Bu gerçek bir hikayedir. tasvir edilen olaylar 1979 Minnesota’da yaşanmıştır. Hayatta kalanların isteği üzerine isimler değiştirilmiştir. Hayatını kaybedenlere saygımızdan kalan her şey olduğu gibi aktarılmıştır.
Noah Hawley’in kesinlikle sihirli bir kalemi var. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama daha ilk dakikalardan o hayran olduğum Fargo’nun ilk sezonunun tadı damağıma çalındı bile... Bence işin sırrı diyaloglarda ama hala emin değilim.
Bu sefer hikaye Sioux Falls’ı konu almış. Hani şu ilk sezonda Lou Solverson ve bazı polisler arasında geçen diyaloglarda bahsedilen ve Lou’ya özünde polisliği bıraktıran meşhur Sioux Falls olayı. Tek ipucumuz da bu zaten. Öyle berbat şeyler olmuş ki o dönemden kimse yaşananları unutamamış. Her sezonu farklı bir hikayeyi konu alacak bir dizi için bu ilk sezondan ikinci sezona nefis bir besleme.
Amerikan televizyonu dönem işlerini sever ama 80’lere pek az gitmiştir. Yolculuğun nadirliği ilgimi çekti doğrusu. Bölümün ilk çeyreğine kadar bir Rye Gerhardt hikayesi izledik ki Kieran Culkin gerçekten nefis performans sergilemiş. Herhangi bir Culkin için bu cümleyi kurmak gerçekten acı veriyor. Zira Mila Kunis ile Macauley Culkin ilişkisinden dolayı Culkin klanından nefret ediyorum. Tıpkı Ashton Kutcher’den nefret ettiğim gibi…
Cinayetinizi nasıl istersiniz?
Waffle Hut sahnesi Fargo için dahi hızlı bir girişti doğrusu. Karşımızda ilginç ve zayıf karakterli ufak tefek bir başrolümüz daha olduğunu düşündüğüm anda yukarıdaki kamyon hikayesi bu sefer araba şeklinde gerçekleşti. Nasıl yani? O Little Prick’in hikayesi değil mi bu? Allah Allah…
Peki hemen öncesindeki uzay gemisi sahnesine şaşıran var mı? Gökten balık yağdıran bir dizide uzaylılara kimse şaşırmamıştır herhalde. Üçgen oluşturacak şekilde üç ışıktan oluşması o dönemin Orta Amerika’sında sıkça dillendirilen uzay gemisi hikayelerine müthiş bir göndermeydi. Her şey tam da o dönemdeki tanıkların anlattıkları gibiydi. Çok daha modern bir uzay gemisi kondursalardı bu kadar nüktedan olmazdı. Zira dönemin ruhuna aykırı düşerdi.
Kendi evimde cinayet işlemeden yemek yiyemeyecek miyim?
Peki Little Prick’e kim çarptı? Tabii ki yıldızımız Kirsten Dunst. Dunst’ı Melancholia filmine kadar hiç beğenmezdim fakat orada beni büyülemişti. O büyüsünü Fargo’ya yansıtacağına da emindim ki daha ilk sahnelerden parıltısını saçmaya başladı bile. Bir Lester Nygaard değil ama kesinlikle ağır problemli. Adam ön camdan girmiş pekmezi koltuğa akarken eve kadar arabasını öylece sürdüğünü bir an için durup tekrar düşünmenizi istiyorum. Herhalde ön camdan soğuk girer diye çıkartıp bagaja taşımadı. Tam hasta…
Dunst’ın çizdiği karakter ne kadar hastaysa Jesse Plemons’un çizdiği karakter de bir o kadar normal. Kontrastın muhteşem güzelliği gözler önüne seriliyor. Bu arada bir soru daha soracağım Jesse Plemons’u görünce şaşırmayan var mı? Eğer o bir yüz maskesiyle inanılmaz bir iş, yok değilse “hacı noldu sana yaa?” Görüntüsünü geçersek yaşayacağı değişim bakımından belki de dizinin en ilginç karakteri olacak. Herkes kendini aşarken o değişecek. İki durum arasında dağlar kadar fark var.
Ben bu işi çözerim!..
Lou Solverson (Patrick Wilson) belli ki esas işi yapan şerif yardımcısı gibi bir şey. Kızı da öyleydi onun. Vietnam savaşının izlerini hala üstünden tam olarak atamamış ve eşi de kanserle mücadele ediyor. Laf eşinden açılmışken benzetiyorum sanmıştım ama IMDb’den de onay aldım eşi How I Met Your Mother’deki Ted’in evlendiği Cristin Milioti. Gerçe burada yüzü kaşık kadar ama herhalde kanser olduğundan öyle görünüyor.
Gerhardt hanedanlığına değinmeden olmaz. Onlar da ilk sezondaki Hess ailesi gibi kamyonla nakliye işindeler ama belli ki aslında pis işler yürütüyorlar ve Hess’lerden büyükler. Güneyden gelen bir mıntıka problemi var ve tam bu sırada baba Gerhardt’ın kalp krizi veya inme inmesi gibi bir şey geçirmesi aileyi enfes bir krize sokacağa benziyor. Bir kardeş öldürüldü, baba yatakta ve güneyden çok sert rüzgarlar esecek.
Daha çok genç... Bize anlatacağı bir sürü muhteşem hikayesi olacak \o/
İlk sezon da kamyonculuk hikayesi vardı ama bununla beraber bir yerlerden gelen gizli bir gücün ortalığı karıştıracak olması (ki bu ilk sezonda Fargo’ydu) bana birazcık tembellik yapılmış hissi verdi. Başka bir dizi ve başka bir yazar olsa benim için net eksi puandı ama Noah Hawley zekasına o kadar güveniyorum ki şimdilik yorumsuz kalmayı uygun görüyorum. Bu adam artık resmen çöpe atılmış tiyatrodaki “deus ex machina” olayını gözümüzün önünde apaçık kullanıyor ve hiçbirimize batmıyor. Ustaya saygı…
Bu arada henüz bilmeyenler için hemen açıklayalım “deus ex machina” tanrının eli olarak çevrilir ve her şeyin sarpa sardığı bir anda birden birinin veya bir şeyin sahneye dalıp her şeyi düzeltmesi veya kendince müdahale etmesi anlamına gelir. En son bunu deneyenlere gülüyorlardı.
Bölümün ortasına kadar bizi Little Prick’e doğru yöneltip sonra onu aniden öldürmesi seyirci olarak bana tam bir ortada kalmışlık hissi vermişti. Hani o yolun ortasında artık biz duruyorduk. Neyseki bize bir şey çarpmadı ve kısa sürede konuyu öyle birbirine bağladı ki bir kaosun kapısında bulduk kendimizi. Şimdi ikinci bölümle beraber o kaosun içine ilk adımımızı atacağız.
İlk bölüm itibariyle tüm kaygılarımın boşa çıktığını hissediyorum ve bu bana müthiş bir haz verdi. Hazzın etkisiyle klavyeye abanmışım da abanmışım. Artık yazıyı bitirmem gerekiyor. Zira size de yazık be karşim...
O değil de şimdi bir hafta nasıl geçecek?
Not: Fargo her Salı gecesi 23:00'da e2'de..