Hikâyenin bu noktasına kadar bilhassa ağır ağır geldiğimizi
de düşünüyorum bir yandan. Bu “konuşamama” hali, ilk görüşte bir senaryo
zafiyeti gibi dursa da aslında bilinçli bir seçim... Bundan rahatsız olmaktan
rahatsız değilim, çünkü Ömer de rahatsız. Sadece bakışarak, iltifat ederek,
veya uzaktan inceleyerek “aşk” olamayacağını o da biliyor. Sana güvenimiz tam
Ömer, parti kur oy verelim.
Bu arada kafamın bir yanında sürekli “Ayh, acaba ben
Ömer’e pozitif ayrımcılık mı yapıyorum? Her hafta Ömer İplikçi’ye hayran olmak
için 1500 sebep listesi mi çıkarıyorum?” diye kendimi sorgulamıyorum sanmayın.
Ama karşımızda, sadece “ayrılık konuşması” yapmak için “Konuşalım.” diyen
hemcinslerine tezat olsun diye yaratılmış bir adam duruyor. Şiir filan okuyor.
Sonra sevdiği kız şaşkın şaşkın dururken patadanak gelip etrafa aldırmadan
yanağına öpücük kondurmaktan imtina etmeyecek yüreklilikte. Çalışanlarına karşı
sevgi, şefkat gözetirken mesafesini de korumaya özen gösteren patron kimliğine
aldırmadan “Görürlerse görsünler. GÖRSÜNLER!” diye bastırıyor. Şimdi öpücük
yarıştırır gibi olmayayım ama bunu ayrı bir sevmediniz mi? Küçük, beklenmedik,
iddiasız... Aynı zamanda çapkın, hınzır… Elbette yazılıp çizilmiştir, ama adeta
biraz da doğaçlama gibi. Hemen ardından Neriman’ın Ömer’e dizip dizip
sıraladığı lafların tam buraya cuk oturmasına kaç puan peki? “İnsan bir gevşer,
flört eder, gönül yayı titrer...” “Anladım yengecim anladım. Sen merak etme.
Kuytuda gönül yayı titretmek bizim işimiz!” mi desin ne desin Nero? Diyebilir
çünkü, teyit edecek milyonlarca kişiyiz ;)
Buradan son sahneye geçilsin mi o zaman,
alev alsın mı buralar? Şimdi bu kareleri günlerdir her yerde görmemiş olmayı,
pek çok hayran gönül gibi benim de arzu edeceğimi söyleyeyim baştan. Yine her
bir şeyleri fragmanda görüp gönül yaylarımız en şahane şekilde gevşeyemediği
için içler biraz buruk. Bununla beraber – çünkü alışmış kudurmuştan beterdir –
bu anın da bir şekilde birileri tarafından sabote edileceğine dair herkes gibi
benim de içime çöken beklentinin boşa çıkması sevindirici bir sürpriz olmadı
desem yalan olur. :) Ama bu sahnedeki kurgu, açılar, müzik, ışıklandırmanın “BEN
GELİYORUM!” diye bağırdığı aşikâr değildi de neydi şimdi? :) Çok teatral ve
tatlı bir sahneydi kanımca. İkisinin bir arada olmama ihtimali aslında çok
yüksek olmasına rağmen. İlk öpüşme sahnelerinin zor olduğunu düşünürüm ben, hem
çeken hem izleyen için. Özellikle bunun gibi yılan hikayesine dönen, üzerinden
5N1K her türlü tartışma ve iddianın vuku bulduğu, tansiyonu artık 1500’e
fırlamış sahnelerin doğallığından medet umulmamaya neredeyse müsaade vardır.
Müsaadesini verip beklemeye koyuldum ben de. Velhasıl kelam son derece tatlı, derinlikli
ama bir o kadar doğal bir sahne izledik. Sıcaklık derecesi tam kıvamında olan. Atomlara
kadar sinmiş bir ahenk... Kimya işte, diyorum. Maddenin iç yapısının,
bileşiminin değişmesi... Mevcut bağların kopup başka maddelere dönüşmesi… Bu
elementlerde ters bir tepkime görmeyeceğimizi biliyorduk değil mi? Varsın
izleyelim o zaman artık ağız tadıyla; buhar olup uçmalarını, kömür olup
yanmalarını…
Çünkü alev aldı buralar. Yanmasın mı? Yansın madem, içimiz ısınsın. Bu gibi
direkt tekrar ve referanslara bayılmayan, zoraki bulan ben, Ömer’in rüyasının
bu şekilde “çıkmasına” bildiğiniz kalbimi bıraktım! Sahnenin değil Ömer’in hatırına.
Ne kadar temiz yürekli olduğunun bir ifşası olarak ekrandan içimize içimize
aktı, kalpleri sızlattı, gönül yaylarını oynattı adeta. Defne’nin bir zaman
kendisi için tozlu rafları temizlediğini anladığındakine benzer bir duygu seli,
anlık bir gözyaşı olup doldu Ömer’in gözlerine oracıkta bir kez daha. O akşam,
gecenin karanlığında “Aldın mı, benim için yaptın mı?” deyişi gibi; bu kez
nihayet ulaştıkları kendi ıssızlıklarında, üstlerini ince bir tül gibi örten
akşam güneşinin altında “Bu rüya şimdi
gerçek mi oldu?” diye sordu Ömer, tek bir bakışıyla. Bir ufak gözyaşında gizli
şaşkınlık, sevinç, şükür, mutluluk... Hepsi o zeytin siyahının içinde bir
arada. Dudaklarınız birbirinizin olsun, elleriniz ellerinizde kalsın, Ömer ve
Defne; siz bana bunu bırakın yeter. Bana bu kadarı “nokta.”
....
“Sen bana bakıyorsun ya,” demiş adam; “Sanki bir rüzgâr çıkıyor ve bizi hiç
bilmediğimiz,
daha önce gitmediğimiz yerlere savuruyor.”
“Orada mutlu muyuz bari?” diye sormuş kız. “Çok…” demiş adam.
...
Çünkü bu masalın en anlamlı sözleri söylenmişken son söz bana düşmez de
ondan.
Mutlulukla kalın.