Kokun ellerine sindi mi anne?
Anne! Tesiri ne kadar etkili bir sözcük? İçinde barındırdığı anlam değerinin boyutu ölçülemez. Henüz bir çocuğum yok, fakat son zamanlarda çocuklu annelik ile annelik kavramını sorgular vaziyetteyim. Bu konuda kendimle çok çeliştim. Verdiğim karar dâhilinde de “anne” kavramının doğurmak ile bir ilişkisi olmadığına kanaat getirdim. Biz kadınlar, hormonlarımızdan gelen dürtüler eserinde, birçok davranışa içgüdüsel olarak tepki verebiliriz. Eğer bir kadın annelik kavramını yüreğinde taşıyorsa, bir çocuğu ya da bebeği gördüğünde içinden sıcak sıcak bir şeylerin aktığını hissediyorsa; biyolojik olarak çocuk doğurmasına gereksinim duymaz. İçinde hissettiği ân, O, anne olmuştur zaten. Annelik vasfını hak etmiştir. Çeyrek asrı teşkil eden ömrüm boyunca birçok anne modeline şahit oldum. Bunun için, o kadar da dışarılara bakmam gerekmedi. Anneme, ananeme, babaanneme ve diğer anneleri gözlemlediğimde karşıma, istemediğim çeşitlikte, annelik algısı çıktı.
 
İçinde bir canlıyı yeşertmek, dokuz ay boyunca sabırsızlıkla bekleyip, kucağına alacağın günü saymak klasik anne teorilerinin başında geliyor. Ama benim, annelik kavramlarım arasında nahoş algılar da yer alıyor. Mesela sırf ikiz doğurdu diye, kundaktaki bebeğini, kardeşi istediği için evlatlık veren bir anne modelini de gördüm. Ablası âni bir beyin tümöründen vefat edince çocuğunu kaçırıp, on dört yaşına gelinceye kadar – o yavruyu – diğer yavrusundan kayırıp, dışlayan bir anne. İçindeki annelik hissiyatını evlatlık verdiği çocuğuna hissettiremeyen bir anne! Sonra başka anneler de biliyorum. Bir gün olsun çocuğuna sevgisini göstermemiş, öpmek yerine dayak atmayı ilke edinen bir anne. Bunları büyük sayılamayacak yaşta idrak eden birinin, hâliyle, annelik kavramı da epey kafa karıştırıcı oluyor.

Cihan'cığım hangi kursa gittiğini söyle kardeşlerine onlar da ehliyet alsınlar. 

Benim için ise anne olmak; ellerinin anne gibi kokmasıdır. Küçüktüm. Kreş çağında falan! O zamanlar, her şeyin ve her algının farkına yeni varıyordum. İşte, o günlerden birinde annemin el kokusu burnuma sindi. O kokuyu burada anlatmam çok güç. Herkesin anne kokusu başkadır. Ben de, annemin yemek kokulu elini benimsedim. “Bir evde soğan pişerse, o evde yaşanma belirtileri vardır.” bu söze en içten duygularımla inanırım. Annem mutfağa her girdiğinde, o soğan kokusu benim huzurum olur. Yaşım kaç olursa olsun, bu kokuyu duyar duymaz ayaklarım beni ocağın dibine itekler. Sevgisini fazla gösteremeyen biri olduğum için; başta annem olmak üzere çevremde beni yakından taşıyanlar her daim bu huyumdan şikâyetçi olmuştur. Onlar, her ne kadar sert bir karaktere sahip olduğumu söylese de işin aslı bende saklıdır. Ama ne zaman annemin kendine has el kokusunu duysam; burnumu en derininden sızlatır. Çünkü bu koku içimdeki sevginin dışa yansımasıdır. O zaman, annemin dibinden ayrılmak istemem. Hayatın gaddarlıklarına karşı koruyup, kollasın isterim. Belki de bu nedenle her yaptığım soğanlı yemekte ellerimin annem gibi kokmasını dilerim. O kokunun elimden yok olmaması için değişik metotlar uygularım. 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER