“Dikenler neye yarar?” dedi
Küçük Prens. Daha sonra bir ses duyuldu ve “Dikenler hiçbir şeye yaramaz.
Çiçeklerdeki kötülüğün göstergesidir.” dedi
o sesin sahibi. Küçük Prens duyduklarına inanamadı. “Çünkü çiçekler kötülük
nedir bilmezler. Dikenlerinin bir güç göstergesi olduğuna inanırlar.” derdi her
zaman. Haklıydı! Belki de onları yenilmezlik kılıfına sokan şey dikenleriydi? Çiçekler
hayatta kalmak için dikenlerini savaş kalkanı olarak kullanıyorlardı. Böylece daha
güçlü görünüp hiçbir şekilde zarar görmeyeceklerdi. Ama olmadı. Bizim
çiçeklerimiz yani Güllerimiz dikenlerini kendilerine batırdılar. Güzellikleri
bile dikenlerinin kalkanı olmadı, olamadı. Birbirlerini yaralamak için en güçlü
silahları olan dikenlerini kullandılar. Yenildikçe dikenleri daha bir sivrildi.
Sivrildi ki her batışında daha fazla kanasın, böylece izi hiç geçmesin.
Geçmesin ki o yaraya her bakışında içinden bir şeyler kopsun. Fakat Küçük Prens
bunların olmasını hiç istemedi. Gerçeklerden ve yüzleşmekten hep kaçmayı
denedi. Biliyordu ki gerçekler eline batmış diken kalıntısı gibi canını her
geçen zamanda daha çok acıtacak. Yangısı dinmeyecek. Belki de kendince kolay
yolu seçti? Kâbusundan uyanmak istedi. Küçük Prens kendi kâbusundan uyanırken
Gülleri’ni ise hiç uyanmayacağı kâbus diyarına sürükleyecekti.
Cihan bir kumar oynadı ve kaybetti.
Cihan, ne kadar dile
getirilmese de bir gün böyle bir sonun olacağını tahmin ediyordu. Bu nedenle
gerçeklerden hep kaçtı. Aşkını kaybettiği için ne kadar üzülse de, en iyi
arkadaşını ve dostunu yitirmek en büyük korkusuydu. Korkularıyla baş edemediği
için de kaçmayı ve duymamayı seçti. Köşkün bir cephesinde bunlar yaşanırken
diğer bir cephesi, başka bir gerçeğin gün yüzüne çıkmasıyla alabora olmuştu.
Gülfem’in kan donduran itirafına Onur’dan başka bir kulak misafiri daha vardı. Gülru!
İşte her şeyi birincil ağızdan duydu. Duyduğu andaki refleksi ve şoku gerçekti.
Çünkü en iyi arkadaşının yıllarca bir “Nedenle” savaşmasına tanık olmuştu.
Şimdi puzzle’ın parçaları tamamlanmıştı. Gülfem’in neden yıllarca Cihan’dan
kaçtığını bulmuştu. Peki, ama neden? Neden bunu yapmıştı? Anlam veremiyordu.
Neden olabileceğini aklı almıyordu.
Yüzüne her baktığımda, titrek sesini her duyduğumda vicdanım daha çok kanıyor.
Gülfem artık gerçeklerle
yüzleşmesinin zamanının çoktan geldiğini biliyordu. Acı çekiyor. Geçmişinde
yaşadığı ve yaşattığı travmaya daha fazla katlanamaz hale gelmişti. Bu itirafı
yapmak oldukça güçtü. Yedi yaşındaki küçük bir kız çocuğunun kıskançlık
krizinin sonucu yıllar geçse bile vicdan azabının baskısını üzerinden
atamıyordu. Daha o zamanlar narsistik kişilik bozukluğunun temellerini atmış,
kendi ve kendinden başka bir insana tahammül edemediği için tek çözüm yolunun
sesini kesmekten yana olduğunu düşünmüştü. Eğer annesinin gidişine neden olan
bu bebeğin sesi kesilirse annesinin yokluğuna bir nebze olsun alışabilecekti.
Susturmak zorundaydı. Susturmak zorundaydı, çünkü Profesör Doktor Enver
Sipahi’nin ve eşi Süheyla Hanım’ın biricik kızı olarak kalmak istiyordu. Küçük
Gülfem bunları düşünürken, hayatın ona hiç unutmayacağı kazığını atacağını hiç
tahmin etmemişti.
İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir*
Marifetinin adı hipoksik
şoktu. Cihan’a bunu Gülfem yapmıştı. Kendi bencilliğinin kurbanı, ömrü boyunca
ona mahkûm kalacaktı. Bunu düşündükçe damarlarındaki kanın çekildiğini
hissedebiliyordu. Cihan, Gülfem’in en acımasız eseriydi. Ve bu acımasız
eserinin onu sevmesine tahammülü yoktu. Küçük, titrek elleriyle her abla
deyişinde içindeki kin ve öfke, daha çok itmesine neden oluyordu. Nefret
ediyordu. Bu yüzden hiç düşünmeden ve arkasına bakmadan kaçmıştı. Onur’un da
dediği gibi yardım alması gerekiyordu. Bu kadar sene sonra bile olsa yardım
alması ve gerçeklerle yüzleşmesi Gülfem’i iyileştirebilirdi. Ama kim yardım
edecekti? Kim bunca enkazı kaldırabilecekti? Yirmi yedi yılın enkazı kolay
kalkabilir miydi? Bu hayatı tekrardan inşaa edebilmek, alt yapıyı
sağlamlaştırabilmek yalnızca bir kişinin elindeydi. Cihan! Bu enkazı ancak
Cihan’la yüzleşirse kaldırabilirdi. Gülfem’in kendini affedebilmesi için
Cihan’a ihtiyacı vardı. Bu yüzleşmeyle ikisi arasındaki görülmez engel ancak bu
şekilde kalkabilirdi.
Sen gidersen ben de giderim!
Cihan, Gülru’nun ellerinden
kayıp gideceğini biliyordu. Ellerinde kayıp yittiğini tahmin etmemek ve
görmemek mümkün değildi. Bir başka adama âşık olduğunu bilerek onunla
evlenmişti. Bu daha çok canını yakıyordu. Gülfem ise çaresizlikle kardeşini
avutmaya çalışıyordu. Gülru gitse bile her zaman yanında olacağına ve Cihan’ı
yalnız bırakmayacağına dair söz veriyordu. Öte yandan Gülru, öğrendiği gerçekle
Cihan’dan ayılması biraz daha güçleşti. Cihan’ı bu halde bırakıp gitmek
vicdanına yakışmazdı. Cihan, Sipahi ailesinin küçük çocuğuydu. Bu Küçük Prens
sevdiği kadından hikâye dinlemeyi çok seviyordu. Onu rahatlatan etkinliklerden
biriydi. Şimdi bu kadını kaybedecek olması hikâyeden de mahrum kalacağı
anlamına geliyordu. Kaybedeceği kadının yerini ancak ablası doldurabilirdi. Ve
ancak ablasının yeni hikâyeler okuyacağını biliyordu.
Hayat bazen hiç beklemediğimiz yerden bizi vuruyor Gülru!
Gülru duydukları karşında şok
olmuştu. Eline geçen bu kozu kullanmamak için bir nedeninin olması gerekiyordu.
Bu nedenle de soluğu Onur’un kliniğinde aldı. Bir sebep, sadece bir sebep!
Onur’da, Gülru da susması için bir sebep olmadığını çok iyi biliyordu. Onur
haklıydı. Bu topa girmesi ihtimalinde yaraladığı kişi yalnızca Gülfem
olmayacaktı. Gülfem zaten yıllardır acısını içine bastırmaya çalıyordu.
Vicdanının sesi kulaklarını sağar etmişti. Gülru bu gerçeği bildiğini Gülfem’e
söylediğinde bir şey değişmeyecekti. Esas yaralanan kişi Cihan olacaktı. Çünkü
delice sevdiği iki kadın tarafından sırtından vurulacaktı. İhanetin bedeli
Cihan’a ağır gelirdi. Gülru’nun gerçekleri öğrendiğindeki öfkesini bir bakıma
haksız buluyorum. Bu Gülfem’le aralarındaki savaşı biraz daha kızıştırmak için
düşündüğü bir silah. Gülfem zaten yıllar önce o silahla kalbini parçalayalı çok
olmuştu. Biraz önce de dediğim gibi gerçekleri açıklamak Gülfem’de bir şey
değiştirmeyecek. Bu da Gülru’nun zaferini tek başına göğüslemesine izin
vermeyecek. Gülru bedel ödemeye bu kadar meraklıysa bir intikam uğuruna
masumiyetini nasıl kaybettiğine bakabilir. Ya da bir hırs uğruna, sırf Gülfem’i
cezalandırmak için Cihan’ı kandırıp nasıl da Sipahi ismiyle çıtasının üstüne
çıktığını görebilir.
Gülru Sipahi öldü mü?
Gülru, Gülru Sipahi markasını
açalı epey bir zaman oldu. Birkaç atölye sahnesi dışında daha henüz üretilen
kreasyonu göremedik. Bir defiledir gidiyor. Ondan da ses seda yok derken
Duygu’nun Gülru’ya çıkışı ve küçük markasını ayakta tutabilecek kıvılcımı
ateşlemesi takdirimi kazandı. En azından markayı biri düşünüyordu. Sahi, Gülru
bu atölyeyi niye açmıştı? Altı yaşından bu yana tek hayali Gülfem Sipahi gibi
olabilmek değil miydi? Bu algının üzerine babasının ölümü dolayısıyla da bir
yemin etmemiş miydi? Bir meselesi yok muydu? Kavgasını ve içindeki öfkeyi
savaştıracağı tek yer Gülru Sipahi platformu değil miydi? Ne değişti? Ne
değişti de Gülru bu yaşadıklarını ve kendine olan sözü unuttu? Moda dünyasından
Gülfem’i sildirmek ve yeni nesil Sipahi markası olabilmek tutkusu değil miydi?
Tüm idealleri ve hedefleri Gülfem’in gerçek annesinin kim olduğunu ortaya
koyunca söndü mü? Neredeydi o hırs dolu Gülru Sipahi? İçindeki canavarı bu
kadar çabuk mu öldürdü? Gerçekten Gülru Sipahi öldü mü? Kendi savaşına bile
inanmayan bir karakter bu kadar çabuk mu yitip gitti?

Burası Türkiye en önemli
haberler bile iki günde unutuluyor.
Yonca'dan al haberi!
Güllerin Savaşı’nda tansiyon
bu denli yüksekken Gülru, Gülru Sipahi markası için defile hazırlıklarına
başladı. Bu arada Gülfem ile Ömer de tek celsede boşandılar. Beş günlük bir
geçiş arası yaşanırken bize güzel görüntülerle yeni bir Jehan Barbur şarkısı
eşlik etti. Sözlerinin anlamı ise Güllerin
Savaşı’nın o anki ruh halini tasvir ediyordu. İşte Yeni Hayat ve sözleri…
İçimden gelmiyor
Artık eskisi gibi!
Yürüdüm yürümdüm
Bunaldım, bunalmıyor deli
Dilimden düşmüyor
Artık başkası gibi
Büyüdüm büyüdüm
Usandım, usanmıyor deli
Benimle gel, bırak
Sözler onların olsun
Yalanlardan uzak
Bi’ Dünya biliyorsun
Şehirlere inat
Temiz günlerin olsun
Yaşanmalı hayat
Bi’ yol var görüyorsun
Yeni hayat
Seni de, beni de çağırıyor
Yürürsek el ele hafifliyor
Arınıyor
Belki delirdik
Belki gücendik
Bil ki yoruldun
Bil ki soyundun
İsimler değişti
Düşler kimindi
Birdin hiç oldun
Vardı vuruldu
Benimle gel, bırak
Sözler onların olsun
Yalanlardan uzak
Bi’ Dünya biliyorsun
Şehirlere inat
Temiz günlerin olsun
Yaşanmalı hayat
Bi’ yol var görüyorsun
Yeni Hayat'a beş kala!
Hiçbir topuk tırkırtısı bu kadar davetkâr olamaz!
Defile günü geldiğinde
Ömer’le Gülfem’in boşanma haberi gazetelerdeki yerini almıştı. Bu arada Ömer de
Gülru’ya yirmi dört saatlik bir süre verdi. Zaten Cihan da, Gülru’ya defileden
sonra konuşmak istediğini söylemişti. Gülru defile telaşını yaşarken, Ömer
Gülru’yu “boşan da gel!” ısrarına devam ederken, Gülfem Onur’la olan
terapilerine devam ediyordu. Fakat yine de gerçeklerden kaçıyordu. Cihan, ona
bu kadar güvenirken hayal kırıklığı yaşatmak istemiyordu. Gülru’nun gideceğini
günden güne içine sindirmeye çalışan Cihan, ablasıyla daha çok kaynaştı. Ondan
aldığı destekle hayata tutunmaya çalışıyordu. Bu nedenle Gülfem bu hainliği
Cihan’a söylemek istemiyordu. Tek tehlike ise Gülru’nun her şeyi anlatacak
olmasıydı.
Gelin Sipahi defilesine
Gülfem Sipahi imzası!
Basında Gülru Sipahi defilesi
Gelelim sokak defilesine!
Sokak defilesi fikri ilk ortaya atıldığında sevmiştim. Gözümün önünde
İstanbul’un otantik manzarası üzerinde fantastik bir gösteri bekliyordum. Fakat
gelin görün ki ortada Gülfem Sipahi çelenginden ve eski Galata Köprüsü’nün güzelliğinden
başka bir şey göremedim. Gülru Sipahi’nin moda ve halkla tanışma projesi bu
kadar vasat olmamalıydı. Adeta müsamere izledim. Hâlbuki defile dediğin tüm
büyüsüyle insanı etkilemeli. Podyuma çıkan her manken o podyumun ve defilenin
ruhunu taşımalı. Ne yazık ki bende tahmin ettiğim ilgiyi ve etkiyi yaratmadı.
Hatta o sahneyi bırakıp evin içindeki diğer işlerimi tamamladım. Gülru Sipahi
ilk ve son defilesinde bu kadar kötü prodüksiyona sahip olmamalıydı.
Sence de egonu askıya asmanın zamanı gelmedi mi?
Ego denen şey ne büyük bir
patron? En iflah olmaz insanı bile ele geçirip kandırabiliyor. Gülru’yu da
kandırdı. Defile sonrasındaki iç sesi ise egosunun onu nasıl ele geçirdiğinin
bir göstergesiydi. Evet, bu Gülru’ydu! Onlar Gülru’nundu. Hepsini o çizdi.
Bahçıvanın kızı! Bahçıvanın koskoca Gülfem Sipahi’ye kafa tutan kızı! O Gülru.
Gülru Çelik! Hayır, Gülru Sipahi. Çelik ya da Sipahi! Ne fark eder? Başardı.
Evet, gerçekten başarmıştı. Egosu onu ele geçirmişti.
Yüzünü düşürme Küçük Prens!
Defile sona erdiğine göre
Cihan meselesine gelebiliriz artık. Gülru kendi algısına göre kocasını terk
ediyordu. Dostluğundan bir şey eksilmeyecekti. Ama Cihan bunu kaldırabilecek
psikolojide değildi. Bu sahneyi ya da yüzleşmeyi sanırım yirmi dört bölümdür
bekliyorduk. Gülfem – Cihan – Gülru yüzleşme için hazırdı. Gülfem’in
de dediği gibi Cihan’ı Gülru’dan ancak gerçek kurtarırdı. Gerçekler can acıtıcıdır
ama hastalıklı ruhtan kurtulmanın da tek yoludur. Gülru, Cihan’a Gülfem’den
intikam almak için evlendiğini söylediğinde içim cızladı. O anda o salonda ben
de olsaydım dehşet içinde söylenenleri dinlerdim. Bu yüzleşmeyi bekliyordum,
fakat bu kadar yıkılacağımı ve Cihan’a üzüleceğimi bilemezdim. Onun ruh halini
düşündükçe umut kırıkları içime battı. Bu açıklamadan sonra Gülfem’in zafer çığlıkları
atacağını sanıyordum. Öyle olmadı. O da üzgündü. Kardeşi için endişeleniyordu.
Bir varmış bir yokmuş. Gülru,
Kaf Dağı’nın arkasındaki peri kızıymış.

Aşk fedakârlıktı
Peki, Cihan’ın içinden geçen
neydi? Kendisi de bunu dile getirdi. O an içinde barındırdığı duygular aşk ve
özlemdi. Gülru’nun aşkının o olmadığını çok iyi biliyordu. Bu itirafıyla hem
Gülru’yu, hem Gülfem’i hem de biz izleyenleri şaşırttı. Çünkü Cihan, Gülfem’in
aşkına kavuşması gerektiğine inanıyordu. Hak etmediği bir aşka sahip olmak
Cihan’ı daha çok yaralıyordu. Gülru o an kapıdan çıktığında Cihan biliyordu ki
Gülru’nun özlemini ve aşkını hak ediyordu. Buna hakkı vardı. Ne yazık ki
ablasıyla en iyi arkadaşının arasındaki savaşa malzeme olmuştu. Cihan her zaman
Gülru’nun Ömer’i kullandığını sanıyordu. Evdeki hesap gerçeklere uymadı. Bu
itirafla Gülru’nun esas intikam malzemesinin Gülfem olduğunu anladığında
kendini daha bir küçülmüş hissetti. Bir şey fark etmedi. Sonucu veya sebebi ne
olursa olsun kullanıldığını çok iyi biliyordu.
Git demek zormuş be Gülru!
Geçtiğimiz haftalarda Güllerin Savaşı’nın sosyal medyadaki
hashtag’lerinden biri “aşk mı savaş mı” idi. Bizler de bu sahnede aşk veya
savaşın fark etmediğini anladık. Cihan için önemli olan kullanıldığını
anlamaktı. Çünkü çok âşıktı. Masallardaki prens olmadığını o da biliyordu. Ve
hiçbir zaman da Küçük Prens olamayacaktı. Onursuz, gurursuz ama âşık! Sadece
âşık. Çocukluk hayaline, tek arkadaşına âşık bir bireydi. O kadar fedakârdı ki
sevdiği kadını masalının sonunu yazmaya gitmesi için ikna ediyordu. Aşk bazen
de fedakârlıktı. Cihan bunu bize en iyi gösteren biriydi. Küçük Prens masal
dinlemeyi çok severdi, fakat hiçbir zaman kendine ait masalı olmamıştı. O her
zaman masalların sonunu hayranlık ve heyecanla bekleyen dinleyici grubundan
biriydi. Bu nedenle de âşık olduğu kadına “Git Gülru! Git ve masalının sonunu
yaşa.” diyebilecek kadar cesurdu.
Cnms, rimellerine odaklanmaktan sahneyi izleyemedim.
Ablaanneler!
Veda etmek zordu. Gitmek en
zoruydu. Bunu Cihan için yapmalıydı. Öyle de oldu. Sipahi ismiyle hiçbir
alakası kalmayacağına dair olan sözleşmeyi imzaladıktan sonra özgürdü. Artık masalının
devamını yaşamaya gitmeliydi. Sevdiği adamın kollarında olmak iyi gelecekti.
Her şey bu kadar çabuk olduktan sonra Gülru’nun, Sipahi’den Çelik’e dönmesi de
kolay olacak mıydı? Kaybettiği çok şey vardı. İlk babasının güvenini kaybetti,
sonra da cismini. Masumiyetini ve saflığını kaybettikten sonra aşkını da
kaybetmişti. Şimdi ise en iyi arkadaşının tertemiz aşkını kaybetti. Hayattaki
en ağır hakaretten bile en ağır cezaydı bu. Ötesi yoktu. Kendi masalının sonu
için değer verdiği birilerini de yitirmesi gerekiyordu. Hayatta her şey aynı
kalamazdı. Elbette ki bir son yaşayacaktı. Önüne açılan kapıya adım atabilmesi
için ardındaki kapıyı kapatması gerekiyordu.
Bitti. Gülru artık
yüklerinden kurtulmuştu ve Ömer’indi! Sevdiği adama kavuşmak için hiçbir
pişmanlığı kalmadı. Onun olabilirdi. Ne yaşarsa yaşasın pişmanlığı olmayacaktı.
Gözünün içine baktığında onun olduğunu biliyordu. Sabah olsa da değişen bir şey
olmayacaktı. Gerçekten öyle mi oldu? Tabii ki de hayır! Yeni hayatının ve özel
hayatının ilk sabahında bu olmamalıydı. Gülru her şeyi ardında bırakarak Ömer’e
gelmişti ve Ömer, yeni hayatlarının ilk sabahında Gülru’nun gözünde koca bir
hiç görüyordu. Hiçbir şey görmüyordu.
Av avcı oldu. Avcı da av!
Ömer artık köprüleri
yakmıştı. Gülru’ya olan güvenini çok önce kaybetmişti. Gülru, o nikâh defterine
imza attığı o gün masumiyetini kaybederek Ömer’in olamazdı. İntikam uğruna
aşkını da kaybetti. Ömer’in bunca zamandır “Boşan da gel!” demesi bir oyundu.
Gülru’yu sınadı. Eğer gerçekten boşanmaya cesareti varsa yeni hayatının ilk
sabahında bırakıp gidecekti. Ömer’in bu düşüncesini veya planını tahmin etmek
güç değildi. Ama bunu bu şekilde öç alarak yapmamalıydı. Evet, Ömer’in
arkasında enkaz bırakma huyu var. Bugüne dek her gidişinde ardında bir kadın
bıraktı. Geriye döndüğünde ise enkazları toplamak için bile uğraşmadı. Her ne
olursa olsun bir kadını yatakta bırakıp gitmek erkekliğe ya da adamlığa yakışan
bir durum değil. Böyle yaparak içindeki öfkeyi bastırabileceğini sanıyorsa da
çok yanılıyor. Hiçbir kadın yatakta bırakılmayı hak etmiyor. Gururu bir kenara
bırakın. Ömer’in bu yaptığı adilikten başka bir şey değil. Bu zamana kadar Ömer’e
olan tüm inancım bitti. Ömer bundan sonra ne yapsa faydası olmaz. Kişiliksiz ve
kalıbının adamı olmaması benim notumu net bir şekilde belirliyor. Otur, sıfır!
Ölmeden önce göreceğiniz son
manzaranın ne olmasını isterdiniz?
Hayır, gayet ciddiyim. Çünkü
Cihan ölmeden önce hayatındaki iki kadının onun için el ele verdiğini gördü.
Sevdiği iki kadını kendinden kurtarmak için ölmeye razıydı. Gülfem’in
uyanamadığı kâbusu olması ve âşık olduğu kadını kaybetmesi Cihan’ı derinden
yaraladı. Küçük Prens masalının mutlu bitmeyeceğini biliyordu. Bitmeyeceği için
de daha fazla acı çekmek istemiyordu. O soğuk demir parçasını alnına dayadığında
iki sevdiği Gül’ü bu şekilde görmeyi ummuyordu. Doğruydu. Gülleri onun için
savaşmadı. Hayat ne garip ki ölüme giderken Gülleri tüm dikenlerinden
kurtularak el ele verdi ve o andaki tek savaşları Cihan’ın hayatta
kalabilmesini sağlamaktı. Olmadı. Soğuk demir parçasından çıkan ses odanın
içinde yankılandı. Cihan bu hayata daha fazla devam edemedi. En doğru karar
olarak bu hayattan ve dikenli Gülleri’nin arasından çekilmek olacaktı. Giderken
arkasında bıraktığı enkazı toplamak zaman alacaktı.
İnternet olmayınca (temsili Ranini.tv yazarları)
Tanıştırayım sol arkadaki beyefendi Güllerin Savaşı'nın yönetmeni Emre Kabakuşak!
Sizlerle kırk sekiz bölüm,
kırk dokuz hafta bu hikâyeyi paylaşmaya çalıştım. Bugüne kadar yazdıklarımı
öksüz bırakmayan siz güzel insanlara teşekkür ederim. Drama kraliçesi yeni
sezonda hikâyeye ne şekilde yön verir? Bilemiyorum. Son on dakikaya kadar sezon
finali bölümünün bu şekilde sonlanacağını tahmin edemedim. Cihan’ın kendini
vurmak istemesi ve silahla başına ateş etmesi benim için şaşırtıcıydı. Fakat hikâyenin
aksına göre Cihan ölürse iki Gül arasındaki savaş biter ve anlatılacak derdimiz
de bitmiş olur. Tahminime göre Cihan ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır.
Birkaç zaman yoğun bakımda kaldıktan sonra da zımba gibi ayağa kalkar. Şayet bu
söylediklerimin tersi olursa inanın ki ben de ters köşe olurum ve Güller
arasındaki yeni savaşın ne olacağını merakla beklerim. Ömer’e gelecek olursam
Brooke ile birlikte Amerika’ya gider. Belli bir zaman geçtikten sonra tekrardan
Türkiye’ye döner (Cihan’ın iyileşmesiyle paralel olarak). O sabahtan sonra
Gülru yine drama kraliçesinin sihirli mürekkebiyle hamile kalabilir ve
tahminimce Cihan iyileşerek bebeğin babası rolünü üstlenebilir. Dediğim gibi
bunlar sadece benim kurguladığım hikâye akışı. Ne olur, ne olmaz bilemem.
Güllerin Savaşı'nın sezon finali özetli-yorumunun ikinci sayfasında "Olmak ya da olmamak" yazısıyla Ranini.tv yazarlarından Valandil de katkıda bulundu. Ricamı kırmayıp yazısını onca işine rağmen benimle ve sizlerle paylaştığı için teşekkür ederim.
Bu bölümde başta Canan
Ergüder, Sercan Badur, Damla Sönmez, Barış Kılıç ve yönetmenimiz Emre Kabakuşak olmak üzere
bizlere dolu dolu bir sezon finali yaşattığı için gönlü değen herkesin emeğine
sağlık! Yeni sezonda yine Raninitv’de görüşmek dileğimle… Herkese iyi tatiller!