Sonsuz aşkımızın ilk yıldızı kayıyor sevgilim, izle!
Bugün için kendime bir sözüm vardı. Her an tepemde birikmelerini beklediğim kara bulutlar bugün sonunda çekilmeye, yerlerini günlük güneşlik bir gökyüzüne ve ardından o gökyüzünden inen yıldızlara bırakmaya karar vermişlerse; bu gökyüzünü birkaç naif, minik ve parlak yıldız da ben serpiştirecektim. Çünkü masallara uzun ağdalı anlatımlardan biraz daha fazla; narin, kısa ama öz cümleler yakışır.  Siz bakmayın şu ana kadarki cümle uzunluğumun ortalama 30 sözcük olmasına! Sözüm henüz başlamadı.
 
Madem siz bana bir masal verdiniz Ömer ve Defne, benden de gelmeye çalışsın o halde masallara ve size layık bir güzelleme!
 
Masalımızın aslında “kötü”lüğü şüphe götüren, hatta “cadı”lığı da şüphe götüren İz’i, tüm şüphelerini koca bavuluna koyarak kendini sonunda Marsilya’ya götürdü. Şüphelerinin bir kısmını da açık uçlu bir uçak biletine dönüştürüp Ömer’de bırakmayı ihmal etmeden tabi... Geldiğinden beri şüphe kıvılcımları ile aklımı alevlendiren İz’e, Ömer’le Defne’nin bozulmuş kimyası üzerinde gösterdiği katalizör etkisi için teşekkür edip hayırlı yolculuklar dileyebiliriz sanki. Her ne kadar “Biz İz’le Ömer’iz” hikayesini kolay kolay bitirmeyeceğini bilsek de, bu hikayenin belli bir bölümü kapadığımızı görmemek için en az Defne’nin bazı halleri kadar seme olmamız gerek sanırım.
 
Sevgili Koray, teşekkürler! Sen şu ‘seme’yi bizim dilimize doladın ya, bankadaki hiç bitmeyen paran bir ömür daha bitmesin inşallah! Çünkü ne zaman Defne’yi bir kaşık suda boğma kıvamına gelsem, “Seme Defne!” deyip koltuktan düşüyorum, sinir minir kalmıyor zaar. Ömer’in ‘caaanım’ misafirliğini yine semelikte çığır açan bir yanlış anlama buhranıyla çocuğun burnundan getirebildin ya, sana kocaman bir pes be Defocum! Ve “Kovulmaktan beter olmak” deyimi de meğer senin için yazılmış be Ömüş! Zaten maşallah, haftalardır kaderin yemediğin tekmesi tokadı kalmamasına rağmen, büst gibi dimdik ve sağlam durmaya katiyen ara filan yok senin bünyede. Fiziksel ve spiritüel diyetin ne ise, bilmek istiyorum. (Veya kalsın bilmek istemiyorum sanırım...!%#&!?/%& Sistem hatası! Mavi ekran! Reset!)
 
Oysa misafir terliklerin ve Serdar’ın en az 10 cm kısa gelen pijamalarıyla Topal fakirhanesine de çok yakışmıştın Ömer. Kahveden çaya terfiini (gerçi ben de kahveciyim, o yüzden zorunlu şerit değişikliği diyelim) izlemek hoşuma da gidecekti şimdi... Ama belki de ilk kez bir sabah olsun horozlarla birlikte dikilmeden derin derin – Defne’nin deyimi ile bebek gibi – bir uyku çektiğini de gördü ya bu gözler, bence artık rahatladık, dağılabiliriz! Ama dağılmadan o mahcup misafir oğlan hallerini hatırlayıp şöyle gevşek gevşek gülümsemeden bırakmayız. Ömer Defne’nin yamacında huzuru buldu, biz de ekran başında aşırı doz huzur ve tatlışlıktan eridik.
 
Yalnız itiraf ediyorum, eğer bu sahneler Ömer’in dağ evindeki “mıç x2” sahnelere evriliverseydi, oracıkta Koray gibi yerlere yapışırdım üzüntüden. Ve fakat dağ evindeki “gel seni seveyim” yumoşluğundaki Ömer, bu kez ekmekarasının yatağına bir türlü giremeyip etrafa yaydığı çapkın çakal sinyalleriyle ortalığı öyle bir ısıttı ki, Defne’nin zaten cereyana tutulmuş saçları daha da bir tel tel oldu. Pır pır kulağımızın içinde öten kalbini saymıyorum bile. Ben böyle elektrik yüklü sahne izlemedim sayın seyirciler! İşte gerçek “aşkın ıstırabı”, sevdiceği yanı başında tatlı tatlı gülümserken onun kokusunun sindiği yastığa sarılıp uyuması icap eden bir adet Ömer İplikçi’nin çektiğidir. (Aşkın en naif hali de ateş basan, avuçlarının içi terleyen, minik bir alev topuna dönüşmesine rağmen sevdiğceğinin önünde hırkasını çıkarırken ürperen Defne oluyor! ) “Ayrıntılarda bu hafta”daki konuğum ise; Defne’nin sabah Ömer’i usulca öperken kameranın zoom’undan kaçamayan melek kolyesi. Ömer’in her daim başucunda olan koruyucu meleği Defne’ye bu hafta aksesuar departmanından bir 10 puan verdim gitti!
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER