Yargı’da “Katil kim?” turları atmaya başladığımıza göre aklımızın hallaç pamuğuna dönmesine ramak kalmış demektir. Bölüm sonunda önümüze bodoslama atılan gazeteci çocuğun katil olduğunu düşünmüyorum. Ah, yine sondan başladım! Bölüm sonundaki bombayı daha girişten patlattım. Neyse… Artık beni de bu şekilde mazur görürsünüz. Belki şu an için peşin hükümlü konuşabilirim. Ama, Burak’ın katil olduğuna inanabilmek adına daha güçlü verilere ihtiyacım var. “Yargı Melekleri” beni ve diğer izleyicileri inandırmak için biraz daha çalışması gerekecek. Neden mi? Hadi, hep birlikte Burak’ın katil olduğunu düşünelim. Seri cinayetler yapan ve bu konuda doyumsuzluğa ulaşan biri, hiç kaçırdığı kişilerin önüne çuval gibi düşer miydi? Hayır! Kesinlikle düşmezdi. En azından zekâsına hakaret olurdu. Onca planı kuran adam, kendini böyle mi ifşa eder? Bu işin tek mantıklı açıklaması var. Burak’ın görgü tanığı olması.
Büyük olasılıkla önümüzdeki bölümlerde Burak ile Psikopat’ın arasındaki bağlantı ortaya çıkar. Benim tahminim, Burak’ın haber arsızlığı yüzünden burnunu bu dosyaya sokmasından kaynaklandı. Tüm hafta boyunca katilin kim olduğu bu bölüm ortaya çıkacak, denildi. Ancak, bölüm sonu itibariyle katile birkaç adım yaklaşıldığını görüyorum. Ordu’da yangında ölen aileden sağ kalan kişinin Burak olması kesinlikle tesadüf değil. Psikopat’ın sürekli yeni aileler kurması ve bu sırada Burak’ın ortalarda dolanması boşa yazılmadı. 2010 yılında 12 yaşında olan Burak, bugün itibariyle 24 yaşında haber arsızı bir gazeteci olarak karşımızda. Onun yanı sıra Çınar’la kankaya bağlayan bir arkadaşlık kurması, hiçbir zaman akışında bir tanışma gibi gelmemişti. Şimdi buraya biraz es vererek Pars adına düzenlenen operasyona gitmek istiyorum.
Bir hafta boyunca Pars’ın tavırları ve Ilgaz’ın Pars’a olan yaklaşımı konusunda gelgitler yaşayarak geçirdim. Ilgaz, büyük bir incelikle durumu Pars’ın lehine öyle güzel çevirdi ki arkadaşlığına, dostluğuna bir kez daha hayran kaldım. Bunu herkes yapmaz. Bir anlığına iç sesini duymazdan gelip; “Ne olacaksa olsun!” diyebilirdi. Ama, yapmadı. Ilgaz bir kere daha karakterine hayran bıraktı. Tüm bunları yarın arkadaşının başı dik, alnı açık bir şekilde adliyeden içeri girmesi, ismine leke sürdürmemesi için yaptı. “Ilgaz Paşa, sen çok yaşa!” diye bağırasım geldi. O derece yükseldim. Aslında Ilgaz, Eren ve Pars arasında gerçekleşen bu olay hem arkadaşlıkları hem de meslekleri açısından büyük bir sınavdı. Peki, Ilgaz’ın başına böyle bir olay geldiğinde Pars aynı şekilde hoşgörülü olur muydu? Olmazdı. Artık hepimiz az buçuk Pars’ı tanıyoruz. Bir an olsun umursamazdı. Şimdi öyle mahcup olduğuna bakmayın. Olayı hazmetsin yine turlara başlar.
Ilgaz’ın da dediği gibi tüm bu yumuşamanın eseri tamamen Ceylin’di. Ilgaz’ın hayat akışına baktığımız zaman; Ceylin’den önce (CÖ) ve Ceylin’den sonra (CS) diye iki ayrılır. Geçen bu bir yılda Ilgaz’ın tüm sınırlarını aşıp, ördüğü duvarları teker teker yıkabilmeyi başardı. İşi konusunda asla tavizi olmayan adamı bugün, esneterek bambaşka biri hâline dönüştürdü. Bir kadın geldi değiştirdi onu. Alıştığı o sert, kararlı şeklini suyun kumsala vurması gibi değiştirdi. İmkânsız gibi görünen bu meselede yeniden âşık oldular. Camlardan süzülen yağmur damlalarının toprakta kaybolması gibi Ilgaz da Ceylin’de kayboldu. Hatırlar mısınız, 15. bölümü Julio Cortazar’ın “Eğer düşersen seni yeniden kaldırırım. Eğer kaldıramazsam yanına uzanırım,” sözüyle açmıştık. O zamanlar Ceylin, Engin’i öldürme şüphesiyle yargılanıyordu. İlk o zaman duvarlarını çatlatmıştı. İlk o zaman sınırlarını aşmıştı. Tüm o alışılmış düzenini yerle bir etmişti. Ilgaz, Ceylin’in vazgeçmemesi için elinden geleni yapmıştı. Tüm imkansızlıkları tersine çevirmişti Ceylin’siz bir Ilgaz olmayacağı gibi Ilgaz’ın olmadığı bir zaman diliminde Ceylin de düşünemiyorum. Her yer bir anda ıssız ve soğuk gelmeye başladı. Dağ gibi adam bir anda yıkıldı. Ilgaz, Ceylin olmadan nefes alabilir mi? Bu pis oyunun içine Ceylin’i seçmemek için çok çaba gösterdi. Ama, olmadı. İkisi de bu labirentte kayboldu. Pusulalarını bulabilecekler mi, bilemiyorum.
Ilgaz, Pars’ın meselesiyle o kadar meşguldü ki bir an olsun aklına Ceylin gelmedi. Operasyon sonrasında emniyette sabahı yaptı. Zavallı Defneciği kapıda görünce dünyaya yeniden döndü. Sonrasında nereden bilebilirdi dünyasının başına yıkılacağını? Ilgaz, Ceylin’in ortada olmadığının fark edince ilk iş babasını aramak oldu. Metin ne arabanın evde olmadığını ne de Ceylin’in eve hiç gelmediğini fark etmemişti. Ayakta uyumuş! Hiç olmazsa "Oğlum eve geldi mi?" diye pencereden kontrol edebilirdi. Ruhu duymamış! Merdan Dede’ye ne demeli? Defne’yi okula bırakmak için az daha kanatlanıp uçacakken o gün Defne’yi de kapının önünde bırakmış. Ilgaz, evdekilerden fayda gelmeyeceğini anlayınca bi' çare Eren’i aradı. Eren de o sıra Umut’tan aldığı haberle Psikopat’ın yeni ailesini seçtiğini öğrendi. Ilgaz, hemen Aylin’den aldığı bilgiyle Ceylin’in görüşme yapacağı Bendri’ye (umarım doğru yazmışımdır) geldi. Tabii ki o isimde yönetim kurulu üyesi yoktu. Aylin gibi saf birini güzel oyuna getirmişlerdi. Allahtan Ilgaz’ın aklına otoparka bakmak geldi. Arabasını ve arabanın altına düşmüş Ceylin’in telefonunu buldu. O sıra Umut’lar da HTS kayıtlarına göre arabanın bulunduğu otoparka girdi. Ama boşa çaba. Ceylin’e dair tüm izler burada bitti. Eş zamanlı olarak polisler, diğer kaçırılan kişilere ait eşyalara da ulaştılar.
Tüm işi gücü bırakıp bir de Pars’ın pişmanlıklarıyla uğraşıldı. İstifa dilekçesini yazarken odaya Derya geldi. Her şeyi bir yana bıraktım ama ilişkilerinde büyük bir güven sorunu var. Başlarına gelen bir olayla bu raddeye geldiklerine göre ilişkileri sağlam temellere oturmamış. Derya, Pars’la başa çıkamayacağını anlayınca çareyi odanın kapısını kilitlemekle buldu. Rıdvan da garibim dışarda elleri kolları bağlı bir şekilde kaldı. Haklı olarak Eren’i aradı. Ama zamanla o kadar yanlıştı ki… Neyse. Bir şekilde Pars’ın yanına geldi. Onun anlayacağı dilden hesaplaştılar. Bir yanda Ceylin’in kaybı, diğer tarafta Pars’ın vicdanı. Şimdi geldik mi Ilgaz’ın dediğine? Hadi, bakalım Pars Efendi! Ayıkla pirincin taşını. Bu defa da kurban Ceylin oldu. Yaptığı basın açıklaması direkt dikkati Pars ve çevresine döndü. Hatta topun ağzında bu sefer Ceylin vardı.
Şimdi başka bir baş belamız ise Metin’in yerine atanan Rafet Amir. Adama uyuz oldum. Beni dürten ve rahatsız eden karakterlere karşı tahammül seviyem gittikçe azalıyor. Bu şanslılardan biri de Rafet oldu. Körü körüne hiçbir karaktere kinlenmem. Oyuncunun büründüğü karakter olarak algıladığım için de karakterdeki KÖTÜ algısı gelip geçer. Ancak, Muttalip Müjdeci’yi gördüğüm yerde gözlerimle yiyebilirim. Bir sezon boyunca Yekta Tilmen’i yorumladığım hâlde hiç bu kadar kin gütmemiştim. Gerisini siz düşünün. Yazı dilimle ilk izlenimim tezattır. Reelde karşılaştığım kişiler de bilirler. O nedenle gidip de Muttalip Bey’in üzerine atlamam söz konusu dahi olamaz. Ama, bu işi gözlerimle çok iyi yapabilirim. Rafet karakteri ile Muttalip Müjdeci’nin oyunu cuk oturmuş. Mine Güler bu işin piri. Yine şahaneler yaratmış. Muttalip Müjdeci’yi izlerken gözüm bir yerlerden ısırıyordu. Sonradan ismini Google’ladığımda Ercan Kesal’ın Nasipse Adayız filminde radarıma takılmış olduğunu anladım. Hafızam gerilere attığından dolayı hatırlamam biraz güç oldu. Ay Yapım’ın Üç Kuruş ve Çukur dizilerinde de rol almış. İki dizinin de alıcısı olmadığıma simasına pek aşina değilim. Oyununa sağlık. Bu sezon Rafet’le çok itişeceğim belli oldu.
Gelelim asıl konumuza. Geçen bölüm yaptığı telefon konuşmasıyla dikkatimizi çekmişti. Özellikle “Dört kişi oldu mu?” sorusu akıllara hemen “Psikopat’la iş birliği içinde mi?” düşüncelerini getirdi. Keza bu bölüm Ilgaz ve Eren’in düzenlediği operasyondan habersiz olması sitemiyle dikkatleri iyice üzerine çekti. Psikopat’ın emniyetteki köstebeği Rafet olabilir. Buna herkes hemfikir. Ceylin’in kaybolmuş olmasına şaşırmayı, telaşlanmayı bırakın “Bize ne?” diyebiliyor. Eldeki tek yer kuyulu köşkken nöbet tutan memurların olmaması Ilgaz’ın dikkati çekti. Rafet’in dışında hiç kimse böyle bir emir veremezdi. Gecenin sabahında emniyete lüks segment bir arabayla gelmesi de dikkatimden kaçmadı. Günümüzde memur maaşı ile alınabilecek gibi değil. Arabayı alabilmesi için ya ailesinden yüklü miktarda miras kalmış olması gerekiyor ya da pis işlere bulaşması. İkinci ihtimal daha makul görünüyor.
Bu bölüm Rafet amir dışında taksi şoförüne de aşırı sinir oldum. Açıkçası ilk onun ölmesine de şaşırmadım. Hatta Psikopat’ın attığı bıçağı beline saklarken “O bıçak bir tarafına batsın inşallah” diye tweet attım. Adam kesinlikle arıza. Sivriliği ve bencilliği başlarına bir iş açacak diye düşünmedim değil. Burada Ceylin’in soğuk kanlı kalışına hayran kaldım. Çünkü kriz anlarında insanın en çok ihtiyacı olan şey serin kanlı olmasıdır. Bulunduğu koşul bile insanı çileden çıkarabilirken; taksicinin davranışları, küçük çocuğun “annemi istiyorum” diye ağlaması, emlakçının anbean bozulan psikolojisi ve kendini asmaya kalkması gibi birçok olumsuzluğa karşı güçlü durdu. Psikopat su ve simit verdiğinde ilk düşündüğü kişi Samet oldu. Keza Samet’in ateşinin düşmesi için Psikopat’tan ilaç ve battaniye istemesi öyle. Yalnız Psikopat’ın battaniye ve ilacı vermesi de gözümden kaçmadı değil. İçlerinden ilk ölen kişi taksici olsa da Samet’i öldürmek istese ne ilacı verirdi ne de battaniyeyi. Zaten Psikopat’ın çocuklarla bir derdinin olduğunu sanmıyorum. Mehmet Can da içlerinde yaşayan tek kişiydi.
*Cem Adrian & Mark Eliyahu – Kül