CBS Stüdyolarının
Madam Secretary dizisinin yıldızı Téa
Leoni’nin katılımıyla 15 Aralık’ta gerçekleştirdiği telekonferansa Türkiye’den
sadece RaniniTV katıldı. Hazırladığım soruları sormak için vakit yetmese de
dünyanın çeşitli yerlerinden katılan gazetecilerin soruları gerek dizi, gerekse
Leoni hakkında son derece ilginç bilgiler almamıza sebep oldu. Özellikle
dizinin geçtiğimiz sezon Türkiye’yi son derece demode ve gerçeklikten uzak
resmetmesi sonucu çıkan ufak çaplı skandal üzerinden soru soramadığıma üzülsem
de bu telekonferans, diziyi sevenler için güzel bir okumalık oldu doğrusu.
Buyrunuz..
Madam Secretary, her Perşembe FoxLife'ta yayınlanıyor
●
Amerikalıların hükümetlerine karşı tepkilerini
yan yana düşündüğümüzde ilginç, neredeyse komik bir tablo ortaya çıkıyor.
Biliyorsunuz, hükümete karşı oldukça eleştirel ve güvensizler ama böylesi
hikayelere karşı büyük bir ilgileri de var. Yüksek mevkii hükümet yetkililerini
konu alan hikayelerden çok iyi drama çıkabiliyor ve sizin diziniz de bunların
arasında. Bir taraftan hükümetleriyle büyük problemleri olan Amerikalıların
diğer taraftan ona karşı gerçekten büyük bir ilgi duyması arasındaki çelişki
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence Amerikan politikası en başından beri
birçok yönden kıvılcımlar ve dramayla dolu. Oldukça genç bir ülkeyiz. Eğer
Amerikan hükümetini bir zaman yelpazesine yerleştirecek olursak bence en fazla 14 yaş
civarındayızdır. Bu yüzden Amerikan halkının çok eleştirel olduğunu
söyleyemeyiz çünkü diğer ülkelere nazaran oldukça genciz. Bu yüzden hükümetin çizeceği yol ve olayları ele alış biçimi hakkında çok fazla
beklenti var. Temelinde politika olan bir dizi olduğumuz için, sizin de
dediğiniz gibi, böyle bir ilginin fazlasıyla anlaşılabilir olduğunu
düşünüyorum. Amerikalılar politikaya karşı ilgililer. İşler bazen fazla
karmaşıklaşabiliyor. Bu durum da bize epey malzeme veriyor. Günümüzde politik
arenada olan biten şeyler hakkında hikayelere yer verebiliyoruz. Bence böyle
bir arka plana sahip olup, politikanın perde arkasını gösterirken dünyanın en
güçlü 10 insanından biri olan bir kadının evine gelip, ne bileyim, krepleri
yakmamaya çalışmasına şahit olmanın yarattığı kontrast insanları fazlasıyla
eğlendiren bir şey.
● Bu rolü oynamak hükümette rol almanın
getirdiği baskılar hakkında daha önce düşünmediğiniz bir şey düşünmenize yol
açtı mı? Bu güne kadar aklınıza gelmeyen bir durum, ahlaki bir ikilem ya da
kendi kendinize “Tanrım, bunu daha önce hiç düşünmemiştim ama bu iş çok zor
olmalı” dedirten bir şey?
Önyargılarımı açığa çıkardığını düşünüyorum,
kesinlikle. Avukat olduğu için, daha doğrusu çok başarılı bir avukat olduğu
için, bir şeyi her açıdan görebilmek konusunda hep babamı örnek veriyorum,
çünkü o bu işte daima çok iyi olmuştur. Ve eğer Amerikan politikasıyla ilgili
bir eleştiri yapacak olsaydım ne kadar ikiye bölünmüş olduğumuzdan bahsederdim.
Karşı tarafın ne demek istediğini anlamakta zorlanıyor gibiyiz. Yürütücü yapımcımız
Barbara Hall’la dizi ve hikayeyi nasıl ilerleteceğimiz üzerine çok hoşuma giden
bir konuşma yapmıştık ve bir taraf tamamen haklıyken diğer tarafın adeta bir
deli gibi görünmeyeceğinden bahsetmiştik. Politikanın böyle bağnaz yanlarını
göstermeyi hiçbir zaman istemedim. Bundan o kadar yoruldum ki. Bence hepimiz
böyle düşünüyoruz. Elizabeth’in her zaman iki
tarafın da farkında olmasını istedim ve bence dizide bu işlerin o kadar da
kolay olmadığını göstermeyi başarıyoruz. Hiçbir şey sadece siyah ve beyaz
değil. Gri bölgede nasıl var olunacağını cidden çok iyi bir şekilde öğrenmemiz
gerekiyor.
●
Böyle
diziler insanların politikaya olan ilgisini arttırabilir, özellikle de seçim
zamanlarında. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Bence dizinin aldığı en büyük iltifat
Madeleine Albright’tan geldi. Dizinin yabancı politikayı daha az yabancı hale
getirdiğini söylemişti. Bana kalırsa bu çok doğru bir söylem. Sokakta bile
aldığım yorumların bu doğrultuda olduğunu fark ettim. Bu fikre bayılıyorum bu
arada. Umarım biraz da olsa doğruluk payı vardır.
●
Madam
Secretary’nin Out of Time gibi
dizilerden ne gibi farkları var sizce? Hangi yönleri daha farklı?
Diğer dizilerin kullandığı alaycı bakış
açısının bizde olmadığını düşünüyorum. Onları kesinlikle suçlamıyorum. Bu çok
cazip bir şey çünkü. Çok fazla malzeme verebilecek bir araç. Bazen yazarlarla bu konuda konuşuyoruz. Ben,
Elizabeth’in bu konuda eleştiri almasını istemiyorum. Onu, daha doğru bir
kelime bulamadığım için böyle söylüyorum, "alaycı" biri olarak görmek
istemiyorum. Hiçbir zaman Elizabeth’in “ben haklıyım ve onlar deli” demesini
istemedim. Hafızam biraz karanlık ama, sanıyorum ki yedi bölüm önce senaryodaki
bir noktada eleştirdiğim şeyi yaşadık. "Teröristin insan dışılığı,” gibi bir
replik söyleyecektim. Ben buna itiraz ettim, Elizabeth’in böyle bir şey
söylemesini istemiyorum dedim. Terörizmin insan dışılığından bahsedebilir. Ama
bu fikir, böylesi bir yargı insanların üzerine oyun oynamak istediği bir şey
bence. Cümle alaycı da gelebilir, kıvılcımlar çıkmasına da yol açabilir. Böylesi bir şeye katılmıyorum. Bu fikri
ortaya koymak istemem. Bu dizide sevdiğim şey, gerçekçi olması demek
istemiyorum ama... Çünkü çok saçma sapan bir söylem olur bu. Kendi dürüstlükleri
de dahil varını yoğunu ortaya koyan insanların arkasındaki gerçeği aradığımızı
düşünüyorum. Her gün bunun için çabalıyorlar. Dışişleri Bakanlığı’nda bu durum kesinlikle mevcut
ve eminim ki hükümetin diğer kollarında da böyledir. Biz Dışişleri Bakanlığı’na
odaklanıyoruz. Bu insanlar ülkeye hizmet ediyorlar. Ülkeyi daha iyi bir yere
getirmeye çalışıyorlar.
Téa Leoni dizinin başrol oyuncusu ve aynı zamanda da yapımcısı ●
Yeni bölümlerde
başka gerçek politikacıları ağırlamayı düşünüyor musunuz?
Gerçekten bilmiyorum. Böyle bir niyetimiz ve
çabamız var mı bilmiyorum. Ama Madeleine Albright kadar iyi oyunculuk
sergileyebileceklerse bunu çok isterim.
● İkinci sezonda setteki atmosferi nasıl
tanımlarsınız?
Aslında eğlenceli bir ortam var. Gariptir…
Bazen çok ağır ve karanlık bir metin üzerinde çalışıyoruz. Ama yine de bence en
eğlenceli setlerden biri bizimkisi diyebilirim. İnsanlar gelip bizimle birlikte dizide oynamak
istiyorlar. Çok fazla eğleniyoruz.
● Setten birkaç hikaye anlatabilir misiniz?
Garip gelecek ama, anlatamam. Aklıma
ayaküstü bir hikaye gelmedi. Ama setteki isimlere bir bakın… Ben, Erich Bergen,
Geoffrey Arend, Bebe Neuwirth ve Tim Daly dahil birçok komedyen… Komedyenlikten
para kazanan insanlar var dizimizde. Bu yüzden… Bilmiyorum. Aklıma bir hikaye
gelmiyor.
● Bazen karanlık bir metin üzerinde
çalıştığınızı söylediniz. Sizce ikinci sezonun ne kadarı güncel olaylar ve
dünyadaki krizler üzerine kuruldu?
Bence yaptığımız her şey güncel
çatışmalardan ilham alıyor. Ne olursa olsun güncel olayların peşinde olmamız
gerekiyor. Bu durum yaşandı. Bazen de yayın tarihi ve dünya arenasında yaşanan
bir olay çakışıyor. Bazı şeylerin zamanlaması olağanüstü oluyor. Bazen bize
bilgi sızdıran bir köstebeğin varlığından şüpheleniyorum.
● Ben de aynı şeyi merak ediyordum. İçeride
bir köstebeğiniz var mı?
Hayır. Sette de böyle bir şakamız var.
İnsanlar Barbara Hall’un kim olduğunu soruyor? Kim o? Acayip akıllı ve çok
eğitimli bir yazar ekibimiz var ve bu işleri çok seviyorlar. Hem de çok.
Sürekli dışarıyı gözlem halindeler. Yazar odamızı bir araştırma merkezine benzetiyorum.
Dünya politikasını inceliyorlar. Çok iyi eğitimliler ve dünyada olup biten her
şeyi günü gününe biliyorlar. Sonrasında
tahminlerde bulunuyorlar. Yaptıkları şeyin bu olduğundan şüphem yok. Şimdi ne
olacağını sorguluyorlar ve yazıyorlar. Bence güncel olaylara bu kadar inanılmaz
derecede yaklaşmamızın arkasında yatan da bu. Yanlış hatırlamıyorsam daha dün
bir sahnede söyledim, “yarısı bilim, yarısı da içgüdü”.
● Sizce Madam
Secretary’nin politikaya karşı dengeli bir bakış açısı mı var?
Kesinlikle var.
● Demek istediğim, olayları gerçekçi
yansıtmaya çalışıp çalışmadığınız…
Evet, evet. Daha önce bahsi geçmişti.
Dizinin çok gerçekçi olduğunu düşünüyorum. Bence harika bir çengelimiz var.
Elizabeth McCord kariyerini politikacı olmaya adamış biri değil. Beni role
çeken de kesinlikle bu oldu. Çünkü bu durum bize sapma alanı yaratıyor. Gizli
bir amacı yok. Daha ileriye gitmek gibi bir hırsı yok, anlatabiliyor muyum? Bu
kadını dizayn eden kişilerden biri olarak söyleyebilirim ki şu aşamada hükümet
içerisinde başka bir pozisyona gelmek gibi bir arzusu hiçbir şekilde yok. Bence o sorgulama halinde. Gelip analiz yapabiliyor
ve neyin işe yarayıp neyin yaramadığını sorgulayabiliyor. Kimin haklı, kimin
haksız olduğunu da… Bir partiye mensup değil. Fark ettiyseniz dizide hiç
Cumhuriyetçi ya da Demokrat kelimelerini geçirmedik. Umuyorum ki, gerçi bunu
başarırsak tam bir mucize olacak ama, bu durum dizi sürdüğü sürece böyle devam
edecek. Sanıyorum
sorunu cevaplayamadım. Ama ilginç bir cevap oldu bence.
● Bu dizi
sayesinde Beyaz Saray’da çalışmak hakkında neler öğrendiniz?
Bu işin ne kadar
zor olduğunu bilmiyordum. Yüksek mevkideki insanlar ve onun çalışanlarının
mesai saatleri bile yeter. Günde 20 saat… 17-20 saat arası çalışıyorlar.
Mutlulukla söyleyebilirim ki neyse ki onların rolüne bürünmek o kadar vakit
almıyor. Hükümette yer alan görevlerin gerçekleşmesi büyük zaman alıyor. Seçim
yılı olduğunda ve adayları incelemeye başladığımızda bunun farkına varıyoruz.
Gözlemlediğim bir diğer şeyse insanların dürüstlük ve karakterli olmaktan
fazlaca söz etmesi. Bence bu çok normal. Sonra bir de işin kendisi var.
Dışişleri Bakanı gibi bir pozisyonda yer alan birinin değer yargılarından taviz
vermesini gerektirecek ve bütünlüğünü sınayacak olaylarla karşılaşma sıklığı
çok ilginç. Sanırım aradığımız, böyle olaylarla karşılaşınca en iyi kararı
verebilecek olan kişi. Ve bunun için kusursuz bir formülümüz yok. Bunun ne
kadar komik bir durum olduğunu yeni fark ediyorum. Bu insanları mercek altına
alıyoruz ve onlardan, pek mümkün olmadığı halde, aynı anda hem insan, hem de
insandışı olmalarını bekliyoruz.
Leoni, adaşı Elizabeth karakterini canlandırmadan önce uzun zaman televizyona ara vermişti
● Peki dizideki rolünüze nasıl hazırlandınız?
Ben bir anneyim. O yüzden o kısmı zaten
halletmiştim denebilir. En azında bir fikrim vardı. İşin politik tarafı benim
için tamamen yeniydi. Zaman geçtikçe terimleri daha iyi anlamaya başladım.
İşler gittikçe kolaylaşıyor. Politik terimleri bir buçuk yıl önce yapamayacağım
kadar hızlı bir şekilde sıralayabiliyorum, kesinlikle. Ama yinelemem gerekirse,
Elizabeth hayatını politikaya adamış biri değil. Ben Elizabeth’e benzemektense
onu kendime benzettim diyebilirim.
●
Bu günlerde, özellikle de
Amerika’da, kadınlar için kompleks, güçlü ve derinlikli rollerin filmlerden çok
dizilerde olduğu konuşuluyor. İşin içinde olan biri olarak, geçtiğimiz 5 ya da
10 yılda durumun bu yönde değiştiğini hissediyor musunuz?
Evet, bence öyle oldu. 5 yıl mı, 10 yıl mı
olduğunu bilemeyecek kadar yaşlıyım. Çünkü benim referans noktam aşağı yukarı
30 yıl. O yüzde belki de dediğiniz gibi geçtiğimiz 5 ya da 10 yıldır. Ama
kesinlikle diyebilirim ki son 30 yılda böyle bir durum oldu. Bu sektöre yeni
girdiğim zamanları hatırlıyorum. Kadın başrol fikri bile garip geliyordu. İnsanlar
olaya nasıl yaklaşacaklarını sorguluyordu. Kadın çılgın bir ev kadını mı?
İnsanlar böyle bir karakteri hikayenin merkezine nasıl oturtacaklarını ve bunun
nasıl işleyeceğini merak ediyorlardı. Kimse bir dizinin başrolünün erkek mi
olacağını sorgulamıyordu. Ona nasıl yaklaşacakları hakkında bir soru işareti
yoktu. Bu hikaye nasıl işler demiyorlardı. Şimdilerde durum öyle değil. Ben kadınları çok ilgi çekici buluyorum.
Bence, kim bilir, belki de en baştan beri erkeklerden daha ilgi çekici olduk.
Belki kültürel olarak bunu idrak etmemiz biraz yavaş olmuş olabilir,
bilmiyorum. Ama şimdi bu konuda aynı fikirdeymişiz gibi geliyor. Ve kadınlar
için de iyi roller kesinlikle var. Hollywood’da kadın ve erkeklerin gördüğü muamele
arasında süregelen eşitsizliğin etrafında bir sürü tartışma var. Olaya
Elizabeth McCord gibi yaklaşmam gerekirse, evet böyle bir sorun var ve bunu
aşacağız. Bu devam eden bir şey. Ve kimse kötü adam değil. Kimse haksız değil.
Kimse kötü değil. Üzerinde çalışıyoruz. Ve iyi bir yöne doğru gidiyoruz. Bazen
olduğundan daha hızlı ilerleme kaydetmeyi istiyoruz. Belki bazıları daha yavaş
olmasını istiyor olabilir. Ama oraya doğru gidiyoruz ve başarılı olacağız.
● Sizce dizi yaratan ve yöneten
kadınların, söz sahibi olan kadınların sayısı artıyor mu? Siz kesinlikle bu
grubun içindesiniz.
Dürüst olmak gerekirse, gerçekten
bilmiyorum. Çok yakından takip edemiyorum. Elbette ki harika erkek dizi
yazarları olduğu kadar kadın yazarların da olduğunu biliyorum. Ben bu tür konuşmalar
yapmayı bırakabileceğimizi umuyorum. Sizinle benim aramdaki konuşmadan
bahsetmiyorum. Umudum o ki, bir gün dönüp geriye baktığımızda bu konuları konuşmayı
garipseyebileceğimiz bir noktaya mutlaka geleceğiz. Örneğin ırkçılık konusuna bakacak olursak… Çocuklarımda ve yaşıtlarında oluşan
"renk körlüğü" bile çok dikkat çekici. Böyle bir hissiyatları yok. Ben büyürken
bile, sanki 150 yaşımdaymışım gibi konuşuyordum, bu durumun farkındaydım. Çocuklarımda bu durumun olmadığını görmek ne kadar başarılı bir şekilde
geliştiğimizi bana gösteriyor.
●
Geçtiğimiz sezonda en sevdiğin anlar nelerdi?
Bir düşüneyim. Gülüyorum çünkü dizinin
içindeki anları mı yoksa settekileri mi sorduğunu bilmiyorum. Yoksa herhangi
biri mi?
● Herhangi biri...
İşte bu benim için daha zor çünkü sette olan
bir şey aklıma gelmiyor. Sanırım sette en sevdiğim şey tüm oyuncu ve kamera
arkası ekibinin çekim esnasındaki hassasiyeti ve garip bir karma aile
oluşturmuş olmamız, ki bunun olması çok doğal. Bir film üzerinde çalışırsanız
üç ayda işiniz biter. Biz, günleri ucu ucuna eklerseniz, bir yıldan fazladır
hep bir aradayız. Bu grupla ailem ya da arkadaşlarımdan daha fazla
vakit geçiriyorum. Sanırım en sevdiğim anlardan bazıları dizideki bazı duygusal
sorunlarla mücadele etmekti. Dizide evde ya da politik arenada geçen duygusal
bir sahne olduğunda set sessizleşiyor. Ve aktörlerin yaptıkları işe karşı büyük
bir saygı var. Onca ağırlıktan sonra oyuncuların ve ekibin gülmeye
ve birbirine takılmaya geri dönmesine bayılıyorum.
Bu çok küçük bir şey ama bahsettiğim
anlar 3. Dünya Savaşı ihtimalinden konuştuğumuz ya da D’amitri adlı bir çocuğu
ne yazık ki kaybettiğimiz sahnelerden sonra geliyor. Dizide bize yetiştiniz mi
bilmiyorum ama… İşlediğimiz politik senaryoda bir çocuk kurban
ediliyordu. Sette atmosfer çok gergindi. Asistanım Blake’i oynayan Erich Bergen
masasında oturuyordu. Onun yanından geçtim ve sandalyesinin kırık olduğunu
gördüm. Onu hazırlıksız yakalayıp sandalyesini geriye çekmeye bayılıyoruz çünkü bir çocuk gibi kendinden geçiyor ve geriye doğru düşeceğinden korkuyor. Kulağa çok acımasız gelebilir ama inanın değil. Aksine, çok komik.
Bilmiyorum. Herkes o kadar gülmeye başladı ki, durum çok absürttü. Fark ettik
ki çektiğimiz şeyin baskısını üzerimizden atıyorduk. Bilmiyorum. Bu çok spesifik
bir örnek olmadı ama… Gerçi biraz öyle. Belki biraz fazla öyle. O kadar
müteşekkirim ki. Bu ekibin desteği olmadan bu işi yapabileceğimi ve bazı
konuların ağırlığını kaldırabileceğimi sanmıyorum. Harika bir iş yerimiz var.
Çok minnettarım. Sanırım sizi anlattığım hikayenin korkunçluğuyla afallattım.
“Ne oluyor be?” der gibi kaldınız. Hepinize katılımınız için çok teşekkür
ediyorum.