Elif ve Murat demişken… Mahkemeydi,
boşanmaydı derken onları unuttum resmen. Elif, Murat’ın evinden bir hışımla
çıkmış, artık sinirden midir nedir, yere düşüp kafasını vurmuştu. Tam da orada
kaldığına göre kesin önemli bir şey oldu derken ufak bir kaza olduğunu gördük o
kadar. Her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardır diye boşuna demiyorlar.
Muratçığım yine ne kadar centilmen bir erkek olduğunu gösterdi. Herkesin içinde
Elif’in, Murat’ın suratına dolu bardağı boca ettiğini hatırlıyorsunuz değil mi?
Elif’in de resmen Murat’tan vazgeçtiğini düşünerek Murat’ı Ayşegül, Can ve Elif’ten
ayrı, tek başına düşünüyorum artık. Ama bir gün derse ki Elif olur, ElMur olur, çiçeğimizi, çikolatamızı alır gideriz. :)
Daha önce de söylemiştim. Ben Murat’ın
aşkına, aşık oluşuna aşığım. Adam çok güzel seviyor be! Her şeye, herkese
rağmen Ayşegül için “iş yaratması”, onun bir şekilde dikkatini dağıtarak hem
yanında tutup hem de hayata tutunmasını sağlaması o kadar güzel geliyor ki! Ellerinde
çiçeklerle Ayşegül’e gittiğinde Ayşegül’ün “Caaaan” demesine rağmen hala ona
sevgi sözcükleri söylemesi, tatlı tatlı bakması. Murat gerçek olamayacak kadar
iyi ve ancak hayallerde. Anlayacağınız bende “Hayaller Murat Soykan; hayatlar Can
Tekin.” (Can, çekiştirmez misin lütfen?!)
Murat bakış serisine devam. Bakış no 1957: Yaaa kıyamaaam!
Can tabi ki kötü biri değil. ASLA! Ama
nasıl anlatsam… Hep bir oyun içinde oyun peşinde. Fazla gerçek ve oyuncu. Mesela
dağ evinde hasta hasta yatarken ilk önce Elif geldi. Elif’in evden çıkmasının
ardından Ayşegül geldi. Hepimiz izledik, gördük. Eğer o zaman Elif’in kendisinden önce orada olduğunu
söylese hayatı bu kadar zorlaşmayacak sanki. Duyuyor musunuz tüm Can’lar size
diyorum. (Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!) Can’ın hasta olması da ayrı
bir maceraydı. Can, elinde valizi ile kapının önünde uyuyakalmış olması bana
tarihin tekerrürden ibaret olduğunu hatırlattı. Sahne aynı da oyuncular yer
değişmiş. Hani Ayşegül’ü evden kovmuştun ya, hatırladın mı? Ayşegül’de gidecek
yeri olmadığı için bankta yatmıştı, sonra hasta olmuştu, hı?
Doktor adam da bankta yatarsın bu millet n'apsın?!
Bu hafta lafı hiç Ayşegül’e getiresim
yok ama söylemezsem olmaz. Havalar bir sıcak bir soğuk. İnsanda psikoloji mi bırakıyor. Bu dengesiz havalar Ayşegül'ü de çarptı ellaam. Yoksa her geçen bölüm Ayşegül'ü daha bencil bulmamın başka bir açıklaması olamaz. Yahu bundan on-on iki bölüm önce biz demiyor
muyduk Ece-Efe çiftini kastederek Ayşegül nasıl affeder bunları, diye? Nerede o
mıncırık tatlı Ayşegül, nerede sürekli atarlanan agresif Ayşegül. Yaşananların
insanları değiştirmesine, eyvallah, ama elma ile armudu aynı sepete koymak,
sanırım pek bana göre değil. Bunun dışında Can’ın annesine (Uğruna ağladığı,
ayılıp bayıldığı Can’ın annesine) sesini yükseltmesi de hoş olmadı.
Yine gıybetin dibine vurdum. Madem yanacağım
bari gülerek yanayım. Bölümün gülmekten yerlere yatıran en iyi sahnesi
kesinlikle Ayşegül ve Can’ın yaşlılık halleriydi. Dişi olmayan Can "Tosun" kalp
siyatiği ağrıyan Ayşegül Dinç. Dedim Can Tosun kim? : )
Bayramda Ayşegül Nine ve Can Dede'nin elini öpmeye gidiyoruz millet!
İkinci en iyi sahnesi ise tavşan Hoppidi
kılığına girmiş Ayşegül ve ayı kılığına girmiş Can’dı. Halleri o kadar komikti
ki Can’ın şaşırtmalı, romantikli bir sürpriz peşinde olduğunu anlamam zaman aldı.
Ama bir bakın ya:
Tavşan ayıya küşmüş, ayının haberi olmamış.
Bölümün sonunda ise kendimizi şehrin
ortasında değil, gürültüden uzak bir dağ evinde bulduk. Can’ın hem psikolojisi
hem de bedeni hasta. İkisinin de devası kızlarda. Doktorunu, ilacını, temiz
çamaşırını alan gelmişti. Hani derler ya “iki ateş arasında kalmak" diye, Can’ın
durumu da aynen öyleydi derken, ilk önce kolundan tutup öpücüğü patlattı ardından evlenme
teklifini yapıştırdı. Evet, evet Ayşegül’e! Bölüm finali gibi bölüm finaliydinoktanet.
Çocuk seviyor. İkna oldum.
Peki, sizce Ayşegül, Can'ın evlenme
teklifini kabul etmeli mi? Ne dersiniz?