Gönlüm buruk oturdum gece yazının başına. Biraz hüzün, biraz da
mide ağrısı vardı. Tam yazının sonuna gelmişken teknolojinin azizliğine uğradım
ve yazım tamamen gitti! Vardır bunda da bir hayır deyip sabahı bekledim. İkinci
defa 114. bölümün yorumuna başlıyorum, yorumdan ziyade bugün içimi dökmek
istiyorum size. Beraber toplar mıyız dökülenleri ve özellikle birbirimizi?
Karadayı'yı koyduğumuz özel yeri, bu güzel aşkı bitirmek
hiçbirimiz için kolay olmayacaktır biliyorum. Zaten ne "veda"
sözcüğünü ne de "vedalaşma" kısmını seviyorum hayatımda.
Sevdiklerimi, bağlandıklarımı kolay kolay bırakamama alışkanlığı da buradan
geliyor aslında. İçinde kendime ait bulduklarım veda etmemi güçleştiriyor ve sanırım
hepimiz aynı haldeyiz. "Biten her şey hüzünlendirir" dedi sevgili
dostum Zümra. Haklıydı. Ben daha sakin bir şekilde karşılaşacağımı düşünürken
birden içimde hissettim o kopuşu. Düşünün şimdi; ben sıradan bir izleyiciyim ve
bu "son veda" canımı böylesine acıttı. Bir de Karadayı'yı yazan,
oynayan çeken, bir miktar dahi emeği geçenleri düşünün, onlara kolay mıdır?
Onların bizlerden daha çok emeği söz konusu ve ne kadar üzgün oldukları aşikâr.
"Aklın güzelliği dil ile, dilin güzelliği söz ile belli olur"
demişler. Dilimizi güzelleştirelim her daim lütfen! Karadayı'ya ve bu aileye
yakışan cümleler görmek tek temennim finalde de. Çünkü böylesi güzel aileye bu
yakışır.
Kara yenge olmak bunu gerektirir!
Aslında bölümü sakin sakin izliyordum, hatta olayların duygusal gidişatından
etkilenmeyeceğimi düşünmüştüm bölümden önce. Bölüm etiketi haftalardır dem
vurduğumuz adaletti. Sağ olsun kanalın önceden yayınladığı küçük videoları da
izleyip Feride'nin Belgin'e aşk ettiği o tokada "eline sağlık"
nidaları atıp rahatladım. Doğmamış bir bebeğin sillesi sayesinde Belgin'i
uğurladık hapishaneye. Çıkan yangında Mahir'in ailesini kurtardığını görüp
"oh be" diyerek geriye mahkemeyi ve Deniz'in doğumunu beklemeye
başladım. Turgut'un hafif kaçık hallerine, Belgin'in ölümü kabullenmeyişine, geç
de olsa en azından gelen “adalet"e buruk tebessüm ederek adaletin
Karadayı'da bir kalemi daha kırmasını izledik. Turgut tüm suçlarıyla bu defa
idama yürüdü. Belgin "hızlı yaşa genç öl" felsefesininin
"cesedin yakışıklı olsun" kısmına katılıp idama yürüyemeden intihar
etti. Ben bu arada Adnan'ın da akıbetini görmek isterdim. Necdet'in ne
olacağını da sanırım finalde izleyeceğiz.
Nereden nereye...
Değişmeyen tek şey ayrılığın acısı sanırım.
Duygu yoğunluğu Mahir'in kötüleri bir bir adalete teslim etmesinden sonra
başladı hepimiz için. Görevini başarıyla bir kahraman edasıyla tamamlayan Mahir
en acı vedalarından birini daha etti. Ayrılığı, hasreti iliklerime kadar
hissediyorum bazen Mahir ve Feride'yi izlerken. Uzunca bir süre hasretle baş
etmek kolay değildir. Hele ki biriniz dört duvar arasında, biriniz dışardaysa.
İçimdeki ilk taşı yerinden koparan Feride'nin Mahir'e sıkı sıkı sarılıp
ağlaması, Mahir'in öpmeye ve koklamaya doyamamış halleri oldu! Beni bir anda
Veda Busesi'ne götürdü yeniden. Mahir'in Feride'yi son defa öpüp koklayıp
arabaya binişi, Feride'nin öylece bir başına Mahir'in ardından acılı bakışı! Ne
kadar benziyor birbirine bu vedalar ve ne zorlu bir sevda onların sevdası. Tam
bir mutluluğu hiçbir zaman göremediler. Hep bir tarafları eksik, hep bir yer
yarım kaldı bu hikâyede. Atlayan her zaman dilimi Feride'nin içindeki can gibi
hasretle büyüdü! Mahir'in teller ardından Feride'nin karnına dokunup bebeği
hissetmek istemesi, Feride'nin güçlü olmak isteyip Mahir'in yanında
gözyaşlarını tutuşu boğazımda düğüme sebep oldu ve ikinci taş burada yerinden
çıktı! Bölüm resimlerinde Mahir'in Nazım Deniz'in doğumunu gördüğünü de bilince
asıl beklenen adalet gelir mi diye gene bir hayale kapıldım. 15 yıl olan ceza
"beş" seneye düştü ve ailemiz buna sevinç gözyaşları döktü.
İçeriği adalet olan bölümün "adalet" kısmı iyiler için pek işlemiyor
nedense. Finale yürürken Feride bebeğiyle Mahir için, Mahir de ikisine hasretle savaşır
oldu. Hep beraber cezasının dolup kavuşacakları günü bekleyecekler. Bu adil
oldu mu diye sorgulamıyorum artık, zaten olan oldu. Bunca acıdan sonra bir
de "ölüm" adlı gerçeği görmekten korkuyorum sadece.
Feride: Bu hayranların arasında kadınlar yoktur inşallah!
Mahir: Güven bana Feridem! Meşhur Karadayı Mahir'in avukatı olacaksın.
Biten her şey hüzünlendirir insan yüreğini, burada hemfikir miyiz? Bizler tam
114 bölüm büyük bir aşkla izlediğimiz diziyle nasıl vedalaşacağımızı düşünürken
finalin fragmanıyla iyice dağılır olduk. Elinizde hayal kırıklığı ile bir yere
kadar gidiyor insan. Sonra taşıyamaz oluyorsun bunları yere döküp saçıyorsun,
her yer hayal kırıklığı oluyor. Sadece Mahir için değil aslında bu hayal
kırıklıkları Kara Ailesi (Feride'nin dediğine göre dört sene) aradan geçen bu
süreçte boşu boşuna suçlandı, can yitirdi, bol bol acı çekti, vuruldu, vurdu,
boşu boşuna özgürlüklerinden oldu. Benim için mühim olan hapishanede, dışarıda
Mahir'e ve ailesine duyulan aşırı sevgiden, saygıdan bir miktar adliye
koridorlarında görmekti. Bunca haklılığının karşılığı "beş" sene. Peki,
bu kadar acının üzerine bir de Mahir'in ölümü olursa ana teması hâlâ adalet
olan dizinin büyük bir adaletsizlikle bittiğine tanık olmuş olmaz mıyız?
Buradan gerisinde ne olur bilmiyoruz, haftaya göreceğiz. Mahir ve Feride'nin az
da olsa aile olup oğluyla birlikte geçirecekleri mutlu zamana tanıklık
edeceğiz. Ama o mezar başı sahnesi hala soru işareti. Mahir'e biat için
bekleyen, onu bir kahraman olarak kabul eden o kalabalık kesimin Feride'yi ve
Mahir'i bölüm içinde sık sık dile getirilerek bize gösterilmesi ölümün
"bir kurmaca mı acaba?" denmesine yol açtı. Bunun yanıtını da ancak
finalde göreceğiz.
Ağla bebek! Tek sen ağla ki herkes gülsün...
Bölümün sonu ise yüzü güldüren en özel andı. Herkes gibi Mahir'i doğumhane
önünde volta atarken görmeyi çok istiyordum. Feride'nin elini tutsun, en büyük
desteği olsun istedim hep sevdiğinin. Bahtımıza bundan da güzel bir şey çıktı.
70'lerde ilk defa eşinin doğumuna girerek bir şekilde efsane olarak kurgu
tarihine geçti benim gözümde Mahir Kara. O ne güzel bir tabloydu öyle. Bu kadar
zamandır beklediğimiz nazlı bebek sonunda geldi. Feride'nin gücü kuvveti olacak
Nazım Deniz. Adı gibi güzel bir bebek.
Bölüm içinde gelen şiir, "sen orda duvarlara bakarken, ben burada bir kez
olsun gökyüzüne bakmadım" dizeleri gecenin en can alıcı sözleriydi aslında
Nazif Baba'nın dilinden. Hep söylüyorum bıkmadan, usanmadan ne güzel bir
babasın sen Nazif Baba! Mahir'in ardından sessizce içine akan yaşları, İlknur
için Seyis'in karşına dimdik çıkıp bir nevi elini masaya vuruşu, bir bir âşıkları
kavuşturması. Onun gibi bir baba daha gelmeyecek kurgu tarihine. Bazen bir
bölümde birkaç gün zor atlarken 114. bölümde günler birbirini kovaladı ve ardı
sıra zaman atlamaları izledik. Herkesin bir miktar mutluluğunu gördük, Bülent'i
bile unutmadı sevgili senaristler. Osman okuluna döndü ve Songül'e kavuştu,
İlknur boşandı ve Erdal ile evlendi, Orhan Zehra ile evlendi ve memur oldu,
Ayten kızını da alıp sahne çalışmalarına başladı yeniden. Yasin ve Suna'yı bile
mutlu gördük sonunda.
Gönül istiyor ki bu kadar kişinin mutluluğu en sonunda kucakladığı dizide en
çok acı çekenler asıl mutluluğu bulsun. Dizi tebessüm içinde bitsin, Mahir
ölmesin sevenler en azından bunca acı ve ayrılıktan sonra kavuşsun. Bakalım
finalde neler çıkacak bahtımıza. Haftaya sağ salim ve tek parça halinde
vedamızı yapıp, son yazıyı yazabilmek ümidiyle. Selametle kalın.
* Nazım Hikmet'in Piraye'ye Mektuplar'ında eşine yazdığı
"hasret" sözcükleridir.