Yine bol vahşetli, bol
kan fışkırmalı bir bölümü ardımızda bıraktık (ve ben midemin yüzde ellisini zor
tutuyorum). Artık otelde meydana gelen her türlü cinayet, yaralama, vay efendim
kanını içme vesaire olaylarına alışkın hale geldik (ben gelmedim). Fakat bu
bölüm diğerlerinden farklı olarak karakterlerin duygu durumlarına daha çok
değinilmiş gibi geldi bana. Kimin neyi niçin yaptığını daha iyi anlamaya
başladık. Karakterlerin psikolojik analizlerini yaparken bölüm nasıl geçti anlamadım
bile.
Öncelikle bir cinayet
davası için otele gelen dedektifimiz John’un hanımı Alex’i irdeleyelim. Alex
idealist bir çocuk doktoru, Holden ve Scarlett’in de annesi. Çocukluğunda
birtakım sorunlar yaşamış, ergenliği de oldukça sancılı geçmiş ve kurtuluşu da
evliliğinde aramış. Daha sonra Holden’ı dünyaya getirmiş ve gerçek sevginin,
gerçek mutluluğun ne olduğu o zaman anlamış. Mis gibi lavanta koktuğunu
söylediği Holden, Alex’in ayrılmaz bir parçası haline gelmiş. Eşi John’dan ve
hatta öz kızı Scarlett’ten bile daha çok sevdiği Holden birgün lunaparkta
kaybolunca dünyası başına yıkılmış Alex’in (hangi annenin yıkılmaz ki).
Bulunduğuna dair haber gelecek diye haftalarca, aylarca telefonun başında
bekleyen ve biricik oğlunun giysilerini koklayan Alex, evliliğinden de
uzaklaşmaya başlamış ve yaşama sebebini kaybetmiş. Hatta işler o kadar
ciddileşmiş ki, John birgün Alex’i banyoda bilekleri kesilmiş halde bulmuş.
Titiz bir tedaviden sonra terapi de görmeye başlayan Alex hala zaman zaman
kaçmayı, yaşadığı hayattan kurtulmayı aklından geçirmiyor değil. Fakat
Scarlett’i arkasında bırakamayacağını biliyor ve sırf onun için hayata
tutunmaya çalışıyor.

"Koşturma koridorlarda, sırtın su gibi olmuş!"
Geçen bölüm Hotel
Cortez’in koridorlarında gezerken kardeşi Holden’la karşılaşan Scarlett,
gördüklerini anlatınca kimseyi kendine inandıramıyor haliyle. Terapi sırasında
doktor Scarlett’ten gördüklerini tekrar anlatmasını istiyor. Kızcağız da
detaylara girince kardeşinin lavanta gibi koktuğunu söylüyor ve o an Alex
gözleri pörtlemiş bir şekilde “acaba mı?” diye geçiriyor içinden. O kadar çok
istiyor ki tüm bunların gerçek olmasını, çocuğunun yaşıyor olmasını. Daha sonra
boşanma kağıtlarını getirmek için otele geldiğinde otelin koridorlarında
dolaşıyor ve nihayet Holden’la karşılaşıyor. Neye uğradığını şaşırıyor önce,
fakat çocuğuna iyice yaklaşınca o bilindik lavanta kokusunu alıyor. Böylece
annenin uzun zamandır beklediği kavuşma gerçekleşiyor. Şimdi asıl soru; Alex
oğluşunu alıp otelden gidebilecek mi, yoksa Countess’in engeline takılıp orada
mahsur mu kalacak? Sonuç ne olursa olsun dünyanın en mutlu kadını olacak tabii,
o kesin.