Öğrendik ki Hayriye Hanım boş durmamış, Mübeccel'i, Şahin Ağa'nın
karısına aracı göndermiş. İlyas'a şefaat eylesin, parmağı kırsın ama
kesmesin diye. Hızır duyunca nasıl alttan aldı anasını, dev saygı duydum. Herkes el birliğiyle adamı delirtmeye oynuyor. Hızır'ın ani öfkelerinin altında gizli şeker olmasın? Bi baktırsanız mı acaba? Hayriye-Hızır ikilisine karşı topyekun ev ahalisi ayaklandı. Meryem'in Hızır'a karşı atarları bende hiç çalışmıyor. O sofrada edilebilecek en sert sözü etti. "Ana-Oğul aynı bokun suyusunuz" demeye getirdi ama neredee o Nazlı'nın kapısından içeri giren Meryem, neerde sofradan ağlamaklı kalkan Meryem...
Hızır kadın konusunda bahtsız adam vesselam. Masada gerginlik tırmandı tırmandı ve sonunda Hızır patladı. Aslında sahnenin tansiyonu yükselince Zeyno'nun (babasının arkasından ettiği son lafıtan sonra) Hayriye'den bir tokat yemesini beklerdim. Hayriye, oğlunun önüne geçti ama eğer "Bir daha da gelme" lafının üzerine tokatı aşk edeydi işte o zaman çatışmanın ağa babası gerçekleşecekti. Olmadı. Bölümlerdir sağlam karakter diye önümüze atılan Meryem'in de merdivene çöküp hüngür hüngür ağlamasını yadırgadım. Bana anlattığınız Meryem, kuyruğu her durumda dik tutar, gider odasına orada ağlardı. Diyorum size Meryem eski Meryem değil diye.. Umarım geçici hallerdir. Meryem'in dik durduğu günler yakındır..
Rahmetli Ananem olsa Hızır'a, "Oğlum karı bulursun da kardeş bulamazsın. Sen İlyas konusuna fokuslan" derdi. Evdeki isyana Nazlı'nın tripleri de eklenince Hızır garibim gitti fidanlığa sığındı. Ve
inanır mısınız, Nazlı hâlâ çocuğu aldırmadığını Hızır'a söylememiş. Allah allah! Demek ki aylardır Hızır'la
Nazlı görüşmüyorlar. Hamileliğin ilk aylarını erkeklerden saklamak o kadar
kolay olmasa gerek. Hiç denemedim ama.. Hoş, annem zamanında beni yedi
ay saklamış, hem de babam dahil yedi sülalesinden. Biraz çatısı da genişmiş.
Gaz maz diye idare etmiş aylarca.
Yıl olmuş 2015, hamile kadının karnı büyümese de bedeni anında ve çok
belirgin şekilde değişmeye başlar. Daha Hızır, elini atmadan uzaktan görse o kızın hamile (fragmana göre altı aylık) olduğunu anlar. Şimdi beni daha fazla konuşturmayın isterseniz? Tamam ekranda salınan karakterler
RTUK gereği ölümüne aseksüel takliti yapıyor da, seyirciye biraz hürmet please..

20 yıl sonra hapisten çıkan Şahin Ağa adeta bir post modern Chance tadı verdi.
Ünlü aktör
Peter Sellers'in bir filmi vardır. Adı
Being There. Film bizde
Merhaba Dünya adıyla oynadı.
Romancı Jerzy Kosinski kendi eseriden senaryolaştırdı. Rivayet olunur ki Sellers komedyen olarak anılmak istemediği için bu filmi yapmak istemiş. Bilmeyenler ilk fırsatta filmi izlesin, bilenler de Şahin Ağa'da neden biraz Chance tadı gördüğümü anlayacaktır. Haydi filmi biraz anlatayım. Chance, kendini bildi bileli bir zengin evinde bahçıvanlık yapan orta yaşlı, kelimenin tam anlamıyla da 'saf' bir adamdır.
Bütün ömrünü bu malikânede hizmet etmekle geçiren Chance'in dış dünya ile hiç teması olmaz. Dışarısı hakkında bildiği her şey patronunun kendisine verdiği küçük televizyondan seyrederek öğrendiklerinden ibarettir. Bir gün patronu ve hamisi olan yaşlı milyoner ölür. Chance kendini gerçek dünyanın içinde bulur. Patronunun kendisine vermiş olduğu eski takım elbisesini de giyerek şehrin sokaklarına dalar ve olaylar gelişir.
Şahin Ağa hapisten çıkmış, gaçalım! İşte 20 yıl sonra hapisten çıkan Şahin Ağa da şehrin gökdelenlerine bakarken bana birazcık Chance tadı verdi. Elbette Şahin Ağa, Chance kadar saf değil. Olaydı keşke.. O değil de Şahin Ağa hikayeye ilk girdiğinde karakterin bu kadar büyüyeceğini, serpileceğini düşünmemiştim. Hızır'a eşlik eden eski mahkum, racon sever bu işlerden emekli olmuş büyüğümüz zannetmiştim ama Şahin Ağa hapisten bir çıktı ki Allah Allah, sanırsın Tony Soprano geldi şehre.. Kurban kesmeler, halaya durmalar.. Ne Şahin Ağa'ymış arkadaş! Şaştım kaldım. Gerçekten ya dikkatimden kaçmış olaya girişi ya da yazarlar karakter sevilince rolü büyütüyorlar. Her durumda tatlı bir figür, şikayetçi değilim zinhar..
Ama masada en ciddi haliyle oturup, 23 Nisan şiiri okuyan çocuk heyecanıyla "Benim adaletimden şüphe eden var mı?" dediğinde, itiraz hakkımı kullanmak için el kaldırdığım da doğrudur. Karanlık dünyanın içinde seke seke gezen adamın elinden silahını alırsan zaten onu öldürdün demektir. Mahmut'u da ölüme mahkum ettin. Sana işleri düzeltirsin diye güvenmiştik ama sen adamları resmen böldün. Ne şekil bi adalet duygun varmış Şahin Ağa! Tek memnuniyetim konunun "Ünal-Özer" entrikasından çıkıp daha içre ve yaşamsal bir çatışmaya dönmesi oldu. Sevindim, entrikanın daha mikro seviyede algılanabilir bir kaosa dönmesine.. Hoş, şimdi Ünal oturduğu yerde Mahmut gibi bir karıncayı ve Selim'i yandaş olarak kazandı ama ikisinin de pek cürmü olmaz.. Bana sorarsanız Hızır, Mahmut'un kafasına sıkmalı.. Ha sıkar mı? Bilmiyorum... Ters zamanına geldi. Tam hayatla ilgili içsel bir sorgulama yaşarken bu kararı doğru değerlendirmesi pek mümkün değil.
Reji, Ünal-Özer sahneleri için hiç değilse görseli zevkli olsun diye (sanırsam) bu sefer de Kaşene'nin bahçesinde sahne çekmiş. Ünal da Bonzai buduyor. Ne incelikli zevkleri olan bir adam. Adeta Raymond Reddington! Evvelce de söylemiştim. Haydi Ünal yaşlı ve kalantor ama Özer net sahaya inmeli. Adama bi ince operasyon çekseniz keşke.. Ünal'ın Hızır tayfasına "çarıklı" demesi güzeldi. O sahnede Ünal'ın karanlık dünyanın algı seviyesini elitist bir çizgiye çekmeye çalıştığını anladık. Ünal, "maraba" tiradı attı ama benden söylemesi sahada onu ipleyen yok. Ünal, bu bölüm tamamen İlyas'a oynamaya karar verdiğini beyan etti. Özer, İlyas'ın ayağına gitti ve "Ağabeyinden de büyük Ünal Bey var" mesajını iletti. Bu arada adamımsın İlyas! Ne olur ne olmaz, kurda kuşa yem olmasın diye kıza bi çanta parayı toka ettin. Kalp kalp kalp!
Zeyno, alışverişe giderken ananı da al git. Yazık, kadıncağız hâlâ nişan elbisesiyle geziyor evin içinde Şimdiii... Benim Sanat
Grubu ile ufak bir anlaşmazlığım var. Hemen izah edeyim. Hayriye, Mübeccel, Hatice'nin kostümlerinde on numara iş çıkarıyor ve kullandıkları detaylar sayesinde karakterlere inanmamı sağlıyorlar. Ellerine sağlık. Saydığım herkesin kostümleri, karakterlerinin sağlamlaşmasını sağlıyor. Ama kostüm ekibi nedense iş Meryem, Nazlı ve Zeyno'ya gelince bi tuhaflaşıyor. Misal Zeyno'nun üzerindekiler pazar malı gibi ama sözde o kızçe kredi kartından 5 bin
lirayı lüks mağazalara boca ediyor diye azar yedi. Bence başka
alışkanlıkları olabilir o parayı kıyafete harcamadığı belli. Hatta kesin bilgi.
Hikayenin diğer kadınlarının kılığına kıyafetine bakınca, daha ilk bölümden itibaren oturmuş bir tarzları varken Meryem ve Nazlı için hala bir tarz aranıyor; karakterlerin görseli karakterlerden ayrı düz koşu yapıyor gibi.. Meryem bu bölüm evde sırtı açık kırmızı elbiseyle dolaşıp, börek pişirdi; fidanlıkta kahvaltıya iş toplantısına gider gibi giyinip gitti mesela.. Nazlı'nın o beyaz zıbınlığından ve Mübeccel geldiğinde giydiği ayakkabılardan bahsetmek bile istemiyorum.
Kadın haklı Beyler! Renk, hikaye anlatımı kadar, karakter kurulumuna da etki eder. Yavur bunu senelerce okutuyor. Meryem mutsuz, huzursuz bir kadın ama en çarpıcı renkleri, neşeli desenleri de o kullanıyor. İşte bunlar hep benim huysuzluğumdan... Misal bu, "kostüm-karakter-renk" üçlemesi konusunda ne demek istediğimi merak eden varsa House of Cards izlesin. Nazarımda Claire, son zamanlarda görsel tasarımı en iyi yapılmış kadın karakterlerden biridir. Ve Claire "temel" çatışmaları açısından hem Meryem'e benziyor hem de kostüm-karakter ilişkisine verilecek en iyi örnektir. Neyse..
Gider ayak, konuya bu bölüm uyandım ki galiba İlyas'ın evi olarak kullanılan mekan da Kerem Sayer'in evi.. Bu villa ne çalıştı arkadaş, girmeyen dizi kalmadı. Adam sağlam yatırım yapmış..
Böyle işte.
R.
Başlığa adını veren şarkıyı şuraya bırakıyorum. Dinleyiniz..