Poyraz
Karayel tam her şeyin bittiği yerden, yeniden başlayan bir hikâye ile sezon
finali yaptı. Tam bir sezon finalinin olması gerektiği gibi geride kalan sezona
dair akılda, kıyıda köşede kalan konuları kapatıp, yeni sezonun konusunu ortaya
koydu. Genel akışın yönünü tam zamanında, sıkı bir manevra ile çevirmesi ile
sezon finalini çok beğendim ama geçmişten süregelen bazı aksaklıklar, sezon
finalinde de bizi yalnız bırakmadı. Tüm bunlara rağmen hop oturup hop kaldıran;
kâh duygulanıp kâh kızdıran bir bölümün ardından “insan ne bekler bu hayattan”
sorusu ile 1. sezonu kapattı Poyraz’cım Karayel.
"Ayşegül sen ortaya geç yakar top oynayalım"
Poyraz’ın
Ayşegül’ü oyuncakçı dükkânına kaçırması detayı, Poyraz Karayel’i Poyraz Karayel yapan ironinin ürünüydü. Dükkândaki
yanıp sönen ışıklar, üzgün oyuncaklar ve kaplumbağalar… Yine bir kaplumbağa
vardı. Ancak bu sefer bu kaplumbağa bizi bir yerlere götürdü. Ayşegül’ün,
kardeşine aldığı Ninja Kaplumbağalar’dan ‘Michelangelo’nun, O öldüğünde yanında
olmamasından, kardeşinin uyuşturucudan bile isteye ölmediğini, öldürülmüş
olabileceğini düşündük.
Dinletmekten öte yaşatmak var
Ayrıca ilk bölümden beri, sözde kalan dizi içindeki tüm
geçmiş hikâyelerin son iki bölümdür flashback ile gösterilmesi sayesinde
seyirciye geçen duygu kat be kat arttı. Örneğin defalarca Ayşegül’ün kardeşi
ardından ne kadar canı yandığını izlesek de hiç birisi ilk öğrendiği andaki
sessiz çığlığı kadar içe dokunmamıştı.
"ayyy
naaptın ne ettin mağdur oldun demi?"
Bunun
dışında doya doya bir Ayşegül ve Poyraz yüzleşmesi izlemek güzeldi. Ancak en
çok içimde kalan ve mantığıma sığmayan şey, Poyraz’ın adamakıllı her şeyi
anlatmaması oldu. Başına ne geldiyse sır saklamaktan gelen bir adamın şu
konumda mısır gibi patlaması, pirinç gibi dağılması gerekirdi. Ama hala “senin
için yaptım Ayşegül” deyip, susmasına cidden akıl sır ermiyor. Gerçi, Ayşegül,
Poyraz’ın o ifadeyi kendisini hapisten kurtarmak için verdiğini öğrense de yumuşamazdı,
yumuşamamalıydı. Zaten bu bilginin bir önemi olmadığı için Poyraz bunla kendini
savunma gereği görmedi. Ayşegül’ün de belirttiği gibi ne babasını hapse atması
ne de polis olmasıydı önemli olan, önemli olan, aldatılmış olmaktı. Ama yine de
her şey bi’ konuşulup öyle ayrılsalardı. Çünkü zaten hiç bir kelime artık
Ayşegül ve Poyraz’ı bundan sonra bir yapmaya yetmezdi.
Bahri Baba
ve havarileri son sabah kahvaltısında
Ummangillerin topyekün yargılanmalarına gelecek olursak,
o hikayeden en büyük beklentim Zülfikar cephesindendi. Ama Zülfikar bu konuda beni
hayal kırıklığına uğrattı. Zülfikar’ın ‘içeri bir daha girmem’ dramını ben daha
derin yaşamasını beklerdim. Polislerin geleceğini öğrendiğinde, polisler
geldiğinde neredeyse normal duran Zülfikar’ın nezarette aniden sinir krizi yaşaması
inandırıcılığı azalttı. Hadi diyelim ki Zülfikar, gerçekleri zor kabullenen bir
karakter, son ana kadar durumun ciddiyetini idrak edemedi. Ancak nezarette hala
hapse gireceğine inanmazken Çiğdem gelince saniyeler içinde sinir krizini aşıp,
müebbetten hüküm giyeceğine kendi içinde inanıp Çiğdem’e ‘beni unut, evlen,
çocuğun olsun’ delikanlı dramı yapabildi. Yani inkârdan kabullenmeye geçiş
Zülfikar için gerçek üstü bir hızda oldu. En azından bu iki sahne üst üste
çakışmamalıydı. Örneğin sabah kahvaltısından geliyorlar dediklerinde Zülfikar yaşasaydı
o sinir krizini, ‘Baba gidelim ben hapse giremem’ deseydi. Sonra babaya hürmetinden
eli mahkûm onlarla beklese ama sonrasında her zamankinden başka bir Zülfikar
izleseydik. Çiğdem, Zülfikar’ı ziyaret ettiğinde, Zülfikar’ın da kabullenişini
biraz daha doğal karşılardık. Ama yine de Çiğdem Zülfikar ilişkisinin
Zülfikar'ın monologları üzerinden gitmesi bu son olay ile iyice gözüme battı.

"Zülfikar, Poyraz ile Ayşegül'ün bile mutlu anları var, bizim niye yok"
Bu ilişki çoğu kişiyi can evinden yakalayamamışken, ben
salt altında yatan hikâyeye vurulmuştum. İki olmaz denen karakterin nasıl âşık
olduğunu çok merak etmiştim. Ama zamanla bu ikilinin sahneleri kendini
tekrarladığı, sürekli Zülfikar’ın ne kadar delikanlı olduğunun altı çizildiği için
duygusundan uzaklaşmaya başladı. Bu ilişki Zülfikar ve Çiğdem aşkını anlatmak
için değil de Zülfikar'ın ne kadar delikanlı olduğu vurgulanmak içim var adeta.
Çiğdem'in rolü, güzel anlayışlı ve âşık kadın olmanın ötesine gidemiyor çünkü sürekli
Zülfikar konuşuyor.
Aleeyküümselaaaam…
Acı kaybımız
Zafer’e gelirsek, Engin Benli, 24 bölüm muhteşem bir oyunculuk ile Zaferi
oynadı. Bence tüm psikopatlıklarına rağmen hepimiz Zafer’i özleyeceğiz. Ama
senaryo açısından Zafer’i öldürmekten başka çare yoktu. Çünkü hem Zafer’in
kötülükleri miyadını doldurmuştu hem de Bahri Baba’nın kudretine inanmamız için
sağlam bir kurban verilmeliydi. Zaferin hiçbir şüpheye mahal bırakmadan,
yakılarak ölmesi her ne kadar çok acımasızca olsa da etkileyici oldu. Ama en
çok Zafer’in saflığı içime dokundu. Kıyamam,
hiç bir masraftan kaçınmadan hazırladığı ‘after Bahri party’ onun sonu oldu. Aynı
zamanda bu olay sayesinde bahri babanın buz dağı gibi, gerçek gücünün görünenin
ardında saklı olduğu da ispatlanmış oldu. Ancak keşke daha önceki Zafer’in vurulma
sahnesi hiç olmasaydı demeden de edemiyorum. Bu tarz yanıltma amaçlı sahneler gerçeğinin
vereceği etkiden çalıyor. Nasıl aşının içinde hastalık virüsünün zayıflatılmışı
vardır ve hastalık gelip çattığında hastalığı çabuk atlatmamızı sağlarsa bu
öncü sahneler de aşı gibi duygu direncimizi yükseltiyor.
"Hep Poyraz kahraman oluyor bir kere de ben olayım canım."
Bu konuyu
tabi ki Seferin vurulmasına bağlayacağım. Bu sahne Sema’nın kalbinde örülmekte
olan Sefer imparatorluğu için bir küçük tuğla daha konulmasını sağlamıştır ama
bunun ötesinde bu büyük büyük sahnelerin müsrifçe kullanılması, hikayenin
naifliğine büyük ölçekte zararı dokunuyor.
En tatlış kötü adam Mümtaz (kalp)
Mümtaz ve
Poyraz’ın polis teşkilatında sivillikten polisliğe Erasmus (öğrenci değişim
programı) yapmaları çok güzel sahneydi. Anlaşılan ikinci sezonda mümtazı tam
zamanlı Adil Topal’ın adamı olarak izleyeceğiz. Bu konuda sorulacak sorum: ‘Mümtaz
Poyraz’ın Adil Topal’ın oğlu olduğunu biliyor mu?’ ya da ‘Adil Topal Mümtaz’ın
o dosyaları almak için oğlunu kullandığını?’
İlginç ilişkiler
Koskoca
sezon finalinden çıkarılacak en ilginç tespiti çıkaracak olursam; Sadreddin ve
Begüm’ün enerjisinin çok tuttuğunu söyleyebilirim. İkinci sezonda Sado’cuğum
Songül’ün yalanı yüzünden ondan boşanırsa. Hayatında boşalan manyak
kontenjanını rahat rahat Begümle doldurabilir. “Poyraz da hayatında doğru bir
şey yapmış” deyip Begüm’e laf sokması o gerilimli atmosferde beni en eğlendiren
şey oldu. Bundan ötürü Begüm ve Sadreddin atışmaları bizi eğlendirir diyorum. Ayrıca
benim dışımda böyle düşünen olmuş mu onu da çok merak ediyorum.
Biraz doğa biraz felsefe mutlu hayatın sırrı
Son sahnenin
bir soru altında birleştirilmesi, karakterlerimizin içinde bulunduğu ruh
durumun tespitinin yapılması çok şık bir hareketti. Ayşegül’ün zaten pek
doktorluk yapası yoktu. Bundan sonra organik tarım işine falan girer herhalde.
Zaten İstanbul’un ortasında silahların arasında yaşarken kapı bacı kapamayı bilmeyen
kadın dağda tepede rahat etmiştir. Yeni sezonun ilk dakikalarında onu
İstanbul’a geri getirecek olan gelişme yaşanana kadar keyfine baksın. Zaten Ummanların
hapishane dramı Poyraz’dan ötürü başladı, Poyraz’dan ötürü bitecek.
Sezonun son
bombası, taşları yerinden oynatan gelişme Adil Topal’ın Poyraz’ın babası
çıkması oldu. Bu hikâyenin, sırayla Mümtaz’ın, Poyraz’ın, Ayşegül’ün ve
Bahri’nin öğrenmesi faslı derken uzun bir süreci olacak. Ama en önemlisi önümüzde
nasıl olmuş da ‘Baba Karayel’ Adil Topal olmuş ve yetmemiş Bahri Umman’ın
düşmanı olmuş bunları öğrenmemiz var.
Poyraz Karayel yayınlanan 24 bölümü ile bizi
dünyasına fena halde çekti. Alışık olmadığımız tatta yeni güzellikler kattı.
Tüm ekibin eline, yüreğine sağlık. Beni burada yalnız bırakmayan sevgili izler-okur
arkadaşlarım, siz de iyi ki varsınız ancak bu yazı bizim için sezon finali
değil. Haftaya detaylı, bol irdelemeli genel sezon değerlendirmesinde yine görüşeceğiz.