Defne’nin zerafetine karşılık bir adet Alexander McQueen SS10 catwalk’undan Sait Halim Paşa yalısına ışınlanan Sude yapmışlar. Bence olmuş... yani Sude’ye. Sude de aynen – az çok – bu kıyafetin bağırdığı kadar sınırda bir karakter çünkü bana göre. Sinan’a verdiği koskocaman bir destek var, ama içinin, elbisesinin etekleri gibi hava dolu olduğunu hissediyorum. O hava ağır bir bencillikle yüklü; her ne kadar o da Sinan’dan “biz olmak”la ilgili ufacık da olsa kırıntılar toplayabilmek için didinse de... Sude’nin Sinan’a “sana iyi geliyor muyum?” diye sorması da hikayenin sık sık rastladığımız izdüşümlerinden. Bir tarafta “iyi gelmek” ekseni üzerinde çokça gidip gelen Defne ile Ömer; bir yanda da bunun cevabının koca koca soru işaretleri ile askıda tutulduğu Sude ve Sinan. Neriman ve özellikle Necmi’nin de konuya nihayet ciddiyetle dahil olması paralelinde, ne idüğü ve nereye evirileceği son derece belirsiz bir dinamik var bu Sinan-Sude ilişkisinde. Benim için merak uyandırıcı. Sude’nin özellikle ne zaman “yıkıcı” hale geleceğini merakla bekliyorum. O eteklerinin altında dev bir buldozer de taşıyor çünkü bana göre. Not 1– Sinan ile Sude’nin evdeki konuşmasının arka planında çalan şarkının “takıntı gibi” sözlerine dikkatinizi çekmeye varım, eğer kulağınızı zaten tırmalamadıysa . Not 2 – O ayakkabıları Ömer İplikçi’nin çizmiş olduğuna inanmam Sude. Amerika’lardan mı getirdin?
 
Sinan-Sude ilişkisi bilinmezliklere doğru ilerlerken, Sinan ve Ömer’in arasındaki buzların yıllara dayanan dostluğun sönmeyen aleviyle usul usul erimesi ise bu masalın en güzel sonlarından biri... Şahsım adına, her ne kadar yaşadıkları büyük kopuşun bu kadar kolay çözümlenebilmesini yadırgasam da – ve aslında yine gerçek bir özür, hatayı kabulleniş, pür bir pişmanlık görememiş olmaktan dolayı mutsuz olsam da – birbirlerine öyle sıkıca sarılan iki adamın karşısında içimin yağlarını katı tutmam mümkün değil ki! Her şeyden fazla, “birbirlerini bitirmemek” için ‘barış’abilen o güzel yürekleri ben oturduğum yerde nasıl takdir etmeyebilirim artık? O sıcaklığı kemiklerimde o kadar hissettim ki, sanırım bundan sonrası için ancak hayırlısı demek düşüyor bana.
 
Kapı önündeki konuşmaları sırasında Ömer ve Sinan’a baş uçlarında eşlik eden aslanlar peki? Kedigiller familyasının süper yırtıcı ama aynı zamanda tek sosyal türü olan aslanlar... Birlikte avlanan, savunma sırasında birleşip avlarını beraber kovalayıp pusuya düşüren aslanlar... Tamam, aldık mesajı :)
 
İtalya’ya ise boşuna o kadar bayılmıyorum işte! Taşı toprağı büyülü memleket, baksanıza misafirleri bile her gelişinde Eros’un oklarını yanlarında getiriyorlar! Aşk Çeşmesi’nden filan mı damıtıyorsunuz bu sihri, söyleyin de gidip alalım birkaç damla! “Sonsuz aşkımızın...” “...ilk yıldızı” parmağa geçmeye görsün, adeta büyü işlemeye başlıyor. Dansın değil aşkın büyüsü o, son derece ciddi, bir o kadar da lirik, ihtiraslı ve akışkan... Ömer’in ağzından duraklaya duraklaya, es vere vere, araya gerekli solukları kata kata dökülen aşk kadar tutku, istek, özlem, ihtiyaç dolu. Masallardan fırlayan çifte, tam masallara layık bir son.
 
Burası hikayenin bir nevi sonu – bana göre. Bundan sonra açılacak bölüm, yeni bir bölüm. Artık kaçmalara eskisi gibi yer yok; kaçacakların kaybedecekleri büyük, parmaklarının arasından yitirecekleri belki her zamankinden daha fazla. Bir nevi, hikayenin tepe noktalarında biri. Hava ürpertici, yoğun, keskin; ciğerlere yüklenen oksijen bombardımanı baş döndürücü, sersemletici....
 
Düşündüm ki; belki bu, Defne’nin o kollardaki hislerini anlamanıza yardımcı olur :)
 
Heyecanla kalın!
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER