Hayat
dediğimiz “yaşam süreci” size de garip geliyor mu, yoksa böyle şeyleri düşünen
bir ben miyim? (Ne olur yalnız olmadığımı söyleyiiiiiin!) Mesela bu aralar
favori konum kalp ile mantık arasındaki uyumsuzluk. Bütün organlarımız muhteşem
bir ahenk ile çalışırken kalp ile beyin bir türlü aralarında anlaşamıyorlar.
Kalbi dinlesek beynimiz kafatasımızın içinde tepinip duruyor, ağrısından
durulmuyor. Beyninizi dinlesek kalbimiz ağzımızdan çıkacak gibi çarpıyor. Vay
arkadaş bu nasıl iş diyorum sonra Murat ve Can 2’lisine bakıyorum, geçiyor. Demek
ki böyleymiş diyorum hayat. Eğer elimizde birden fazla “seçenek” varsa ve
hepsini aynı anda seçemiyorsak gidenin arkasından da ağlamayacağız.
İlişki Durumu: Karışık ‘ın on beşinci bölüm yorumuna
geçmeden kendimle ilgili kısa bir şey anlatmak istiyorum. Doktoraya kadar olan
tüm eğitim kariyerim finans üzerineydi. Daha bismillah, üniversite hayatımın ilk
günü ve ilk dersi ekonomiydi ve hocanın öğrettiği ilk konu “fırsat maliyeti”ydi. En basit ifadeyle fırsat maliyeti; elimizde birden fazla alternatif varsa ve
biz sadece bir tane seçmek zorundaysak seçmediklerimizin faydasından ve zararından
vazgeçmiş oluruz. Hocamız, bu kavramı sadece bu dersin içine sıkıştırmayın, bu
kavram hayatlarımızın iki kelimelik özeti, demişti. Yaşadıkça, gördükçe,
tanıdıkça ne demek istediğini daha iyi anladım. Yetmedi, bu yorumu yazarken
Ayşegül’ü aldım bu kavramın ortasına koydum. Hadi bakalım seç kızım, ama seçtiğinde
neleri kazanacağını ve seçmediğinden neler kaybedeceğini iyi hesapla! Kalbindeki Can mı, aklındaki Murat mı?
Tüm bölümü Ece gibi izledim.
On beşinci
bölüm itibariyle herkes bıraktığımız yerdeydi. Can, aşkını tüm ülke huzurunda
haykırırken, tüm kahramanlarımızda ekran karşısında hayretler içinde Can’ı
izliyordu. Can’dan çok ama çooo…k geç kalınmış, gereksiz büyüklükte bir adımdı.
Belki Can bu kadar büyük hareket etmeseydi Ayşegül, Murat’a “Can’dan boşanmak
istiyorum, yardım et.” demezdi gibi geliyor sanki bilemedim. Ayşegül, Can’dan
vazgeçerken fırsat maliyetini hesapladı mı acaba? Neler kaybedeceğini düşündü
mü? Kalbi mesela. Mahkeme onları ayrınca Ayşegül’ün kalbinin velayeti Ayşegül’de
mi kalır sizce. Hiç sanmıyorum!
Benim romantik baktığım bu durum Can Tekin'in popülaritesini de yeniden yükseltti. Canım ama o işlere bizde Handan bakıyor.
İlle de Caaaaan diyorsak sanki yatakta oturan daha iyiydi.
Can’ın
Ayşegül’e olan her hissine yürekten inanıyorum. Ayşegül’e kızması, onun için ağlaması, sevmesi, gülmesi… Kıza
karşı tüm hisleri, davranışları gerçek geliyor. Ama bu durum Can’a zücaciye dükkânındaki
fil gibi davranmasını gerektirmez. On beşinci bölüm boyunca Can’ı Ayşegül’ün
peşinde, boşanmaktan vazgeçirmeye çalışırken izledik. Aşk gerçekten var mı yok
mu diye düşünürken bir ara Ayşegül’e inanıp aşkın kapitalist sistemin dayattığı
zorbalıklardan biri olduğunu düşünmeye başlayacaktım ki, Can’ı görünce
vazgeçtim. Can’ın o yoga salonunda “ohhhmmmmm”layan, ilişki terapistine giden, aşkında
içip içip sarhoş olan, sarhoş olduktan sonra Ayşegül’e kalbinden dökülenlere söyledikleri
–ki genelde insanlar sarhoş olduklarında bilinçaltının üste çıktığını söylerler- hallerine sonuna kadar inanmasam vazgeçmezdim. Hatta Can’ın gözünden bir damla yaş
düştüğünde “Acaba?” mı dedim. Ama benimde gözlerimin önünden, Ayşegül’de olduğu
gibi, Can’ın yaptıkları bir film şeridi gibi geçti. Koca paragraf + bir damla gözyaşının
özetini söylüyorum: Pişmanlık!
Can için tek
sayfa yetmiyor (^.^) , devamı bir sonraki sayfada…