“Benim Güller'im benim için savaşmadılar!”
“Dikenler neye yarar?” dedi Küçük Prens. Daha sonra bir ses duyuldu ve “Dikenler hiçbir şeye yaramaz. Çiçeklerdeki kötülüğün göstergesidir.”  dedi o sesin sahibi. Küçük Prens duyduklarına inanamadı. “Çünkü çiçekler kötülük nedir bilmezler. Dikenlerinin bir güç göstergesi olduğuna inanırlar.” derdi her zaman. Haklıydı! Belki de onları yenilmezlik kılıfına sokan şey dikenleriydi? Çiçekler hayatta kalmak için dikenlerini savaş kalkanı olarak kullanıyorlardı. Böylece daha güçlü görünüp hiçbir şekilde zarar görmeyeceklerdi. Ama olmadı. Bizim çiçeklerimiz yani Güllerimiz dikenlerini kendilerine batırdılar. Güzellikleri bile dikenlerinin kalkanı olmadı, olamadı. Birbirlerini yaralamak için en güçlü silahları olan dikenlerini kullandılar. Yenildikçe dikenleri daha bir sivrildi. Sivrildi ki her batışında daha fazla kanasın, böylece izi hiç geçmesin. Geçmesin ki o yaraya her bakışında içinden bir şeyler kopsun. Fakat Küçük Prens bunların olmasını hiç istemedi. Gerçeklerden ve yüzleşmekten hep kaçmayı denedi. Biliyordu ki gerçekler eline batmış diken kalıntısı gibi canını her geçen zamanda daha çok acıtacak. Yangısı dinmeyecek. Belki de kendince kolay yolu seçti? Kâbusundan uyanmak istedi. Küçük Prens kendi kâbusundan uyanırken Gülleri’ni ise hiç uyanmayacağı kâbus diyarına sürükleyecekti.

Cihan bir kumar oynadı ve kaybetti.
 
Cihan, ne kadar dile getirilmese de bir gün böyle bir sonun olacağını tahmin ediyordu. Bu nedenle gerçeklerden hep kaçtı. Aşkını kaybettiği için ne kadar üzülse de, en iyi arkadaşını ve dostunu yitirmek en büyük korkusuydu. Korkularıyla baş edemediği için de kaçmayı ve duymamayı seçti. Köşkün bir cephesinde bunlar yaşanırken diğer bir cephesi, başka bir gerçeğin gün yüzüne çıkmasıyla alabora olmuştu. Gülfem’in kan donduran itirafına Onur’dan başka bir kulak misafiri daha vardı. Gülru! İşte her şeyi birincil ağızdan duydu. Duyduğu andaki refleksi ve şoku gerçekti. Çünkü en iyi arkadaşının yıllarca bir “Nedenle” savaşmasına tanık olmuştu. Şimdi puzzle’ın parçaları tamamlanmıştı. Gülfem’in neden yıllarca Cihan’dan kaçtığını bulmuştu. Peki, ama neden? Neden bunu yapmıştı? Anlam veremiyordu. Neden olabileceğini aklı almıyordu.

Yüzüne her baktığımda, titrek sesini her duyduğumda vicdanım daha çok kanıyor. 
 
Gülfem artık gerçeklerle yüzleşmesinin zamanının çoktan geldiğini biliyordu. Acı çekiyor. Geçmişinde yaşadığı ve yaşattığı travmaya daha fazla katlanamaz hale gelmişti. Bu itirafı yapmak oldukça güçtü. Yedi yaşındaki küçük bir kız çocuğunun kıskançlık krizinin sonucu yıllar geçse bile vicdan azabının baskısını üzerinden atamıyordu. Daha o zamanlar narsistik kişilik bozukluğunun temellerini atmış, kendi ve kendinden başka bir insana tahammül edemediği için tek çözüm yolunun sesini kesmekten yana olduğunu düşünmüştü. Eğer annesinin gidişine neden olan bu bebeğin sesi kesilirse annesinin yokluğuna bir nebze olsun alışabilecekti. Susturmak zorundaydı. Susturmak zorundaydı, çünkü Profesör Doktor Enver Sipahi’nin ve eşi Süheyla Hanım’ın biricik kızı olarak kalmak istiyordu. Küçük Gülfem bunları düşünürken, hayatın ona hiç unutmayacağı kazığını atacağını hiç tahmin etmemişti.


İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir* 

Marifetinin adı hipoksik şoktu. Cihan’a bunu Gülfem yapmıştı. Kendi bencilliğinin kurbanı, ömrü boyunca ona mahkûm kalacaktı. Bunu düşündükçe damarlarındaki kanın çekildiğini hissedebiliyordu. Cihan, Gülfem’in en acımasız eseriydi. Ve bu acımasız eserinin onu sevmesine tahammülü yoktu. Küçük, titrek elleriyle her abla deyişinde içindeki kin ve öfke, daha çok itmesine neden oluyordu. Nefret ediyordu. Bu yüzden hiç düşünmeden ve arkasına bakmadan kaçmıştı. Onur’un da dediği gibi yardım alması gerekiyordu. Bu kadar sene sonra bile olsa yardım alması ve gerçeklerle yüzleşmesi Gülfem’i iyileştirebilirdi. Ama kim yardım edecekti? Kim bunca enkazı kaldırabilecekti? Yirmi yedi yılın enkazı kolay kalkabilir miydi? Bu hayatı tekrardan inşaa edebilmek, alt yapıyı sağlamlaştırabilmek yalnızca bir kişinin elindeydi. Cihan! Bu enkazı ancak Cihan’la yüzleşirse kaldırabilirdi. Gülfem’in kendini affedebilmesi için Cihan’a ihtiyacı vardı. Bu yüzleşmeyle ikisi arasındaki görülmez engel ancak bu şekilde kalkabilirdi.

Sen gidersen ben de giderim!
 
Cihan, Gülru’nun ellerinden kayıp gideceğini biliyordu. Ellerinde kayıp yittiğini tahmin etmemek ve görmemek mümkün değildi. Bir başka adama âşık olduğunu bilerek onunla evlenmişti. Bu daha çok canını yakıyordu. Gülfem ise çaresizlikle kardeşini avutmaya çalışıyordu. Gülru gitse bile her zaman yanında olacağına ve Cihan’ı yalnız bırakmayacağına dair söz veriyordu. Öte yandan Gülru, öğrendiği gerçekle Cihan’dan ayılması biraz daha güçleşti. Cihan’ı bu halde bırakıp gitmek vicdanına yakışmazdı. Cihan, Sipahi ailesinin küçük çocuğuydu. Bu Küçük Prens sevdiği kadından hikâye dinlemeyi çok seviyordu. Onu rahatlatan etkinliklerden biriydi. Şimdi bu kadını kaybedecek olması hikâyeden de mahrum kalacağı anlamına geliyordu. Kaybedeceği kadının yerini ancak ablası doldurabilirdi. Ve ancak ablasının yeni hikâyeler okuyacağını biliyordu.

Hayat bazen hiç beklemediğimiz yerden bizi vuruyor Gülru!
 
Gülru duydukları karşında şok olmuştu. Eline geçen bu kozu kullanmamak için bir nedeninin olması gerekiyordu. Bu nedenle de soluğu Onur’un kliniğinde aldı. Bir sebep, sadece bir sebep! Onur’da, Gülru da susması için bir sebep olmadığını çok iyi biliyordu. Onur haklıydı. Bu topa girmesi ihtimalinde yaraladığı kişi yalnızca Gülfem olmayacaktı. Gülfem zaten yıllardır acısını içine bastırmaya çalıyordu. Vicdanının sesi kulaklarını sağar etmişti. Gülru bu gerçeği bildiğini Gülfem’e söylediğinde bir şey değişmeyecekti. Esas yaralanan kişi Cihan olacaktı. Çünkü delice sevdiği iki kadın tarafından sırtından vurulacaktı. İhanetin bedeli Cihan’a ağır gelirdi. Gülru’nun gerçekleri öğrendiğindeki öfkesini bir bakıma haksız buluyorum. Bu Gülfem’le aralarındaki savaşı biraz daha kızıştırmak için düşündüğü bir silah. Gülfem zaten yıllar önce o silahla kalbini parçalayalı çok olmuştu. Biraz önce de dediğim gibi gerçekleri açıklamak Gülfem’de bir şey değiştirmeyecek. Bu da Gülru’nun zaferini tek başına göğüslemesine izin vermeyecek. Gülru bedel ödemeye bu kadar meraklıysa bir intikam uğuruna masumiyetini nasıl kaybettiğine bakabilir. Ya da bir hırs uğruna, sırf Gülfem’i cezalandırmak için Cihan’ı kandırıp nasıl da Sipahi ismiyle çıtasının üstüne çıktığını görebilir.

Gülru Sipahi öldü mü?
 
Gülru, Gülru Sipahi markasını açalı epey bir zaman oldu. Birkaç atölye sahnesi dışında daha henüz üretilen kreasyonu göremedik. Bir defiledir gidiyor. Ondan da ses seda yok derken Duygu’nun Gülru’ya çıkışı ve küçük markasını ayakta tutabilecek kıvılcımı ateşlemesi takdirimi kazandı. En azından markayı biri düşünüyordu. Sahi, Gülru bu atölyeyi niye açmıştı? Altı yaşından bu yana tek hayali Gülfem Sipahi gibi olabilmek değil miydi? Bu algının üzerine babasının ölümü dolayısıyla da bir yemin etmemiş miydi? Bir meselesi yok muydu? Kavgasını ve içindeki öfkeyi savaştıracağı tek yer Gülru Sipahi platformu değil miydi? Ne değişti? Ne değişti de Gülru bu yaşadıklarını ve kendine olan sözü unuttu? Moda dünyasından Gülfem’i sildirmek ve yeni nesil Sipahi markası olabilmek tutkusu değil miydi? Tüm idealleri ve hedefleri Gülfem’in gerçek annesinin kim olduğunu ortaya koyunca söndü mü? Neredeydi o hırs dolu Gülru Sipahi? İçindeki canavarı bu kadar çabuk mu öldürdü? Gerçekten Gülru Sipahi öldü mü? Kendi savaşına bile inanmayan bir karakter bu kadar çabuk mu yitip gitti?


Burası Türkiye en önemli haberler bile iki günde unutuluyor.


Yonca'dan al haberi!

Güllerin Savaşı’nda tansiyon bu denli yüksekken Gülru, Gülru Sipahi markası için defile hazırlıklarına başladı. Bu arada Gülfem ile Ömer de tek celsede boşandılar. Beş günlük bir geçiş arası yaşanırken bize güzel görüntülerle yeni bir Jehan Barbur şarkısı eşlik etti. Sözlerinin anlamı ise Güllerin Savaşı’nın o anki ruh halini tasvir ediyordu. İşte Yeni Hayat ve sözleri…


 

İçimden gelmiyor
Artık eskisi gibi!
Yürüdüm yürümdüm
Bunaldım, bunalmıyor deli
 
Dilimden düşmüyor
Artık başkası gibi
Büyüdüm büyüdüm
Usandım, usanmıyor deli
 
Benimle gel, bırak
Sözler onların olsun
Yalanlardan uzak
Bi’ Dünya biliyorsun
 
Şehirlere inat
Temiz günlerin olsun
Yaşanmalı hayat
Bi’ yol var görüyorsun
 
Yeni hayat
Seni de, beni de çağırıyor
Yürürsek el ele hafifliyor
Arınıyor
 
Belki delirdik
Belki gücendik
Bil ki yoruldun
Bil ki soyundun
 
İsimler değişti
Düşler kimindi
Birdin hiç oldun
Vardı vuruldu
 
Benimle gel, bırak
Sözler onların olsun
Yalanlardan uzak
Bi’ Dünya biliyorsun
 
Şehirlere inat
Temiz günlerin olsun
Yaşanmalı hayat
Bi’ yol var görüyorsun


Yeni Hayat'a beş kala!


Hiçbir topuk tırkırtısı bu kadar davetkâr olamaz!

Defile günü geldiğinde Ömer’le Gülfem’in boşanma haberi gazetelerdeki yerini almıştı. Bu arada Ömer de Gülru’ya yirmi dört saatlik bir süre verdi. Zaten Cihan da, Gülru’ya defileden sonra konuşmak istediğini söylemişti. Gülru defile telaşını yaşarken, Ömer Gülru’yu “boşan da gel!” ısrarına devam ederken, Gülfem Onur’la olan terapilerine devam ediyordu. Fakat yine de gerçeklerden kaçıyordu. Cihan, ona bu kadar güvenirken hayal kırıklığı yaşatmak istemiyordu. Gülru’nun gideceğini günden güne içine sindirmeye çalışan Cihan, ablasıyla daha çok kaynaştı. Ondan aldığı destekle hayata tutunmaya çalışıyordu. Bu nedenle Gülfem bu hainliği Cihan’a söylemek istemiyordu. Tek tehlike ise Gülru’nun her şeyi anlatacak olmasıydı.


Gelin Sipahi defilesine Gülfem Sipahi imzası!


Basında Gülru Sipahi defilesi
 
Gelelim sokak defilesine! Sokak defilesi fikri ilk ortaya atıldığında sevmiştim. Gözümün önünde İstanbul’un otantik manzarası üzerinde fantastik bir gösteri bekliyordum. Fakat gelin görün ki ortada Gülfem Sipahi çelenginden ve eski Galata Köprüsü’nün güzelliğinden başka bir şey göremedim. Gülru Sipahi’nin moda ve halkla tanışma projesi bu kadar vasat olmamalıydı. Adeta müsamere izledim. Hâlbuki defile dediğin tüm büyüsüyle insanı etkilemeli. Podyuma çıkan her manken o podyumun ve defilenin ruhunu taşımalı. Ne yazık ki bende tahmin ettiğim ilgiyi ve etkiyi yaratmadı. Hatta o sahneyi bırakıp evin içindeki diğer işlerimi tamamladım. Gülru Sipahi ilk ve son defilesinde bu kadar kötü prodüksiyona sahip olmamalıydı.

Sence de egonu askıya asmanın zamanı gelmedi mi?
 
Ego denen şey ne büyük bir patron? En iflah olmaz insanı bile ele geçirip kandırabiliyor. Gülru’yu da kandırdı. Defile sonrasındaki iç sesi ise egosunun onu nasıl ele geçirdiğinin bir göstergesiydi. Evet, bu Gülru’ydu! Onlar Gülru’nundu. Hepsini o çizdi. Bahçıvanın kızı! Bahçıvanın koskoca Gülfem Sipahi’ye kafa tutan kızı! O Gülru. Gülru Çelik! Hayır, Gülru Sipahi. Çelik ya da Sipahi! Ne fark eder? Başardı. Evet, gerçekten başarmıştı. Egosu onu ele geçirmişti.

Yüzünü düşürme Küçük Prens!
 
Defile sona erdiğine göre Cihan meselesine gelebiliriz artık. Gülru kendi algısına göre kocasını terk ediyordu. Dostluğundan bir şey eksilmeyecekti. Ama Cihan bunu kaldırabilecek psikolojide değildi. Bu sahneyi ya da yüzleşmeyi sanırım yirmi dört bölümdür bekliyorduk. Gülfem – Cihan – Gülru yüzleşme için hazırdı. Gülfem’in de dediği gibi Cihan’ı Gülru’dan ancak gerçek kurtarırdı. Gerçekler can acıtıcıdır ama hastalıklı ruhtan kurtulmanın da tek yoludur. Gülru, Cihan’a Gülfem’den intikam almak için evlendiğini söylediğinde içim cızladı. O anda o salonda ben de olsaydım dehşet içinde söylenenleri dinlerdim. Bu yüzleşmeyi bekliyordum, fakat bu kadar yıkılacağımı ve Cihan’a üzüleceğimi bilemezdim. Onun ruh halini düşündükçe umut kırıkları içime battı. Bu açıklamadan sonra Gülfem’in zafer çığlıkları atacağını sanıyordum. Öyle olmadı. O da üzgündü. Kardeşi için endişeleniyordu.


Bir varmış bir yokmuş. Gülru, Kaf Dağı’nın arkasındaki peri kızıymış.

Aşk fedakârlıktı

Peki, Cihan’ın içinden geçen neydi? Kendisi de bunu dile getirdi. O an içinde barındırdığı duygular aşk ve özlemdi. Gülru’nun aşkının o olmadığını çok iyi biliyordu. Bu itirafıyla hem Gülru’yu, hem Gülfem’i hem de biz izleyenleri şaşırttı. Çünkü Cihan, Gülfem’in aşkına kavuşması gerektiğine inanıyordu. Hak etmediği bir aşka sahip olmak Cihan’ı daha çok yaralıyordu. Gülru o an kapıdan çıktığında Cihan biliyordu ki Gülru’nun özlemini ve aşkını hak ediyordu. Buna hakkı vardı. Ne yazık ki ablasıyla en iyi arkadaşının arasındaki savaşa malzeme olmuştu. Cihan her zaman Gülru’nun Ömer’i kullandığını sanıyordu. Evdeki hesap gerçeklere uymadı. Bu itirafla Gülru’nun esas intikam malzemesinin Gülfem olduğunu anladığında kendini daha bir küçülmüş hissetti. Bir şey fark etmedi. Sonucu veya sebebi ne olursa olsun kullanıldığını çok iyi biliyordu.

Git demek zormuş be Gülru! 

Geçtiğimiz haftalarda Güllerin Savaşı’nın sosyal medyadaki hashtag’lerinden biri “aşk mı savaş mı” idi. Bizler de bu sahnede aşk veya savaşın fark etmediğini anladık. Cihan için önemli olan kullanıldığını anlamaktı. Çünkü çok âşıktı. Masallardaki prens olmadığını o da biliyordu. Ve hiçbir zaman da Küçük Prens olamayacaktı. Onursuz, gurursuz ama âşık! Sadece âşık. Çocukluk hayaline, tek arkadaşına âşık bir bireydi. O kadar fedakârdı ki sevdiği kadını masalının sonunu yazmaya gitmesi için ikna ediyordu. Aşk bazen de fedakârlıktı. Cihan bunu bize en iyi gösteren biriydi. Küçük Prens masal dinlemeyi çok severdi, fakat hiçbir zaman kendine ait masalı olmamıştı. O her zaman masalların sonunu hayranlık ve heyecanla bekleyen dinleyici grubundan biriydi. Bu nedenle de âşık olduğu kadına “Git Gülru! Git ve masalının sonunu yaşa.” diyebilecek kadar cesurdu.


Cnms, rimellerine odaklanmaktan sahneyi izleyemedim. 
 

Ablaanneler!

Veda etmek zordu. Gitmek en zoruydu. Bunu Cihan için yapmalıydı. Öyle de oldu. Sipahi ismiyle hiçbir alakası kalmayacağına dair olan sözleşmeyi imzaladıktan sonra özgürdü. Artık masalının devamını yaşamaya gitmeliydi. Sevdiği adamın kollarında olmak iyi gelecekti. Her şey bu kadar çabuk olduktan sonra Gülru’nun, Sipahi’den Çelik’e dönmesi de kolay olacak mıydı? Kaybettiği çok şey vardı. İlk babasının güvenini kaybetti, sonra da cismini. Masumiyetini ve saflığını kaybettikten sonra aşkını da kaybetmişti. Şimdi ise en iyi arkadaşının tertemiz aşkını kaybetti. Hayattaki en ağır hakaretten bile en ağır cezaydı bu. Ötesi yoktu. Kendi masalının sonu için değer verdiği birilerini de yitirmesi gerekiyordu. Hayatta her şey aynı kalamazdı. Elbette ki bir son yaşayacaktı. Önüne açılan kapıya adım atabilmesi için ardındaki kapıyı kapatması gerekiyordu.


 

Bitti. Gülru artık yüklerinden kurtulmuştu ve Ömer’indi! Sevdiği adama kavuşmak için hiçbir pişmanlığı kalmadı. Onun olabilirdi. Ne yaşarsa yaşasın pişmanlığı olmayacaktı. Gözünün içine baktığında onun olduğunu biliyordu. Sabah olsa da değişen bir şey olmayacaktı. Gerçekten öyle mi oldu? Tabii ki de hayır! Yeni hayatının ve özel hayatının ilk sabahında bu olmamalıydı. Gülru her şeyi ardında bırakarak Ömer’e gelmişti ve Ömer, yeni hayatlarının ilk sabahında Gülru’nun gözünde koca bir hiç görüyordu. Hiçbir şey görmüyordu.


Av avcı oldu. Avcı da av!

 
 

Ömer artık köprüleri yakmıştı. Gülru’ya olan güvenini çok önce kaybetmişti. Gülru, o nikâh defterine imza attığı o gün masumiyetini kaybederek Ömer’in olamazdı. İntikam uğruna aşkını da kaybetti. Ömer’in bunca zamandır “Boşan da gel!” demesi bir oyundu. Gülru’yu sınadı. Eğer gerçekten boşanmaya cesareti varsa yeni hayatının ilk sabahında bırakıp gidecekti. Ömer’in bu düşüncesini veya planını tahmin etmek güç değildi. Ama bunu bu şekilde öç alarak yapmamalıydı. Evet, Ömer’in arkasında enkaz bırakma huyu var. Bugüne dek her gidişinde ardında bir kadın bıraktı. Geriye döndüğünde ise enkazları toplamak için bile uğraşmadı. Her ne olursa olsun bir kadını yatakta bırakıp gitmek erkekliğe ya da adamlığa yakışan bir durum değil. Böyle yaparak içindeki öfkeyi bastırabileceğini sanıyorsa da çok yanılıyor. Hiçbir kadın yatakta bırakılmayı hak etmiyor. Gururu bir kenara bırakın. Ömer’in bu yaptığı adilikten başka bir şey değil. Bu zamana kadar Ömer’e olan tüm inancım bitti. Ömer bundan sonra ne yapsa faydası olmaz. Kişiliksiz ve kalıbının adamı olmaması benim notumu net bir şekilde belirliyor. Otur, sıfır!

Ölmeden önce göreceğiniz son manzaranın ne olmasını isterdiniz?
 
Hayır, gayet ciddiyim. Çünkü Cihan ölmeden önce hayatındaki iki kadının onun için el ele verdiğini gördü. Sevdiği iki kadını kendinden kurtarmak için ölmeye razıydı. Gülfem’in uyanamadığı kâbusu olması ve âşık olduğu kadını kaybetmesi Cihan’ı derinden yaraladı. Küçük Prens masalının mutlu bitmeyeceğini biliyordu. Bitmeyeceği için de daha fazla acı çekmek istemiyordu. O soğuk demir parçasını alnına dayadığında iki sevdiği Gül’ü bu şekilde görmeyi ummuyordu. Doğruydu. Gülleri onun için savaşmadı. Hayat ne garip ki ölüme giderken Gülleri tüm dikenlerinden kurtularak el ele verdi ve o andaki tek savaşları Cihan’ın hayatta kalabilmesini sağlamaktı. Olmadı. Soğuk demir parçasından çıkan ses odanın içinde yankılandı. Cihan bu hayata daha fazla devam edemedi. En doğru karar olarak bu hayattan ve dikenli Gülleri’nin arasından çekilmek olacaktı. Giderken arkasında bıraktığı enkazı toplamak zaman alacaktı.




İnternet olmayınca (temsili Ranini.tv yazarları)


Tanıştırayım sol arkadaki beyefendi Güllerin Savaşı'nın yönetmeni Emre Kabakuşak!
 
Sizlerle kırk sekiz bölüm, kırk dokuz hafta bu hikâyeyi paylaşmaya çalıştım. Bugüne kadar yazdıklarımı öksüz bırakmayan siz güzel insanlara teşekkür ederim. Drama kraliçesi yeni sezonda hikâyeye ne şekilde yön verir? Bilemiyorum. Son on dakikaya kadar sezon finali bölümünün bu şekilde sonlanacağını tahmin edemedim. Cihan’ın kendini vurmak istemesi ve silahla başına ateş etmesi benim için şaşırtıcıydı. Fakat hikâyenin aksına göre Cihan ölürse iki Gül arasındaki savaş biter ve anlatılacak derdimiz de bitmiş olur. Tahminime göre Cihan ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır. Birkaç zaman yoğun bakımda kaldıktan sonra da zımba gibi ayağa kalkar. Şayet bu söylediklerimin tersi olursa inanın ki ben de ters köşe olurum ve Güller arasındaki yeni savaşın ne olacağını merakla beklerim. Ömer’e gelecek olursam Brooke ile birlikte Amerika’ya gider. Belli bir zaman geçtikten sonra tekrardan Türkiye’ye döner (Cihan’ın iyileşmesiyle paralel olarak). O sabahtan sonra Gülru yine drama kraliçesinin sihirli mürekkebiyle hamile kalabilir ve tahminimce Cihan iyileşerek bebeğin babası rolünü üstlenebilir. Dediğim gibi bunlar sadece benim kurguladığım hikâye akışı. Ne olur, ne olmaz bilemem.

Güllerin Savaşı'nın sezon finali özetli-yorumunun ikinci sayfasında "Olmak ya da olmamak" yazısıyla Ranini.tv yazarlarından Valandil de katkıda bulundu. Ricamı kırmayıp yazısını onca işine rağmen benimle ve sizlerle paylaştığı için teşekkür ederim.
 
Bu bölümde başta Canan Ergüder, Sercan Badur, Damla Sönmez, Barış Kılıç  ve yönetmenimiz Emre Kabakuşak olmak üzere bizlere dolu dolu bir sezon finali yaşattığı için gönlü değen herkesin emeğine sağlık! Yeni sezonda yine Raninitv’de görüşmek dileğimle… Herkese iyi tatiller!

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER