Hiç bitmeyecek sandığım upuzun bir tatilin ardından evliyi evine, köylüyü köyüne, Eylül’ü Ekim’e kavuşturup huzurunuza geldik. Yeni sezon hepinize, hepimize hayırlı olsun dilerim.

Geçtiğimiz sezon Süleyman Şah’ı uçmağa uğurlayıp Anadolu’ya doğru yola çıkan Kayılar’ı tam bulundukları yerde senaristlerin ellerine ve düşlerine emanet edip dün akşam itibariyle de yeniden teslim aldık. Dilerim teşbihte hata olmaz ama durup uzaktan bakınca durum aynen böyle görünüyor.

Nasıl? Açalım..

Diriliş; eğitim durumu, cinsiyet ve yaş fark etmeksizin hemen her kesimin sımsıkı kucakladığı ve sahiplendiği bir dizi. Seyircisinin ona bir “dizi” olmaktan çok öte anlamlar ve misyonlar yüklediği bir hikaye. Bir omzuna milletin şanlı mazisinden izler, diğerine de gelecek mutlu günler adına ümitler yüklenip yola çıkmış bir yapım. Ne anlatmak istediğini dolambaçlı yollardan ifade etmediği için seyircisiyle aradaki duvarı daha ilk bölümde yıkıp yola bir bütün olarak devam etmeyi başarmış bir ekip. Bu yüzden artık belki de sahibinden daha çok seyircisine ait bir hikaye. Yapanın, yazanın, emek verenin ilk bölümde seyirciye emanet ettiği Diriliş, emanete gözü gibi bakan seyircinin kendi hikayesi gibi..

Böylesi karşılıklı muhabbet pek az ekibe ve seyirciye nasip olur diye düşünüyorum. Buraya bir “maşallah” iliştirip diziye dönelim.

Hoş geldin Ertuğrul Bey!

Kayı Boyumuzun Beyi Süleyman Şah’ın uçmağa uğurlanışının üzerinden iki kış geçmiş Halime Hatun’un deyimiyle. Sonunda söyleyeceğimi başta söylemeyi seviyorum. Bölümde yine bir Süleyman Şah boşluğu hissettim. Evvelce de olmuştu bu. Evet tarihsel gerçeklerle paralel gidildiğinde olması gerekeni seyrediyoruz. Elbette mezardan çıkaracak halimiz yok ama ne bileyim böyle arada bir Ertuğrul’un rüyasına mı gelse acaba Süleyman Şah? Süleyman Şah karakterine düşkünlüğüm kendisinin Kara Toygar’a, El Aziz’e, Kurdoğlu’na ve nicesine meydan okumalarından sebeptir muhtemelen. Biz milletçe meydan okuyan, sözünün üstüne söz söylenmeyen karakterleri seviyoruz. Bölümler ilerledikçe Ertuğrul Bey’in o boşluğu hakkıyla dolduracağına da kâniyiz elbette.

Şimdi herkes zihnindeki bütün kötüleri sessizce serbest bıraksın. Noyan'a büyüüük bir yer açmak lazım.

Geçtiğimiz sezon Tapınakçılar’ın huzur vermediği Kayılar, bu sezon Titus’a da, Üstad’a da rahmet okutacak bir düşmana sahipler: Moğollar. Bazı tarihçilerin diziyle ilgili bu hususta eleştirilerini işitmiştim. Kayılar’ın Tapınakçılarla değil asıl büyük sıkıntıları Moğollar ile yaşadıkları yönünde beyanları vardı. İşte bu sezon, bahsedilen o noktaya gelindi. Anadolu’yu cehenneme çeviren Cengizhan’ın ordusunu Noyan ve Tangut üzerinden şahane resmeden ekibi ayakta alkışlıyorum. Dün akşam Noyan’ın hancıdaki sahnesini seyrederken bugüne dek izlediğim bütün kötü adam ezberlerimi unuttum. Kan, dövüş, cenk sahnelerinden çok da etkilenmeyen bir seyirciyimdir aslında. Ama Barış Bağcı’nın muhteşem performansıyla taçlanan o hancı sahnesi bambaşka idi. Aynı şekilde Ertuğrul’un cenk sahneleri de enfesti. Bu sahneler için özel koreograflar eşliğinde çalışıldığını duymuştum ama bu kadarını tahmin etmemiştim doğrusu.

Tarih içinde böyle bir istîlânın, kıyımların hiç yaşanmamış olmasını dilerdim. Ama hikayenin kötücül tarafının Tapınakçılar’dan Moğollar’a evrilmesinden son derece memnunum. Moğol ordusunun komutanı olarak Barış Bağcı’yı (Noyan) ve onun sağ kolu olarak Muharrem Özcan’ı (Tangut) izlemekten de ayrıca memnunum. Moğol ekibinin, ilginç kıyafetleri ve cenk stilleri açısından seyri epey keyifli olacak gibi görünüyor. Diziye yeni ve güçlü bir soluk kattıklarını düşünüyorum.

Bunlar henüz son sözünü söylememiş Kayılar. Biz Türk Milleti de Kayı Boyu'nun son sözüyüz.

Bütün bunlardan daha ve en önemlisi, bütün ihtişâmıyla Oğuz boylarının karşısına dikilen, önüne geleni tepeleyip geçen vahşet düşkünü, vicdan yoksunu Moğol ordusunun bir avuç Kayı’yı bitirmeye gücünün yetmeyecek olması. Ve o bir avuç Kayı’dan dev bir cihan  devletine adım adım uzanan yolculuğun doyumsuz seyrine tanıklık edecek olmamız. Aslında sonunu bildiğimiz hikayeleri seyretmeyi pek sevmeyen bir milletiz. Fakat hayat insanı bazen öyle yerlere getiriyor ki bir hikayenin başını da, ortasını da, sonunu da biliyor olsan tuhaf bir bilinç kaybı yaşayabiliyorsun.

İşte bugünler tam o günler. Biz kimiz? Bugünlere nasıl geldik? Gökten zembille mi indik? Bastığımız toprağın altında ne var? Bayrak niye kırmızı? Vatan ne demek?.. gibi soruların cevabını unutmuş olanlar varsa belki de anımsamaları için bir fırsattır diye düşünüyorum. Moğolların ağır saldırısına maruz kalan Kayılar’ın acı içinde, inleye inleye Dodurga Beyliği’nden içeri girdikleri o sahneye dikkat ettiniz mi? Nefes almaya bile dermanları olmayan Kayılar yine de sancakların dalgalandırarak girdiler Dodurga’dan içeri. Yarayı sızıyı bir kenara koyup “önce bayrak” deme fikrinin hayata geçirilmiş haline tanıklık ettik. Bayrak/sancak bir milletin nüfus cüzdanı gibi. Onsuz tanınmanız mümkün değil. Hal böyleyken hala pervasızca bayrağa hakaret edebilmeyi, onu bir kumaş parçasından ibaret saymayı aklım hiç almıyor, almayacak; özür dilerim.  Dizi ekibinin dünkü bölüm için seçtikleri #BirKarışToprakVermeyiz hashtagini çok başarılı ve isabetli bulduğumu da bu vesileyle belirtmek isterim.

Moğollar'ı görünce Tapınakçılar'a rahmet okurken.

Moğol işgaline uğradıktan sonra yurtsuz kalıp Dodurga Obasına sığınan Kayı Boyu’yla Dodurga Obası arasında belli ki bir ittifak gerçekleşecek. Kayılarla beraber sanki ben de Dodurga’ya misafirmişim gibi hissettim dün akşam. Bir an evvel yurt bulsak da kendi otağımıza geçsek telaşında bir Kayılı gibi seyrettim; kaygılı ve eksik. Dodurga’da birlik ve huzur nasıl sağlanacak bekleyip göreceğiz. Henüz birbirlerinden elektrik alamayan oba Alplerinin de zaman içinde düşmana karşı omuz omuza cenk edeceğini, birbirlerine yoldaş olacaklarını kestirmek zor değil.

Ama aynı şeyi oba hatunları için söylemek güç. Bin bir musibetin sonunda hidayete eren Selcan Hatun’un sükunetine daha sevinemeden karşımıza bir de Aytolun (Evrim Solmaz) çıktı. Haftalar boyu sesi soluğu çıkmayan Selcan Hatun, Aytolun’un imaları karşısında o en sevdiğimiz göz belertme hareketini yapıp bir de lafı gediğine koymak suretiyle yeniden “dönüş” sinyallerini verdi. Bence âlâ.. Ben Selcan’ı masum ama gür sesli seviyorum. Tabii benden ziyade senarist nasıl seviyor o önemli.

"Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz"

İnsafsız Moğol komutanı Noyan’a esir düşen Ertuğrul, ölümün kıyısında bile eğmedi başını, boynunu bükmedi. O koşullarda bile “topraklarından bir karış bile vermeyeceklerini” haykırdı. Kurguyu ve gerçeği ayırt edebiliyoruz tabii ama burada kurgudan ziyade kahraman bir Türk Beyi gerçeği görüyoruz. Tarih de böyle anlatmıyor mu zaten? O halde açıp açıp tekrar seyretmeli o sahneyi. Onu ve daha nicelerini. Her seferinde bir kez daha gururlanarak minnetle yad ederek. Çünkü bugünlerde buna ihtiyacımız var. Çünkü bugünlerde anmaya, minnete, şükre, vefaya ihtiyacımız var en çok ve en çok öz’ü hatırlamaya..

Bir lokma ekmeğini bile bölüşmeye razı bir milletin toprağına göz dikmek en naif tabirle fırsatçılık ve hainliktir. Bu Kayılar’da da böyleymiş, bugün de böyledir. Düşmanın adı dün Tapınakçı’dır, öteki gün Moğol’dur, bugün başka bir şeydir. Bu hikayeler işte bize bizi anlatır, o yüzden mühimdir. Kitaplar açtırır, kapı içinden kapılar çıkarır karşımıza. Hataları da vardır belki, o da konuşulur. Doğrusu birlikte bulunur.

Birlikte yola çıkmak, bir olmak daha diri kılar belki bizi. Birbirimizi anlarsak belki de dünya daha güzel bir yer olur.

Dünkü bölüm, bu sezon da her bölümü efsane olmaya aday bir yapım seyredeceğimizin habercisi gibiydi. Siz beni Diriliş Ertuğrul’un ikinci sezonuna da yazınız vesselam.

Emek veren herkesin eline, gönlüne sağlık.
 
 
 

 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER