Gerçeklere inanmak ve
özellikle ütopik sayılabilecek gerçeklerle yüzleşmek gözü açık kabus görmek
gibi bir şeydir. Aslan Kral’ın da dediği gibi Gülfem güçlü korkaklardan biri! Korkularına savunma kalkanı olarak her zaman demir zırhlarla duvar örebilen bir kadın. Bu nedenle
kimseye güvenmemiş, kimseye boyun eğmemiş biri. Gülfem güçsüz bir kadın! Asi kişiliğini,
vurdumduymaz ve gamsız olabilmesini de buna borçlu. Gülfem’i belki de şeffaf
görebileceğimiz tek sahne sarhoş olduğu sahne idi. Burada hayata ve başına
gelen olaylara karşı içsel bakış açısını çok rahat bir şekilde gözlemleyebildik.
Şimdi kâğıda hava üflerken Tarkan'ın şarkısını da söyleyecek miyim?
Kehribar taşı tespihlerde daha bi' değerli oluyordu değil mi?
Kod adını kesekâğıdı olarak
koyduğum sahnedeki Canan Ergüder performansını hayret ve hayranlık içerisinde
izledim. Eğer bölümün bir yıldızı varsa bu kesinlikle Canan Ergüder’in Gülfem Sipahi
yorumu olmalı. Bir tespih boncuğuyla halk arasında panik atak krizi olarak
ifade edilen, fakat kan basıncındaki pH aralığının binde bir bile yükselmesiyle,
tüm sinir sistemini altüst oldu. Bu sahnede, her ne kadar
Cihan’ın hastalığının gerekliliğini uygulasalar bile, kesekâğıdı
bu gibi ani gelişen vakalarda en doğru yöntemdir.
Doktor bu ne?
Bir bölüm geçmiyor ki DNA
testi yaptırma meselesi bitmiyor. En çok DNA testi yaptıran dizi olarak
tarihe geçtiğini düşünüyorum. Böylelikle Gülfem Sipahi’nin, Enver Sipahi’nin
kızı olmadığı da kanıtladığına göre Gülfem’i kimse tutamaz. Bir de bu sonuca
şöyle bir açıdan yaklaşacak olursak; Gülfem ile Tibet’in arasındaki ittifak
biraz daha devam edecek gibi duruyor. Kim bilir belki ikisi de birbirinin yaralarına merhem
olacak? Yine tekrar ediyorum bu bölümde Canan Ergüder’in varlığı gözle görülür,
elle tutulur cinstendi. Her hafta rolüne sıkı sıkıya bağlanarak bize oyununu ve
oyunculuğunu hayranlık içerisinde izlettiriyor. Bu bölümde, özellikle Gülfem –
Tibet flashback sahnesinde, Kenan Ece’nin yorumladığı Aslan Kral “karakterine”
ucundan da olsa inanabildim. Yine de sahne içerisinde, partnerinin
performansını göz önünde bulundurarak, zayıf kaldığını düşünüyorum. (Kimsenin oyunculuğunu ya da yaptığı işi eleştirecek bir konumda değilim. Seyirci olarak ne görüyor ve neye inanıyorsam o düşünceye göre hislerimi kâğıda aktarıyorum. Sonuç olarak bu benim görüşüm. Konunun uzmanlarının daha farklı görüşler sergileyeceğinin kanaatindeyim. Haddimi de aşmak istemem.) Umarım kendisi çıkardığı
oyuna inanıp, Aslan Kral hamurunu iyi yoğurmak için gayret ederse buradan yürür
gider. Bizlere de zamanla Aslan Kral’ı tabulaştırmak düşer.

Sen de mi ellerimden kayıp gideceksin?
Gülfem ilk defa Gülru’nun
canına ve bebeğe zarar gelsin istemedi. Gözlerinin içine bakarak izleyen herkes
o hissiyata yakından şahit olabilirdi. İşin en acı noktası ise Ömer’in uzun
zaman sonra ilk kez Gülru’ya inanmış olması ve bebeği kaybetmemek adına olan
çabası oldu. Gülru’nun “bebeğimiz” itirafı da tüyler ürperten cinstendi. Bacaklarının
arasından sızan kan her ikisinin de yıkımı oldu. Normal şartlar altında bebeğin
düşmesi gerekiyor, fakat drama tanrısı buna ne der, nasıl şekil verir
kestiremeyiz. Güllerin Savaşı’nda
görecek entrikası var ise yaşamına devam eder, yoksa Ömer ile Gülru için
bambaşka yollar açılacak demektir. Dizinin bundan sonraki seyri Gülfem için de,
Gülru için de zor ve sancılı olacak. Bizlere ise bu hikâyeyi özümsemek düşecek.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere… Bölümde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür
ederim.
Mortissa