Tiyatro benim için vazgeçilmezdir. İşte bu
yüzden üniversitedeyken haftada en az 1000 sayfa okuma yapmam gereken bir
bölümdeyken bile üniversitenin tiyatro kulübündeydim ve haftada 3 gün prova
yapıp tiyatronun ve tiyatro oyunculuğunun inceliklerini öğrenmeye çalışıyordum.
Aradan yıllar geçti, şimdi sadece seyirciyim ama o 2 yılda öğrendiklerimi hiç
unutmadım ve bir tiyatro eserinin sahnelenmesinin ne kadar zor ve emek isteyen
bir süreç olduğunu bildiğimden bugün inatla, yılmadan tiyatroyu yaşatan herkese
teşekkürlerimi sunuyorum.
Tiyatro sezonunun açılışını Neil LaBute
tarafından yazılmış ve Haluk Bilginer tarafından çevirilmiş olan “Hansel ve
Gretel’in Öteki Hikayesi” ile yaptım. Hansel ve Gretel’in hikayesini az çok
biliriz hepimiz; iki çocuğunu ormana bırakan ebeveynler, her yeri pastadan
kurabiyeden yapılmış bir ev, kör bir cadı ve onların elinden kurtulan kardeşler.
Yalnız sahnedeki hikaye bildiğiniz hikaye değil. Doğru iki kardeş var ama
terkedilmemişler; ev var pastadan değil; cadı var ama üçüncü bir şahıs değil.
Hal böyle olunca insan bir merak etmiyor değil, Hansel ve Gretel bu oyunun
neresinde diye. Ama başlıkta da dediği gibi bu onların “öteki” hikayesi ve
göründüğü kadar alakasız da değil üstelik.
Oyun Atölyesi’nde
sahnelenen oyunun dekoru perdeler açılır açılmaz göze ilk çarpan şey oluyor.
İlk alkışım sahne tasarımını yapan
Barış Dinçel’e gidiyor. Dekor bir dağ evinin
içini yansıtıyor ama öyle böyle değil; karşımızda panolar, resimler yok;
gerçek, üç boyutlu bir ev var. Sahne dolu dolu, ahşabın verdiği sıcaklık hissi,
tavan camından görünen fırtına ile tezatlık yaratıyor; tıpkı sahnedeki aslında
birbirlerini seven kardeşlerin fırtınalı ilişkileri gibi.
Sahnede Betty karakteriyle Ayça Bingöl var, çok
geçmeden Salih Bademci’nin canlandırdığı Bobby de ona katılıyor. Hikaye onların
hikayesi, onların çatışmalarının, onların nefretlerinin ve onların sevgilerinin.
Bobby ve Betty iki kardeş, birbirlerinden farklı, birbirlerine rakip,
birbirlerinden nefret eden iki kardeş. Betty dağ evini toplamak için
kardeşinden yardım ister, Bobby o sebeple oradadır ama sonuç olarak konu dönüp
dolaşıp geçmişe gelmektedir. Sürekli olarak birbirlerinin kusurlarını ötekinin
suratına çarpma halinde olan kardeşlerin babalarından öğrendiği bir şey vardır,
o da “gerçekler acıtır”dır. Hikayenin teması aslında buradan yola çıkıyor.
Betty yalan söylemeye alışmış, fazlasıyla özgüvene sahip, edebiyat alanında bir
akademisyendir ve Bobby ise kadına şiddete yatkın, kısmen dinle –daha doğrusu
günahla- kafayı bozmuş, sanatı boş bulan bir marangozdur. Bu hikaye onların acı
gerçeklerle yüzleşme hikayesi işte, ama iş Betty’nin büyük sırrına gelince gerçek
öyle hemencecik çıkmıyor su yüzüne. Sahnede ortaya çıkan gerçek her seferinde
şekil değiştirirken siz de sonrasında ne olacak diye merakla bekliyorsunuz.
Betty ve Bobby’nin kardeşlik ilişkisi bu
hikayenin en çarpıcı öğelerinden biri. Tiyatroyu ablamla birlikte izledim ve
oyundan çıktığımda aklımda bir şey vardı “Uğruna her şeyi yapabileceğim tek
insanlar kardeşlerim”. Hikaye de biraz bunu sorguluyor aslında, oyunun kendi
internet sitesinde de dediği gibi “Kan bağı size neler yaptırır? Ahlaki değerler
hangi durumlarda esneyebilir?” Oyunun bitişinde öyle bir diyaog vardı ki
perdeler kapanıp tekrar açıldığında ve Ayça Bingöl ve Salih Bademci sahneye
çıktığında ayağa kalkıp kontrolsüzce alkışladım.
Tiyatro deyince aklıma hep abartılı
oyunculuklar, abartılı tonlamalar gelir; ki bize de öyle öğretilmiştir,
mübalağa sanatıdır tiyatro. Aristoteles tiyatroyu gerçeğin abartılı şekilde
sahnede taklit edilmesi olarak tarif eder. “Hansel ve Gretel’in Öteki Hikayesi”
kafamdaki bu tiyatro tabularının dışında bir oyundu, hatta gerçeklik seviyesi o
kadar yüksekti ki bir an karşımda iki sevdiğim oyuncu olduğunu unuttum ve
tanımadığım Amerikalı kardeşlerin evinin camından gizlice onları gözlüyormuş ve
onların özellerine dalıyormuş hissini yaşadım. Oyunun başlangıcında küçük bir
ses düşüklüğü yaşanmış olsa da bu çok kısa sürdü ve hikayenin devamı oldukça
yüksek ve tempolu şekilde ilerledi. Salih Bademci ve Ayça Bingöl’ün sahnede
sergilediği oyunculuk yıllar sonra tiyatroya dönme isteği yaratacak kadar
iyiydi. Ayakta alkışladığım %50 prodüksüyonsa, %50 oyunculardı. Özellikle de
Kiralık Aşk’tan önce adını duymadığım Salih Bademci öyle harikaydı ki başka ne
oynamış bu adam diye eve döner dönmez yüce Google’nin başına oturdum.
Yönetmenliğini Ali Altuğ’un yaptığı oyun gerçekten
çok etkileyici, izlemediyseniz kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Bu
bildiğiniz gibi bir hikaye değil dedim ya, aslında derinlere bakınca bildiğimiz
hikayeye ne kadar benzediğini görüyoruz. Duygusal anlamda kayıp iki karakter
var elimizde, iki kardeş. Hayat onları bilmedikleri yerlere sürüklemiş. Oyun
boyunca karakterler arasındaki tüm tartışmalar, diyaloglar, geçmişi yad edişler
aslında onları özlerine, yani aslında oldukları kişilere, aile olmaya götüren
çakıl taşları. Döndükleri yerde gerçekler var ve gerçekler acıtır.
Oyuna bilet almak veya daha yakından incelemek isteyenler tıklasın!