Adaletin bu mu dünya masum bir kunduracının çığlığı, böyle
yazmıştı Melih, 15. bölümdeki Nazif Kara röportajının başlığına. Nazif Kara
işlemediği bir suç için idamla yargılanırken, onun masum olduğunu düşünen
herkes gibi Melih de gerçek adaletin sağlanmasını bekliyordu. Bekliyordu, bekliyorduk ama Karadayı’daki adalet
mekanizmasından adam öldürme, yaralama, silah kaçakçılığı, sahtecilik,
hırsızlık gibi suçlardan dolayı Kara ailesini suçlamak dışında bir adalet
sağlayıcılığı göremedik. Mehmet Saim’in, yine kendi gibi suçlu olan Turgut
tarafından ve tabii ki cinayeti onun işlediğine dair hiçbir iz bırakmadan öldürülmesiyle de
o hep aradığımız adaleti göremeyeceğimizi anladık.
Mehmet Saim'in illa da mahkemede yargılanmasını -evet, yargılansa iyiydi, kaleminin kırılmasını beklemiyordum. Zaten ben
idam cezasına karşıyım. Nasıl biri olursa olsun, bir insanın canını almaya
kimsenin yetkisinin olmasını istemediğimden en çok da yukarıda saydığım, Kara
ailesinin başına gelenler gibi genellikle gerçek suçlular için uygulanmadığından idama
karşıyım. Zaten idam edilmiş bir babanın hakim kızı olmak
Feride’nin de hayatını zorlaştırırdı. Ben Mehmet Saim için daha çok ilahi bir
adalet bekliyordum. Feride her şeyi öğrendiğinde felç geçirmesini, Mahir’e
karşı takındığı o aşağılayıcı tavırdan sonra burnunu yere indirmek zorunda
kaldığını görmek istiyordum. Lakin biz ne istersek isteyelim ne derler
bilirsiniz: şuraya –alın değil- ne yazıldıysa o.
Bir hafta önce öldürdüğü karısının yanına gömdüler adamı. Kaçabilirsin ama kadın dırdırından kurtulamazsın Mehmet Saim Bey!
Feride,
babasının ölümüne üzüldü elbette, bir haftada otuz yıllık hafızayı silip atamaz
sonuçta ama yine de öyle bir babası olduğu için üzüldüğünden daha fazla değildir üzüntüsü. Sonuçta
Mehmet Saim öldü ve ne Mahir’le ne Feride’yle doğru düzgün yüzleşebildi. Son
sezonda ölen karakterleri düşünürken aklıma bir soru takıldı; acaba sessizce
ortadan kaybolan karakterler neden öldürülmedi? Mesela Azmi, Necdet’in dükkânı
bastığı bir gün bıçaklanabilirdi ya da Nurten, Necdet’in adamları tarafından
yanlışlıkla vurulabilirdi ya da Neşe, Feride’yi kaçırmaya çalışan bir arabanın
çarpması sonucu ölebilirdi. Sahi Feride’nin ailesinden biri olarak Neşe’nin
hâlâ yaşıyor olması ne garip değil mi? Bülent’in yaşayıp yaşamadığını
hatırlayamadım bile.
Belgin: İçime kötü bir his doğuyor. Sen de bana yanlış yapmazsın değil mi Mahir?
Turgut: Demek evlendiğinizin ertesi günü kocanı Belgin'i kurtarmaya gönderdin. Aferin!
Necdet: Pirinç çuvalıyla bebeği birbirinden ayıramazken, seni büyütüp bu yaşa getirdim ve sen beni değil onları seçiyorsun he Osman!
Ben daha
ziyade duygu(sadece aşk değil ama sadece aşk olsa da olur) yoğunluğu olan
bölümleri sevsem de 112. bölüm olaylıydı. Bir cephede de değil, bir sürü cephede
birden patlak verdi olaylar. Mahir-Belgin, Turgut-Feride ve Necdet-Ayten aynı
anda ayrı ayrı yerlerde karşı karşıya geldiler. Ayten ve Orhan akıllıca bir
kumpasla Necdet’i yakaladılar ama beni en çok şaşırtan Mahir’in ilk defa
verdiği sözü tutmaması, Belgin’i resmen arkadan vurması, satışa getirmesi oldu.
Mahir’den hiç beklemediğim bir hareket olduğu için ne yalan söyleyeyim hafif
bir hayal kırıklığı yaşadım. Belki de kalıp başlarına bela olmaya devam
etmesindense Belgin’in kaçıp gitmesini yeğlediğim içindir. Uzun zamandır Belgin’den
beklediğim büyük darbenin fitilini de Mahir böylelikle bizzat kendisi ateşlemiş
oldu.
Belgin: Gören bizi el ele yürüyoruz sanacak, ne saadet...
Kabul etmek lazım ki en eğlenceli bölümler de yine Belgin ve Turgut'un olduğu bölümlerdi. İkisi de parmaklardaki yüzükleri görüp sükutu hayale uğradılar. Belgin başta olgunlukla karşılayıp beni şaşırtsa da giderayak Mahir'i ikna etme çabasıyla alkışı hak etti. Mahir'in böyle bir teklifi değerlendirmeyi aklından bile geçirmeyeceğini anlayamamasından Belgin'in aşkı pek bilmediğini, Turgut'un, Feride'nin evliliğine verdiği tepkiyle de acı çekmeyi bilmediğini çıkarabiliriz. Yalnız ikisi de fena bilendiler. Umarım hedefleri şaşar da birbirlerini deşerler.
Bölümün
sonundan da 113. bölümde bir Turgut-Mahir kapışması izleyeceğimiz anlaşıldı. O
kadar çok gözümüze sokuldu ki, Turgut’un elindeki bıçaklı bastondan bir şeyler
çıkacak gibi hissettim. Tabii önemli olan ne çıkacağı değil nereye gireceği. O
yüzden önümüzdeki bölümde Mahir’in başına yine nasıl belalar açılacağını
bekleyip görelim.
Unutmadan,
sevgili senaristlerimizden Eylem hanımın yeni yaşını ve Cimbom’un dördüncü
yıldızını kutlarım.