle filme dönüştürmem
gerek” diyerek yazmaya koyulduğunu ama ilk taslaktan sonra hiç umudu yoksa,
yazmayı tamamen bıraktığını söylüyor. Her senaryoda aynı sistemi uyguladığını
söyleyen Goddard, film şirketi sonradan hikayeyi elden geçirmesi için para
teklif ettiğinde bile, zamanını harcamak istemediği gerekçesiyle parayı reddettiğini
söylüyor. Martian filminin
senaryosunu da ilk haliyle yapımcılara sunan yazar, filmin prodüksiyonuna yeşil
ışık yakılmadan, dokuz-on taslak yazarak vaktini harcamak istemediğinin altını
çiziyor.
Hollywood’da çok yaygın bir yöntem olan “eşin dostun
senaryosuna yorum/not yazma” sisteminin hiç işine gelmediğini ve kendisinden
bunu isteyen yazarların da aslında gerçekleri duymak istemediğini söyleyen
Goddard, stüdyolara senaryo teslim ettiğinde, eline 12 sayfa not tutuşturulduğu
zaman, dublaj Türkçesiyle, “Sizi lanet olasıcalar!” diye bağırarak ordan
uzaklaştığını söylüyor. Yorum yerine yapıcı fikirlerin daha değerli olduğunu
söyleyen Goddard’a, film sektöründe çalışan ve günde en az iki senaryo okuyan
biri olarak, tüm kalbimle katıldığımı belirtmek isterim.
“Martian” filmini, Andy Weir’in aynı isimli romanından
uyarlayan Goddard, eser henüz ‘e-kitap’ formatında internette dolanırken projeye
dahil olmuş. Okumaya başladığında, kitabı günlerce elinden bırakamadığını
söyleyen senarist, yapımcıların kendisine filmi yazıp yönetmesi için teklif
getirdiğini ama filmin çekimleri masraflı olacağı için hiç ümidinin olmadığını
anlatıyor. Yine de, kitaba bayıldığı için senaryoyu yazmaya karar veren yazar,
Fox’la yaptığı görüşmede aldığı olumlu yanıttan sonra senaryonun ilk taslağını
stüdyoya sunar ve olaylar gelişir…
Romanı senaryoya çevirirken, hikayeyi elinden geldiğince
mizahi yazmaya çalıştığını ama bunun yanında bilimsel gerçekleri de olabildiğince
eklemeye çalıştığını söyleyen Goddard, karakterinin, planlarını açıklarken
yaptığı bilimsel hesapların anlaşılabilir olduğunu umuyor. Aslında her şeyi anlamasak
da anlamış sayılıyoruz çünkü hiçbirimizin filmi izlerken durup araştırma
yapmaya vakti yok. Sen bizi eğlendir, yeter Goddard!
Filmi yönetmesi planlanırken, koltuğu Ridley Scott’a
kaptıran Goddard, durumdan son derece memnun.
“Aynı anda üç farklı proje stüdyodan ‘yeşil ışık’ aldı ve
bunlardan birini yönetmem gerekiyordu. Matt Damon’un programı, benimkine
uymadığından, Fox’la oturduk ve yönetmen düşünmeye başladık. Ridley Scott bir
anda projeye dahil oldu ve sorun çözüldü.”
Bütün senaryolarını elde yazmayı tercih eden Goddard, ofiste
bilgisayar başında çalıştığında, ciddi bir iş yapıyormuş hissine kapıldığından,
kafelerde, restoranlarda yazmayı tercih ettiğini söylüyor ve ekliyor: “Martian filminin tamamını, North
Hollywood’daki Aroma Café’de yazdım.” Demek oraya biraz daha fazla gitsem,
Drew’u bir köşede karalama yaparken bulabilirmişim! Kağıt kalem kullandığında,
kaç sayfa yazdığının farkına bile varmadığını belirten Goddard, ilk oturuşta
genelde diyalogları yazdığını, açıklama kısımlarını yazmayı hiç sevmediğinden,
onları bilgisayara bıraktığını söylüyor. Her sabah yazdığı sahneleri, öğleden
sonra bilgisayara geçiren yazar, bunu yapmadığı takdirde kağıtları sağa sola
fırlattığını ve ne yazdığını unuttuğunu anlatıyor. “Fikirleri bilgisayara
aktarırken, bir yandan da düzeltme yapmış oluyorum. Bu da birkaç taslaklık işe denk geliyor."
Yazarlara not: Harika yöntem!
Yazı devam ediyor...