Limitless: Eğer kendine engel olmayı bırakırsan yapamayacağın şey yoktur!

Limitless: Eğer kendine engel olmayı bırakırsan yapamayacağın şey yoktur!
CBS geleneksel olarak her yıl yaptığı gibi bu yıl da 9-11 Ağustos tarihleri arasında Los angeles'te yeni sezon dizilerini dünya basınına tanıtan bir toplantı düzenledi. Türkiye'den iki mecra bu toplantılara akredite oldu. Habertürk ve RaniniTv. Üç gün süren toplantılarda bize gösterdiği ilgi ve ihtimam için öncelikle  CBS Stüdyoları İletişim Koordinatörü Robyn Abzug'a, Sobraz ve FIC Türkiye ekibine teşekkür ederiz.

Ranini arayıp, bu toplantılardan bahsettiğinde oldukça heyecanlandım. Uzun yıldır L.A'de yaşıyorum ve eğlence sektörünün içinde çalışıyorum. Televizyonda izlediğimiz dizilerin yaratıcıları ve yıldızlarıyla bir araya gelme fikri oldukça heyecanlı bir imkandı. Teklif kabul ettim ve yıl boyunca Türkiye'de Fox International'ın kanallarında yayına girecek olan bütün dizilerin toplantılarını izledim. Dizilerin yayın tarihleri yaklaştıkça sizlere o toplantılardan da izlenimler aktaracağım.



Ama önce Beverly Hilton otelde yapılan toplantılarda konusunda çok deneyimli onlarca dizi yazarı gazeteciyle bir  arada olmak, soruları ve cevapları takip etmek, ortamın havasını koklamak nasıldı, size öncelikle bu tip detayları aktarmak istiyorum.  Toplantıyı düzenleyen CBS ekibi doğal olarak çok profesyonel. Deneyimsiz de olsanız, deneyimli de olsanız ayırmadan bütün sorularınıza nezaketle cevap veriyorlar. Toplantı esnasında olacakları, nasıl devam edileceğini, gerekli kuralları önceden tane tane anlatıyorlar. Mesela toplantı sonrasında bize fotoğraf hizmeti vereceklerini, toplantı esnasında ayrıca fotoğraf çekmek için kasmamanız gerektiğini, tüm toplantıların kayıt altına alındığını, herhangi bir soruyu ya da cevabı da kaçırısanız endişelenmemeniz gerektiğini anlatıyorlar.

Toplantılar tam söylenen saatlerde başlıyor. Oyuncuların yanında yöresinde, onlara kaş göz eden, söze karışan, onların yerine cevap veren ya da toplantıyı yönlendiren menajer/ asistan/ PR Sorumlusu ya da benzeri isimlerde kişiler yok. Hemen hemen sorulan her soruya oyuncular cevap veriyor. Çünkü katılımcı yazarlar da sadece işe odaklılar. Oyuncular da rahat, sıcak ve samimiler. Her toplantı için belirlenmiş bir süre var ama yine de soruların cevapları bitmeden toplantıyı kapatmıyorlar. İlginç ve öğreticiydi. Şimdi lafı uzatmadan iki ayrı toplantıda karşımıza çıkan Limitless yıldızlarının röportajına bırakıyorum. Limitless hakkında her türlü ön bilgiye de dizinin RaniniTv'deki sayfasından ulaşabilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler!

İşte Limitless'in genç başrol oyuncusu Jake McDorman (Brian Finch), Jennifer Carpenter (Rebecca Harris) ve yaratıcı ve yazar ekibinin lokomotifi Craig Sweeny sohbeti..

Soldan sağa: Jake McDorman (Brian Finch), Craig Sweeny ve Jennifer Carpenter (Rebecca Harris) 
 
● Merhaba, öncelikle Craig'e sormak istiyorum. Pilot bölümü izledim. Özellikle ikinci yarısı oldukça hareketli. Hikaye epizodik mi yürüyecek yani bölümde işlenen sadece o haftalık bir konu mu olacak?

Craig Sweeny: Dizi çoğunlukla tek bölümlük konulardan oluşacak. Limitless'ten bahsederken karşılaştırdığım diğer projeler birbirine çok benzeyen işler değil ama onların hikaye anlatım tarzları hoşuma gittiği için örnek olarak kullanıyorum. Yani The Shield veya Buffy the Vampire Slayer gibi dizileri düşünürsek her sezonun bir ana hikayesi, teması olurdu. Bu tema genelde beş veya altı bölüme yayılırdı ve diğer bölümler her hafta başlayıp biten ayrı hikayeleri işlerdi. Bu model benim hoşuma gidiyor çünkü dizi umduğumuz gibi başarılı olursa, yedi sezon sonra dönüp baktığınızda ortaya çıkan iş bir kitabın bölümleri gibi oluyor. Geriye bakıp “Ah bu John Lithgow’lu sezondu.” diyebiliyorsun veya The Shield’deki Armenian Money Train’la veya Buffy’deki Faith ve Belediye Başkanı'yla savaştıkları sezondu diyebilirsin. Sevdiğim dizilerin hep böyle bir hikaye anlatım tekniği var ve iddialı işlerinde bu tür hikaye kodlamaları oldukça işe yarıyor. Yani hikayenin başlayıp bittiği epizodik bölümler yapacağız ama bu daha geniş bir üst hikayeyle birlikte olacak ve o hikaye de epizotların akışına yedirilerek devam edecek.

● Jake, sence Bradley Cooper'in izinden yürümek nasıl bir his?
Jake McDorman: Aslında dizinin kurgusu bu soruyu ortadan kaldırıyor çünkü dizi, filmin yeniden çekilmesi değil. Hikayemiz filmde yansıtılan evrende geçiyor. O kadar. Ama Bradley’nin Eddie Mora rolünü tekrarlaması çok yardımcı oluyor. Bir aktör olarak ondan çok şey öğreniyorum. Aynı zamanda Brian ve Eddie birbirinden çok farklı karakterler. Bu dizinin en sevdiğim yönlerinden biri bu. Çıkıp da “filmde olan biteni unutun, biz bu konsepti alıp, sıfırdan başlıyoruz” demiyor. Öyle olsa daha çok baskı hissederdim.

Filmin geçtiği evreni genişletmesi, büyütmesi çok heyecan verici. Mora’nın varlığını ve filmde olup bitenleri karakterimi geliştirirken kullanabileceğim bir arka plana dönüştürüyor. Filmdeki Eddie Mora’ya bakarsanız hapı aldığı gibi, “tamam madem hayatım bu hapla çok daha iyi her gün kullanayım” gibi bir sonuca varıyor. Hep “ne kadar bulursam almalıyım,” diyor. Brian’ın hapla tanışması Eddie’ninkine benzese de ilacı kullanır kullanmaz aklına gelen ilk şey babasına veya başka birine nasıl yardım edebileceği düşüncesi oluyor. Burada başkalarını düşünme durumu var. Belki de Brian’ın saflığı onu bu kadar ilginç ve daha uzun bir karakter yolculuğuna çıkması için uygun kılıyor. Yeniden soruya dönersek, birinin izini sürmek bence çok eğlenceli. Benim için bir şeref. Durumdan çok memnunum ve Bradley’in de büyük bir hayranıyım. Harika. Onun sayesinde ben de daha iyi oluyorum.

● "Dexter"dan sonraki hayatını ve seni bu projeye neyin çektiğini bize anlatır mısın?
Jennifer Carpenter: "Dexter"dan sonra televizyonda travma sonrası stres bozukluğu yaşadığımı söyleyip duruyorum. Çünkü karakterim hem çok derin hem de çok ama çok ciddiydi. Debra’nın gülümsediği veya güldüğü çok az sahne görürsünüz. Dizi bittiğinde ve omzumdan bu yük kalktığında yapacaklarımın daha bitmediğini hissettim. Dexter'daki yolculuğumdan işaret gelince ağlamak gibi birçok harika şey öğrensem de [Gülüyor] bir oyuncu olarak toplam yolculuğumu tamamlamadım ve alabileceğim kadarını almadım. "Limitless" karşıma çıktığında olayların düşünce hızıyla ilerlediğini düşündüm. Proje, televizyon izleyicilerinin artık çok zeki olduğunun hakkını veriyor gibiydi. Bence bu durum, filmin süre darlığından dolayı temas edemediği birçok yeni bölgeyi keşfetme fırsatı veriyor. Aynı mecazla devam edeyim, Craig de bizi bu bölgeleri keşfetmemiz için her türlü ekipmanla donatmayı biliyor [Gülüyor]. Gerçi senede 22 bölüm çekme fikri hâlâ biraz gözümü korkutsa da harika insanlarla çalışacağım için çok heyecanlıyım.

1986 doğumlu McDorman, 2003 yılından beri televizyona iş yapıyor. Limitless ikinci başrolü

● Dizideki karakterlerin pelerinleri ya da özel kostümleri yok ama sizce dizi modern bir süper kahraman hikayesi olarak yorumlanabilir mi?
Jake McDorman: Açıkçası bence evet. Dizi hakkındaki ilk toplantılar sırasında da Brian bana böyle yansıtıldı; gizli bir süper kahraman olduğunu söylediler. Film pek süper kahraman filmi sayılmaz ama düşününce bir hap alıp Sherlock gibi bir dahiye dönüşmesini bir "süper güç" olarak tanımlayabiliriz. Birçok açıdan tarife uyuyor. Hikaye ilerledikçe bence Brian’ın süper kahraman olduğunu sanırken ne kadar yanıldığını da göreceğiz. Bu yüzden bence evet.

● NZT, kullanan insanı ortamdaki en zeki insan yaptığına göre, sizce setteyken aranızdaki en zeki insan kimdi ve neden?
Jennifer Carpenter: En az konuşanımız herhalde.

Jake McDorman: Gerçekten de. Kim en zekimizdi? Sen [Craig Sweeny] Culver City’deydin [senaristlerin ofisi] bu yüzden sendin diyemeyiz. Bizimle değildin.

Craig Sweeny: Sanırım Jennifer haklı. En zekimiz çoğu zaman en az konuşanımızdır. Genelde en zeki olan sessizce etrafını gözlemler. Maalesef bu işte bunu pek yapamıyorum. Durmadan laf yetiştirmem gerekiyor, bu yüzden o ben değilim. Ama yazarlar için yaratmaya çalıştığım atmosferle herkese -gerçekten dokuz kişilik ekibin her birine- sırayla odadaki en zeki insan olma fırsatını vermeye çalışıyorum. Bu sayede sadece benim yazdıklarımdan ziyade bir fikir birikimi oluyor.

Jennifer Carpenter: Böyle düşünmemin nedeni, insanların konuşanı yargılaması. İnsanlar konuşanın ne kadar akıllı veya sevimli veya dürüst veya sadık olduğuna karar verir. Bu nedenle belki ağzımızı kapalı tutmak daha iyidir, bilmiyorum.

Craig Sweeny: Bu tavsiyeye uyacağım.

Jennifer Carpenter: Bir şey daha ekleyeyim. Annem hep bazen söyleyebileceğin en zekice lafın “bilmiyorum” olduğunu söyler. Bu yüzden “bilmiyorum”.

Craig Sweeny: En baştan bunu deseydik keşke.

Jennifer Carpenter: Evet.

● Craig, sık sık süper zekaya dönüşen bir karakter yazıyorsunuz. İçinde bulunduğu ortamlarla ilgili bu kadar zekice analizleri nasıl yazıyorsunuz? Yani sonuçta karakterin normal bir insanın kapasitesini aşması lazım. Onun bu denli zeki olduğunu gösterecek bir sürü şey bulmak ve yazmak zor olmuyor mu?
Craig Sweeny: Evet gerçekten de zor. Ama eğlenceli bir zorluk. Ama geçmişime bakarsanız bu tür zorluklara alışkın olduğumu göreceksiniz. Son üç senedir “Elementary”deki Sherlock Holmes karakterini yazıyorum. O da devamlı böyle. Bu yüzden böyle bir işin altından kalkmaya alışkınım. Elbette zorlukları var ama çevremdeki herkese de söylediğim gibi, mesele katiyen Brian’ın zeki görünmesi için etrafındakileri salaklaştırmak değil. Çevresindeki zeki insanlardan daha zeki olması gerekiyor sadece. Bu yüzden bayağı kafa yoruyor. Bazen ilk aklınıza gelen çözüm yeterince komplike veya akıllıca olmayabiliyor, çalışmaya devam etmeniz gerekiyor. Ama bu, yaptıkça öğrenilen ve ustalaşılan bir iş.

● Bu soru hepinize; sırf diziye hazırlanmak amacıyla da olsa dizideki ilaca benzer nörotrofik bir ilaç kullandınız mı? Hayırsa neden? Evetse nasıldı?
Jake McDorman: Hayır. Çok kısa süre içinde çekimlere başlamamız dışında bir sebebim var mı bilmiyorum. Ama Brian da asla kullanmazdı. NZT’yle ilk karşılaştığında konuyla ilgili hiçbir tecrübesi yoktu. Ben de bu tip takviyelerle ilgili pek araştırma yapmadım ve onların da, dizideki NZT’nin de bilimsel temellerini bilmiyorum. Çok da ilgilenmiyorum çünkü hikaye Brian’ın ilacın etkisi altındayken odadaki en zeki insan olmaktan duyduğu zevkin etrafında dönmüyor. Bazen en merhametlisi olmak, bazen ise odadaki diğer herkesle en samimi iletişimi kurmak ve iletişim kurduğu herkesin ne kadar muhteşem olduğunu fark edebilmek. Yani dizinin odak noktası her zaman beyin gücü değil; daha ziyade duygusal bağ. Sonuçta yüzde yüz her açıdan yüzde yüz demektir. Bu yüzden, hayır.

Craig Sweeny: Benzer bir ilacı başka sebeplerden dolayı birçok kez kullandım. Kafein hapı gibi düşünülebilir. Senaryo yazarken kullandım ve hepsi bu kadar. Tamamen yasal ve doktor reçetesiyle satılıyor. Ama şunun altını çizmenin önemli olduğunu düşünüyorum: NZT tamamen kurgu bir ilaç. NZT ve antidepresanlar arasında bire bir benzerlik olduğunu söylemiyoruz. Sadece bazı metaforlar NZT için de geçerli. Çünkü bu tip bir madde geliştirilse böyle bir ilaç olurdu. 

Jennifer Carpenter: Ben de sekiz buçuk aylık hamileydim. Kafein bile kullanmıyordum, yani hayır.

Carpenter, Dexter sonrasında bir bölüm The Good Wife'a konuk olmuştu

● Pilot bölümü çekilirken sekiz buçuk aylık hamile olduğunu mu söyledin? İnanamıyorum. Harika görünüyorsun. Bize biraz bebeğinden bahseder misin? Yani kız mı erkek mi? İsmi ne? Yeni bir anne olarak yeni bir diziye başlıyorsun, nasıl gidiyor?
Jennifer Carpenter: Teşekkür ederim. Sanırım daha durup da her şeyi sindiremedim. İsmi Isaac, yarın (10 Ağustos) 13 haftalık olacak. İyi bebek kötü bebek var mıdır bilmiyorum ama şansıma çok iyi bir bebek. Uyuyor, yiyor ve gülüyor, başka da bir şey yaptığı yok. Arada birkaç kez altını değiştiriyoruz. Ama diziyle ilgili beni aradıklarında şaka mı yapıyorsunuz dedim. Benim programıma ayak uyduracaklarına inanamadım. Ama iki hafta içinde New York’a taşındım, yeni bir ev buldum, Los Angeles’teki evimi sattım ve bu şahane programa göre çalışmaya başladım. Bunlar hep işaret. Çok komik, doğru kararı verdiğimin canlı kanıtı var önümde. Bir ebeveyn olarak hata yapmaktan çok korkuyordum ve bu hayatımı diziyle örtüştürürken çok işime yaradı. Çünkü gerçekten çok iyi bir oğlum var. Sonradan onun öğretmen benim öğrenci olduğum fikrine alıştım. Öğrencilerin aptalca sorular sorma ve hata yapma hakkı vardır. Brian’ın da Rebecca’yla bunu yapmasına izin veriyorum. Rebecca ona güveniyor ve Brian tuhaf bir şekilde onun öğretmeni gibi. Özellikle özel hayatında, çünkü Rebecca’nın normal insanlarla pek bir ilişkisi yok. Brian’ı değiştirmeye veya kesin kalıplara sokmaya çalışmadan incelemesi gerekiyor ve bunun için açık fikirli olması lazım.

● Tebrik ederim.
Jennifer Carpenter: Teşekkürler!

● Craig, film dört yıl önce 2011’de gösterime girdi. O zamandan bu yana beyinle ilgili yapılan araştırma ve bilimsel yenilikleri takip ettiniz mi? Neler değişti? Ayrıca bize genel olarak dizinin çıkış noktası hakkında bilgi verir misiniz? Üç senedir aklınızda olan ama yeni gerçekleşen bir proje miydi yoksa bir anda mı ortaya çıktı? Bir anda derken, çok mu yeni bir fikir demek istiyorum.
Craig Sweeny: Öncelikle söylemem lazım ki film ekibinin bir parçası değildim. Filmi ben de normal bir izleyici gibi kablolu TV’de izledim. Bana en etkileyici gelen ise şu oldu; filmi ilk seyrettiğimde bilimi sihir gibi gördüm. Sanki düşünme sürecinin böyle çarpıcı betimlemelerine ulaşmak için alınan bir bilet gibi. Filmin bu yanına bayılmıştım, bu yüzden de potansiyel bir dizi uyarlaması için karşıma geldiğinde hiç düşünmeden kabul ettim. Sonra da iyice dersimi çalıştım. Üniversitede biraz nöroloji öğrenmiştim. Bu yüzden çok kapsamlı olmasa da konuya dair biraz bilgim vardı. Dizi için danıştığımız bir nörolog var. Bize nöroloji biliminin dili ve jargonu, beynin farklı kısımlarının birbirine nasıl bağlı olduğuna ve nasıl daha etkin bir şekilde bağlanabilecekleri konusunda rehberlik ediyor. Beyin hakkında henüz bilmediğimiz çok şey var. Bu tip soruları cevaplarken bir şeyin altını çizmeye özen gösteriyorum. Sonuçta bu tema, türün temel unsurlarından biri. Konu işin bilimi değil. Bilim esas kaygımız değil ama neticede beyinle ilgilendiğimiz için bayağı bir araştırma yaptım ve bu oldukça ilgimi çeken bir konu.

● "Limitless" hakkında araştırma yaparken Brian Finch’in NZT kullanan bir Sherlock Holmes gibi olduğunu düşündüm. Sherlock Holmes gibi vakaları çözmek için NZT kullanıyor.
Craig Sweeny: Gerçekten mi? Aslında evet, olay çözme açısından öyle sayılır. NZT aldığında olayları çözebiliyor. Gerekli her türlü yöntemi kullanarak Sherlock Holmes gibi suçları aydınlatabiliyor. Ama bu geçici bir durum. Bunu sadece ilacı aldığında yapabiliyor ve verimli, neredeyse sosyopat derecesinde sistematik çalışan Sherlock Holmes’ün aksine Brian bu tip yetenekleri konusunda çok hevesli. Onu çok farklı kılan, işe yaramaktan dolayı duyduğu amatör bir heyecanı var. Hapı aldığı zaman olup biten her şeyi çözeceğini, kavrayabileceğini, farklı kaynaklardan faydalanabileceğini ve beyninin normalde ulaşamayacağı yeni ve heyecan verici kısımlarını kullanabileceğini biliyor. Brian’da NZT etkisi altında olduğu ve ilacın etkisinin geçmeye başladığı saatler boyunca mevcut bir heves var. “Bakın ne yaptım,” der gibi ve bence bu Sherlock Holmes’de yok.

Jennifer Carpenter: Ayrıca yalnız da çalışmıyor.

Craig Sweeny: Doğru.

Jennifer Carpenter: Parlak fikirleri oluyor ama bunlar sadece bir yap-boz'un parçaları ve bir anlam ifade etmeleri için bu işin eğitimini almış kişiler tarafından bir araya getirilmeleri gerekiyor.

Dizi her cuma FoxCrime'da yayınlanacak

● Jennifer, az önce “Dexter” bittikten sonraki sürecin senin için yorucu olduğundan, farklı bir şey yapmak istediğinden bahsettin. Fakat bu dizi “Dexter” kadar olmasa da pek hafif bir iş sayılmaz. Bu projeye dahil olmanın nedenlerini merak ettim. Yine emniyet teşkilatı üyesisin. Dexter'den sonra seni çılgın bir komediye yönelmekten, tam tersi bir yola sapmaktan  alıkoyan ne oldu?
Jennifer Carpenter: Mezun olduğumda komediye yönelmeyi düşünüyordum. Ama “Dexter”dan sonra istersem kendimi yırtayım o kapının bana kapandığını düşündüm. Kimse beni o tip bir rol için düşünmezdi, çünkü kimse beni daha önce o şekilde görmemişti. Aynı zamanda hayatımın şu anki durumunun da etkisini yadsıyamam. Çekimler sırasında sekiz buçuk aylık hamileydim. Yapabileceklerim konusunda dürüst olmam gerektiğini düşündüm ve emniyat teşkilatıyla ilgili yaptığım yüzlerce saatlik araştırma sayesinde bu dünyaya kolayca uyum sağlayabileceğimi biliyordum. Elimde bu vardı. Ama farz edelim bir müzik grubunu dinlemeye gittiniz. Ama ikisinin de grup olması yan mekanda çalanla aynı oldukları anlamına gelmez. Karakterim tamamen farklı ve Craig’le konuştuk, Debra gibi bir açık veya iflas yüzünden çalışmıyor. Hayatından memnun bir kadın ve FBI’ı araştırırken öğreneceğiniz ilginç şeylerden biri de çok neşeli insanlar olmaları. Arabadan inip bir şüpheliyi takip etmek üzere silahlarını çekerken gülüyorlar. Hill Harper bu hafta sonu bir FBI çalışanıyla ilgili bu hikayeyi anlattı. Ben de yeni denizlere açılmak için iyi bir fırsat bulduğumu düşündüm. Kesinlikle bu riskin karşılığını alıyorum. Jake’e [McDorman] de söyledim, işimi yapıyorum. Bir sonraki gün için hazırlanıyorum. Karşımdakinin replikleriyle ilgili bir beklentim oluyor. Jake ise hiç hazırlıklı olmadığım bir şey söylüyor. Güldüğüm yeri siliyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir yandan kendimi hazırlıyorum. Bu her gün çalışma işi çok hoş ve “Dexter”dayken hiç keyfini süremediğim bir şey. Bu sayede hayatımda vereceğim sonraki kararlar için de kendime güveniyorum.

● Bradley Cooper’ın dizideki rolü ne büyüklükte? Mesela kaç bölüm oynayacak?
Jennifer Carpenter: Kendisi senaryo danışmanımız [Gülüyor].

Craig Sweeny: Vay be, acayip olmaz mıydı? Bradley bundan sonraki bölümlerin hepsinin uygulayıcı yapımcısı. Bunun dizi için önemi büyük. Dizinin nasıl olması gerektiğine dair düşüncelerimi onunla paylaşırken karakteriyle ilgili harika fikirler verdi. Geçen Kasım’da [2014] New York’taki bir otel lobisinde konuştuğumuz şeylerin çoğunu pilot bölümünde Eddie Mora’dan duyabilirsiniz. Şu ana dek “Limitless”ın genel konsepti ve televizyon dizisi “Limitless”la ilgili fikirlerime dair düşünceleriyle bize yol gösterici oldu ve ilginç fikirler verdi. Dizi için önemi ve katkısı paha biçilemez. Ne kadar sık görüneceğini soracak olursanız gerektiği kadar görünecek. Bu da bayağı sık anlamına geliyor.

Bradley’le "12 bölümün 7’sinde oynayacaksın" gibi bir kontratımız yok. Haliyle, kendisi kariyerinin böyle kontratlar imzalayacağı bir noktasında değil. Dolayısıyla Bradley’nin dizide görünmesi ondan yapmasını istediğimiz şey için ne kadar hevesli olduğuna ve elbette programına bağlı. Pilotu beğendiği için bu konuda aramız iyi. Bölümle gurur duydu. Jennifer [Carpenter] ve Jake’in [McDorman] çıkardığı işe bayıldı. Oynadığı sahneyi de çok sevdi ve Marc Webb’i çok takdir ediyor. Diziye daha fazla dahil olmayı istiyor. Biz de onun daha çok bulunmasını istiyoruz. Büyük ölçüde onun programının yoğunluğuna göre bir araya gelip bir şeyler çekeceğiz. Bu sadece tahmin ama bu sezon onu üç veya dört kez daha göreceğimizi düşünüyorum.

● Jake. Bradley Cooper’ın canlandırdığı karakterden farklı olarak siz ilacı suça karşı savaşmak üzere alıyorsunuz. Yani kendinizi düşünerek hareket etmiyorsunuz ama sizce karakteriniz zamanla ilacın yan etkilerine yenik düşecek mi?
Jake McDorman: İleride böyle bir şey olabilir. Hiçbir fikrim yok. Pilot bölümde Eddie’nin ona verdiği iğneleri olduğu sürece yan etkilere karşı bağışıklığı var. Hatta FBI’ın onunla ilgilenmesinin tek nedeni bu. Üstün zekalı asker ve ajanlar eğitme programları var ama görünüşe göre şimdiye kadarki tüm adaylar yan etkiler yüzünden ya ölmüş ya da ölmeye çok yaklaşmış. Bu bana da olacak mı bilmiyorum. Bana öyle geliyor ki, Eddie’nin koyduğu kuralları, çizdiği sınırları çiğnerse Eddie panzehiri vermez ve böylece Brian yan etkileri hissetmeye başlar. Bu da şimdiye kadar bağışıklığı varmış gibi göründüğü için FBI’da bazı kaşların kalkmasına neden olur. Ama böyle bir şey olur mu, olursa ne zaman olur henüz bilmiyorum.

● Canlandırdığın karakter belki bir kahraman ama hikayenin verdiği mesajı düşündün mü? Çünkü bazı insanlar yanlış anlayabilir ve bu mesajı uyuşturucuya ve uyuşturucunun sorunları çözdüğüne yorabilir.
Jake McDorman: Tabii ki. Bu, Marc’la [Webb] pilot bölümünü çekmeden önce en çok tartıştığımız konulardan biriydi. Pilot bölümü Brian Eddie Mora’yla karşılaşmadan ve ondan panzehiri almadan önce geçiyor. Bu yüzden yoksunluk semptomları gösterdiği birçok sahne var. Eddie’yle karşılaşması ve Eddie’nin ona bu öneriyi yapacak ilacı olmasıyla ilgili de birden fazla katmanda çalıştık. Çektiği bu yoksunluk ne kadar derine iniyor? Bağımlılığı ne kadar güçlü ve derin? Ama bence bunlar karakteri çok daha ilginç kılıyor ve üzerinde oynayabileceğimiz bir şey. Ayrıca yan etkilere karşı bağışıklığı olsa bile bu uyuşturucu, diğer tüm bağımlılarda olduğu gibi, hayatının her alanını kontrol ediyor. Bir türlü ondan uzaklaşamıyor. Elbette çok zeki olmanın, eğlenmenin ve dileklerin yerine gelmesinin avantajları var, ama güvenebileceği herkesten izole bir hayatı var. Hiç sırdaşı yok. Sahip olduğu tek şey sanırım Rebecca. Ona bile her şeyi anlatamıyor. FBI’la çalışmaya ve her gün bu maddeyi kullanmaya bir anlamda mecbur bırakılıyor. Büyük ölçekte bakarsak plana uymadığı takdirde onun ve sevdiklerinin hayatını tehdit etmekten çekinmeyen bir politikacının bilmediğimiz bir amacına hizmet ediyor. Bu da bağımlılığın insanı tamamen güçsüzleştiren doğasını gösteren bir metafor. Bu bahsettiğim unsurlar olduğu müddetçe hikayenin zenginleştiğini düşünüyorum, çünkü bağımlılığı sonuçlarını gözardı ederek yüceltmiyor.

Jennifer Carpenter: Herhangi bir şekilde uyuşturucuyu iyi gösteren bir dizinin parçası asla olmak istemem. Rebbeca’yı canlandırdığım, şimdiye kadar çektiğimiz birkaç bölüme bakarak söyleyebilirim ki Brian’ın kahraman kostümünü giydiği zamanlar normal olduğu zamanlar. Bir oyuncu ve insan olarak ise bana en etkileyici geldiği zamanlar kendisi olduğu zamanlar. Çünkü bir açıdan işin içinde bir hap olduğunda benim için olay cazibesini yitiriyor. Etrafındaki sisten sıyrıldığında, aslında sis değil de berraklık diyelim, esas o zaman bu kim, diyorum. Bu aklına nasıl geldi veya bu şakayı nasıl düşündü? Benim için daha ilgi çekici olan kısım burası.

● Brian’ın bir tür modern süper kahraman olduğunu söylediniz. Sizce karakterinizin çizgi roman süper kahramanlarıyla bir benzerliği var mı? Ayrıca Marc Webb’le çalışmak nasıl?
Jake McDorman: Marc’la [Webb] çalışmak muhteşem. Sanırım hepimiz bu konuda aynı fikirdeyiz. Pilot bölümünün kurgusu başlı başına bir karakter gibi. Onun seviyesine çıkmak ve temposuna uymak bu diziyi çekmenin en heyecan verici yanlarından biri. Bir bölüm daha bizimle olduğu için çok memnunum. Çünkü Craig’in [Sweeny] eserini hayata geçirerek ve kamera hareketleriyle şablonu iyice oturtabiliyoruz. Brian’ın NZT etkisi altında olup olmadığı konusunda seyirciye yardım etmek ve hikayenin akışını takip etmek için kullandığı ufak detaylar gerçekten müthiş. Bunu da çok güzel oturttu. Marc’la çalışmak harika. Keşke hep bizimle kalsa.

Süper kahraman karşılaştırmasına gelirsek siz de göreceksiniz, bence Brian gerçekten de bu fikirden hoşlanıyor. Etrafında ve emniyet teşkilatındaki çizgi romanvari havayı seviyor. Bir kısmı gerçek, bir kısmı ise biraz fantazi. Bana sorarsanız ben benzerlik görüyorum. Çizgi roman hastasıyımdır. Gerçekten de diziyle benzerlikler var. Gizli bir kimliği yok belki ama bir sırrı var. Bu da çizgi romanlarda oldukça sık kullanılan bir temadır. İzole bir hayat yaşıyor ve hayatında olup bitenleri kimseyle paylaşamıyor. Yaşadığı şeyleri anlayabilen tek insan Eddie Mora. Onun da niyetinin iyi veya kötü olup olmadığını bilmiyoruz. Ben arada birçok benzerlik görebiliyorum.

Craig Sweeny pilot bölümü tek başına yazmış. Sezonun diğer bölümlerinde ise 9 kişilik bir yazar ekiple birlikte çalıştı.

● Craig, dizinin temelini oluşturan temalar nedir?
Craig Sweeny: Birçok insanın kafasını meşgul eden bir düşünce bu dizinin konseptinin ilgimi çekmesini sağladı; “eğer kendine engel olmayı bırakırsan yapamayacağın şey yoktur.” Eğer ayağını kaydıran bir şey varsa bu kendi yoluna yığdığın ve bir türlü geride bırakamadığın ıvır zıvırdan ibarettir. Eğer tüm bunlarla uğraşmak zorunda olmasaydık şu anda yaptığımızın katbekat fazlasını başarabilirdik. Bence herkes öyle ya da böyle buna inanıyor. En azından ben inanıyorum. Çevremdeki insanlar da aynı şekilde. Şu anda olduğun yerden olmak istediğin yere sıçramanı sağlayan bir hap fikri en başından beri beni çok heyecanlandırdı.
Dizi ilerledikçe bazı temalar farklı yönlere doğru evrilecek. Brian’ın olaylar karşısındaki davranışları, Rebecca’nın Brian’a olan davranışları gibi bir ikiliğimiz de var. Mesela her zaman ilacın etkisinde değil. Brian’ı NZT etkisinde olduğu kadar NZT’siz de göstermemiz çok önemli. Böylece, peki o zaman gerçek Brian hangisi gibi temaları geliştirebiliyoruz. İlaçlı Brian ve ilaçsız Brian arasında bir gerilim mi var? Kapıyı açmamızla çevirmemizle bize açılan devasa bir alan var. Buradaki kapının kolu da hap.
Üstelik bu sadece bir tanesi. Şu anda ilacı tek kullanan Brian, bir süre daha böyle olacak. Fakat kolu herkes çevirebilir çünkü sonuçta bir hap. Bu yüzden ilacı kendi isteğiyle alan herkes kendi sonuç ve problemlerine açılan yeni bir kapıdan geçecektir.

● Bu son soru da hepinize. NZT gerçek olsaydı sizce bir lanet mi yoksa nimet mi olurdu ve bir günlüğüne dünyanın en zeki insanı olacak olsaydınız ne yapardınız?
Jake McDorman: Bir günlüğüne dünyanın en zeki insanı olsaydım başkaları için bir şey yapabilmek isterdim. Tabii öyle olmadıkça cevap vermesi zor. Brian’ın başkaları için yaptıklarına benzer bir şey yapmak isterdim ama nasıl bir şey olduğunu hiç bilmiyorum. Lanet mi nimet mi diye sorarsanız bence her ikisi de. Eğer bahsettiğimiz tüm gezegenin böyle olmasıysa, insan evriminin yeni bir aşaması insanların NZT kullanmasıysa insanoğlunun ahlak anlayışı da değişirdi. NZT kullananlar olarak kullanmayanlara bambaşka bir tür gözüyle bakardık. Kısacası bilmiyorum. Eddie Mora’nın niyetini de bilmiyorum. Şu ana kadar onun adına konuşan birçok karaktere bakacak olursak daha iyi bir dünya düşlüyor. Ama bu amaç uğruna birçok şeyi feda etmekten çekinmeyecek bir adama benzediği doğru ve o birçok şeyin ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Hiçbir fikrim yok. İyi insanların elinde bir nimet, kötülerin elinde ise muhtemelen kıyamet olurdu.

Craig Sweeny: Yazar olarak NZT’nin bir lanet veya nimet olduğunu söylemenin bana düştüğünü zannetmiyorum. İki olasılığı da göz önünde bulundurmam gerekir. Olaya iki açıdan da baktım. Bir nimet olduğuna, çünkü daha zeki olmanın en azından insanların büyük bir kısmında daha iyi bir karaktere yol açacağına inanmayı tercih ediyorum. Herkes hapı kullanabilse dünya daha iyi bir yer olurdu. Bu olasılığa tüm paramı yatırmam ama ben buna inanmak istiyorum. Ben ne yapardım? Sezonun tüm bölümlerini bir günde yazardım, bu da hem insanlığa bir hediye olurdu hem de günün kalanını golf oynayarak geçirebilirdim [Gülüyor].

Jennifer Carpenter: Eğer iki örneğimiz buysa bana lanet olurmuş gibi geliyor. Eğer hayatım cehaletle geçecekse razıyım. Cehalet mutluluktur. Eğer almak zorunda kalsaydım ne yapardım? Bir düşüneyim… Buraya gelirken uçakta Jake’e [McDorman] ne izlediğini sordum. Devletler hakkında çok sinir bozucu bir belgesel izliyordum. Herhalde bu konuyla ilgili bir şeyler yapardım.

Craig Sweeny: Yani dünyayı mı ele geçireceksin? [Gülüyor]

Jennifer Carpenter: Hayır, hayır. Sadece küresel ısınma ve birkaç şeyle ilgili bir şeyleri değiştirirdim.

Jake McDorman: Hill’in [Harper] bu sorulara çok güzel cevapları var.

Jennifer Carpenter: Evet ben ilacımı Hill’e [Harper] verirdim.

Jake McDorman: Evet, ben de. Hapımı, tüm zulamı Hill Harper’a verirdim. O ne yapılacağını bilir. Zaten Başkan’ın da arkadaşı.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER