Karadayı’nın
114. bölümünü izledik bu hafta. Kaldı bir haftamız. Evet, aitlik ekiyle
yazıyorum çünkü Karadayı benim için çok özel bir dizi. Üç yıl boyunca sanki
orada gerçekten öyle bir dünya varmış, ben de o dünyaya dâhilmişim gibi
izledim. Şimdi de o dünyadan ayrılacak olmanın hüznü var üzerimde. Final bölümü
için hazırlanan fragmanlar da üzerine tuz biber ekince, 114. bölümü izledikten
sonra bütün gece bir boş sayfaya, bir de Youtube’dan bölümün tekrarına baktım
durdum. Haliyle hiçbir şey yazamadım. Böyle söylüyorum ama dizinin bitiyor
olmasını destekliyorum bir yandan da. Hani derler ya “acısıyla tatlısıyla bir
dönem sona eriyor” diye. Bizimkinin acısı biraz fazla kaçsa da benim için çok
güzel bir dönem sona eriyor gerçekten. Neyse veda havasından çıkıp bölüme
geçeyim en iyisi, nasıl olsa daha “bir” hafta var.
Bu kadını ellerine müptela edip gitmezsin değil mi Mahir?
Deniz, kuzum sen de anneni böyle endişe içinde bırakma emi!
Bu bölümün
en belirgin özelliği alıştığımız bir bölümün takriben iki gün içerdiği kağnı
hızından, aynı bölümde ikişer, üçer ay atlayarak ses hızına terfi etmesi
diyebiliriz. Işık hızı demiyorum çünkü onu beş yıl kadar atlayan 115. bölümde göreceğiz.
Feride’nin hamileliğini ve bebeğimizin –evet, Mahir ve Feride’nin bebeği-
doğduğunu görmek için bunun olması gerekiyordu. Feride’ye hamilelik, Mahir’e de
doğum sevinci çok yakıştı. Allah bozmasın diyeceğim ama sanırım burada iş bizim
senarist hanımlara düşüyor. Evet, Mahir’in mezar taşını bile gördüğüm halde
hâlâ onun ölmediğine inanıyorum. Şimdiye kadar “artık bunu da yapmamışlardır”
dediğim her şeyi yaptıkları halde yine de “bunu bize yapmamışlardır” demek
istiyorum.
Dinmeyen yağmurların sebebi bu kadının gözyaşları belki de...
Mahir dizi
başladığından beri adalet için sürekli bir mücadele içinde, Feride desen aklına
ve kalbine Mahir düştükten sonra her anını onun için endişe ederek geçiriyor.
Yani insan diyor ki madem adalet geç de olsa yerini bulacak. O zaman en başta
Mahir’in feraha çıkması ve Feride’nin gözyaşlarının dinmesi lazım. Yani
kötülerin ölmesi, hatta bazılarının hak ettikleri üzere yargılanarak ölmesi bir
nebze adalet sağlar evet. Lakin haklılar keyfini süremedikten sonra, güçlülerin
kaybetmesinin bir anlamı olur mu, bilemiyorum. Tabii biliyorum ki senaryo
yazıldı, belki sahneler bile çekildi. Yani ne söylersek söyleyelim bir şey fark
etmeyecek ama içimden geçenleri söylemeden de duramıyorum ne yapayım.
Alnına adını yazmak böyle mi oluyordu?
Söyleniyorum
söylenmesine de sevmediğimden, takdir etmediğimden değil. Birlikte çıktıkları
ilk maceralardan birinde, izbe bir yerde beklerlerken Feride’nin korktuğunu
düşünen Mahir ona “bana güvenmiyor musun?” diye sormuş, Feride de “güveniyorum,
güvenmesem burada işim ne?” diye cevaplamıştı. Aynı şekilde ben de Karadayı’yı
seviyorum elbette, sevmesem burada işim ne? Mesela, Nazif babamın sesinden
şiirler dinlemeyi çok seviyorum, birbirlerine sıkıca bağlı olan Kara ailesini
çok seviyorum, haksızlık karşısında yılmadan mücadele eden Mahir’i, ne olursa
olsun onun yanında olan Feride’yi çok seviyorum. Mahir ve Feride’nin birlikte
kurdukları hayalleri, birbirlerine verdikleri sözleri seviyorum. Bir de o
hayaller gerçek olursa, o sözler tutulursa işte o zaman tüm bunlara duyduğum
sevginin yanında bir de sevincim olacak. Umarım olacak. Bir kez daha hayal
kırıklığına uğrama pahasına, ben hâlâ inanıyorum olacak!
Şu güzel adam hiç değilse evlat acısı görmesin.
Yasin: Şimdi kızıyorsun ama ilerde buralar hep alışveriş merkezi olunca seni sultanlar gibi yaşatacağım. Suna: Sultan falan olmak istemiyorum ben. Güneşi görebileceğimiz, yağmur altında yürüyebileceğimiz bahçelerimiz olsun yeter bana!
Osman: Stajdan önce bunları öğreniyorum ilerde iyi hava atarım.
Hem Karadayı’da
güzel şeyler olmuyor da değil ki. Onca şeyden sonra Osman okuluna geri
dönebildi, Songül’le kuracakları hayatın ilk adımını atabildiler. Osman’ın
lisede bir ödev için yatığı sunumda kurduğu hayali gerçek oldu, ne mutlu! Hep
dizinin an bahtsız kadını olarak gördüğüm Ayten, o çok istediği şarkıcılığı ve
kızını bir başına büyütmeyi başardı. Suna, başkasıyla nişanlıyken sevmeye
başladığı Yasin’in gönlünü çalmayı, İlknur kaybettiği evladından sonra tekrar
anne olmayı ve onu mutlu edebilecek bir aile kurmayı becerdi. Yani bütün bunlar
olurken mutluluğu en çok hak eden, herkesten çok çabalayan Mahir’in, üstüne
basa basa söylediği ikinci çocuğunu, onların büyümesini göremeyecek olması
fikrine inanmıyor olmam gayet normal.
Cancağzımı astınız!
Belgin'e kendini kestirdiniz!
Mahir'e ellemeyin!
Sonraki
bölümler için tahminde bulunmayı uzun süre önce bırakmıştım. Önümüzde yalnızca
bir bölüm kalmışken, son tahmin hakkımı Mahir’in ölmeyeceği üzerine
kullanıyorum. Etrafını saran hayran kitlesinden bunalan ve muhtemelen o günlerde
adına böyle denmeyen, şimdinin meşhur terimi “tükenmişlik sendromuna” maruz
kalan Mahir’in sıradan bir hayat yaşamak için ailesini de alıp oğluna adını
verdiği Karadeniz’in kıyısında bir kasabada yaşamaya başladığını düşünmek
istiyorum.
Bunları “ben
haklı çıktım!” demek için değil, gerçekten böyle olmasını istediğim için
söylüyorum.
***Son olarak
da üç yıldır severek izlenen ve ödüllerine ödül ekleyen Karadayı ekibini canı
gönülden kutluyorum. İyi ki bu işi yaptınız!