Bir dizi düşünün ki her bölümde ya hastaHANE ya hapisHANE
olsun. YetimHANE zaten Allah’ın emri… Bir bölümde kütüpHANEye gitseler diyorum.
Değişiklik olurdu biraz. Geçen haftalarda yazmıştım sürekli hastane atmosferi
var diye. Sırayı karıştırırsam affedin lütfen. Önce Cemre, sonra Tevfik, Kader
ve Derin, Banu, Meral’i kızı sanan kadın, bu bölümde Eylül, haftaya Eylül,
Songül ve Defne, hatta fragmanda gösterilmeyenler. Evet, dizi çok iyi, sahneler
çok güzel çekiliyor, duygular seyirciye geçiyor, oyuncular muntazam bir
performans sergiliyor. Bunlara diyecek bir şeyim yok. Ama bu kadar hastane ve
hapishane eksenli ilerleyince ister istemez yoruyor insanı. Sık sık izleyince
duygu da düşüyor biraz bana kalırsa.
Eteğimdeki taşları döktüğüme göre bölümle ilgili yorumuma
geçsem iyi olacak. Geçen hafta hazırladığım ankette büyük bir çoğunluk Kader’in
ölümünün rüya olduğunu tahmin etmişti. Hepsini tebrik ediyorum. Otuz üç saniye süren (rüyalarımız ne kadar detaylı olursa olsun aslında sadece otuz üç saniye sürermiş) rüyanın sonunda gördük ki Kader ölmemiş. Ama sosyal medyayı takip edenler
bilir. Öldüğünü düşünen büyükçe bir kitlede vardı. Sahne uzadıkça inananlar da çoğaldı
üstelik. Bence bu sahnenin bu kadar uzaması tek bir açıdan güzeldi. İntihar
etmenin hiçbir şey ifade etmediğini çok güzel anlattılar. Sevdiklerinin
üzülmesinden başka bir şeye yaramadığını, canımızı yakan insanları
etkilemediğini… Kader’in “Annem beni öteki dünyaya bile uğurlamayacaksa ben
bunu neden yaptım” sorusu çok yerinde kullanılmış. Banu Hanım, Kader'e hiç
acımadı. Ölünce mi acıyacaktı? Kader -umuyorum ki- sonunda annesi ile ilgili
saplantısından kurtuldu. Hikayesi devam edecektir mutlaka. Şimdilik Cenk,
Meral, Kader üçgeni anlatılacaksa da kim bilir belki ileride babası gelir. Banu
Hanım’dan da iyi biri olur da yüzü güler biraz kızın.

Kızlarımızda hamarat maşallah :)
Kader ile Songül’ün çocukluk anıları çok güzeldi devamı
gelir inşallah. Ben komik olsun diye saçmalayan karakterler izlemektense
geçmişten hikayelerin anlatıldığı ya da zeki esprilerin yapıldığı sahneler
izlemeyi daha çok seviyorum sanırım. Yalnız ekmek pastasını bilmem ama dünyanın
en güzel cipsini yemeyen var mı? Yokluktan olmasa da ben de ekmek arası katık
yapmıştım galiba. :) Meral’in kızlarla arasının düzelmesi güzel oldu. Ben kolay kolay düzelmez
diyordum ama bazı arkadaşlarım (Adı Ayfer olan :)) ısrarla Meral'in kızların arasına
katılmasının daha iyi olacağını savunuyordu. Ne diyeyim haklıymış. Haftaya annesi
de geliyor. Yeni drama kraliçesi o mu olacak acaba?
Resme 10 saniye bakınca Kemal'im yapmaz diyorsunuz!
1986 yapımı Çalıkuşu filmini (dizi de olabilir 7 bölümdü ama
film diyenler de var) bilenler vardır. Yedinci bölümde Miralay Hayrullah Bey
Kamran'a her şeyi açıklayan bir mektup yazar. Sadri Alışık’ın sesi şöyle der: “Hani
bana küfürbaz derler ya sana ne desem az. Ama gel gör ki zamane kızlarına laf
anlatmak kabil olmuyor.” (Kitapta bu söz biraz farklı o yüzden filmden alıntı
yaptım.) Peki, bu sözün Kırgın Çiçekler
ile ne ilgisi var? Tabii ki Mesude ve Eylül. Eylül söz dinlemeyen zamane kızı
oluyor. Mesude’ye ise ne desem az. Haftalardır yaptıklarına şaşırmaktan biz
usandık. Ama o her seferinde kendini aştı. Ne yazsam da size Mesude’yi izlerken
hissettiklerimi aktarsam bilmiyorum. Tutturmuş bir “Kemal’im yapmaz.” türküsü
çığırıp duruyor ortalıkta. Derya Artemel de rolünü layığıyla yaptığı için bize
çıldırmak düşüyor tabii.
Yahu kadın! Emine kızını doğru düzgün tanımıyor, Gökhan yeni
tanımaya başladı. Onlar Eylül'e inanırken sen bir ana olarak nasıl inanmazsın
kızına ya?! Gel de çıldırma arkadaş! Emine Hanım taşı gediğine koydu ama. “Tüüü
senin kalıbına. Sen bir de bunu koca diye yanında mı gezdiriyorsun?” dedi ya
aklıma Mesude'nin hapiste dayak yediği bölüm geldi. Hani orada da hayat
kadınları buna benzer bir şeyler söyleyip pataklamışlardı bunu. Kadın
akıllanmıyor. Yine gitti Eylül'e demediğini bırakmadı. “Keşke seni
doğurmasaydım.” dedi bir de. Ben de Egeli yanımı konuşturup Mesude’ye gidim
de diyorum o zaman. Sanki hakkı var o lafı söylemeye.
Toplum ruh hastalarının ıslahına bir çözüm bulmalı!
Kemal pisliği, pislikte zirve yaptı, Everest’i geçti yeminle.
Bir ilaç koyup kızı bayıltması eksikti. Mesude, Eylül'ü kesin Kadir Gecesi
doğurmuş. O telefon çalmasaydı zor kurtulurdu Kemal’den. Evden çıkması
gerektiğini akıl edip kaçtı neyse ki. Yolun ortasında bayılmasını Kemal’in yanında
kalmasına tercih ederim. Neyse ki o sırada Gökhan aradı da yalnız kalmadı.
Yalnız bir şey dikkatimi çekti. Eylül Gökhan’a her şeyi anlattı. Güvendi yani.
Artık başına gelenleri haykırıyor, korkmuyor. Zaten olması gereken de buydu.
Mahrem algısı çok güçlü biliyorum ama Eylül’ün bir suçu yok. Sanki suçluymuş
gibi sürekli susması, Kemal’in ise böğürüp durması sinirimi bozuyordu. Bir de
tabii olanları Gökhan’ın öğrenmesiyle Kemal’in ağzıyla burnu yer değiştirdi.
Şiddetin her türlüsüne karşıyım ama tecavüzcüler ve çocukları istismar edecek
kadar şeref yoksunu olanlar insan değil benim için. Belki bir hukukçu adayı
olarak yanlış düşünüyorum ama ben de insanım sonuçta. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz?