Kiralık Aşk benim için aslında ölümüne
bilindik, normal şartlarda zap’lama vesilesi olacak kesitlerin bile iyi
oyunculuk ve yerinde repliklerle sevimli hale gelebildiği dizi aynı zamanda.
Bir mahalle sahnesini bana ihtiyaç molalarına denk getirmeden izletebilen bir
bölümse bir paragraf hakkı var mesela! Normalde ekmek arası hariç (hastasıyız!)
Topal familyası ve müstakbel dünür & gelinlerini içine alan çember, şahsım
adına en mesafeli olduğum kısımlar; ama bugünkü hamam hikayesi saçma-komik
çekişmeleriyle, “Böreğimi yaptım ki yuvam dağılmasın.” gibi göndermeleriyle
güncel, sıcak ve samimi bir izlencelikti. Böyle gerçek şeylere ihtiyacımız var
işte. Sadece aşkların değil; atarların, kavgaların, didişmelerin de gerçek,
bizden olmasına... Yasemin ve İso arasındaki “zıt kutupların çekimi” de normal
şartlarda çok klişeleşebilecek bir yan hikaye örneğin; ama özellikle İso’nun
Türk dizi tarihinde eşine rastlandığına
emin olamadığım karakter yapısı itibariyle eşsiz bir potansiyel barındırıyor.
İso her anlamda öyle geniş ki… Gönlü geniş, özgüveni geniş, hayatı ciddiye
(diyebilirsek) alış şekli bile geniş.
İso’yla Yasemin hikâyesindeki gidişatı az çok tahmin etseniz de zap’layamıyor,
adeta mıhlanmış biçimde izliyorsunuz. Defne’nin dediği gibi, nasıl İso girdiği
ortamların kaynaştırıcısı ise, bu dizi ile bizim aramızdaki gerçeklik
düzleminin de adeta bir kaynak noktası. Sahici, samimi ve üstelik de enteresan.
Klişeleşebilitesi yüksek şeylerden mi
gidiyoruz, o halde buradan selamlarım Sinan’a gelsin! Sinan’ın önünde “Ömer ve
Defne” tabak gibi duruyor bile diyebilir miyiz, emin değilim artık; adeta
ortaya kuş sütü eksik olmayan sofra kurdular zira. Görmeye meyletmeyen
gözlerden gizli tutabilirler bunu hala, ama Sinan’ın “âşık insan antenleri”nin
bu kadar karınca yapması – geçen bölüm de dediğim gibi – olası mı Allah aşkına?
İçini şişiren Defne’ye aşkını söyleyememek mi yoksa aslında tependeki o güneşin
içine içine baka baka gözlerin mi köreldi Sinan? Durumunu ancak bu şekilde
metaforlandırıp kendim için yazarken biraz enteresan hale getirebiliyorum, öyle
diyeyim. Bu hikayenin içine tuzu biberi ne zaman ne şekilde basacaksın, hiç
iple çekmesem de mevcut gidişatından illa ki daha ilginç olacağı için içimdeki
kediyi boğazlamaya başlayan merakı mazur görüyorum şimdilik. Bir de aşkta
düşülen zorlukları severim. Mazoşist damarım kurusun.
“İyi de bu çifti DAHA NE KADAR dara
düşüreceksin?” dediğinizi duymuyorum zannetmeyin. Düşülen darlar, aradaki aşk
gerçekse onu güçlendirir; daha çekici, arzulanır hale getirir. O nedenle kapım
darlara düşmeye daima açık. Ama göz göre göre alınamayan mesafelere ise
itirazım var! En az Ömer kadar. Bence de Ömer, “Bu haliniz ne olacak yaaa,
neden konuşamıyorsunuz siz?” Gerçeklikten bahsediyorsak, bu dizinin temel
taşlarından biri hem hikâyesindeki hem karakterlerindeki sahicilik diyorsak,
buna bu denli “konuşamamak” dâhil olamaz; üzgünüm. Ömer’le Defne’nin
birbirlerine şu ana dek kat ettikleri mesafeden, şimdiki kadar ve şimdiki
şekilde aşık olduklarına inanabilirim; ama bu kadar birebir konuşabilmişlikle,
bir şeyler paylaşabilmişlikle
“birbirlerinin hayatının aşkı” olduklarına sanıyorum ki henüz inanamam.
Hayata dair tüm bildiklerim, onların içlerinde birbirleri için kocaman birer
boşluk açtıklarını söylüyor henüz sadece. Bugün birbirlerine nihayet açılarak,
dokunarak bir nevi boşluğun kapılarını
açmış oluyorlar.
İçimdeki ergen örneğin artık “AYYH BUNLAR OLDU OLDU!” diye
naralar atsa da, içimdeki Ömer beni çimdikliyor. “Neden yalnız kalamıyoruz?”
diyor, “Gidelim kalabalıklardan.” diyor, “Eee konuş bakalım…” diyor, “Ben seni
çok merak ediyorum.” diyor. Aslında bu gibi hikayelerde duygusal zekasını
kullanarak ilişkiyi yönlendiren tarafın kadın olduğunu görürüz çoğu zaman.
Hatta kurgulanmış olanları geçtim, kendi hayatınızı düşünün: İlişkiyi
ilerletmek, sağlamlaştırmak adına “Konuşamıyoruz.” veryansını yapan kaç erkek
karakter tanıdınız bugüne kadar? Bu hikayenin bende kredisi sağlam, çünkü
Ömer’in kredisi sağlam. Adeta onlar binbir türlü aksilikle kavuşamadıkça -her
anlamda- ekran karşısında çileden çıkan bizlerin iç sesi oluyor Ömer. Orada bir
yerlerde; bu hikâyenin savrulup gitmediğine, hop diye içi boş bir aşka düşüp
oradan basit bir aşk üçgenine yuvarlanmadığına güvence olarak sürekli, dilinden
düşürmüyor: Yine konuşamadık! Yine konuşamadık! Yine konuşamadık!