“En çok da üç şey yorar insanı;
Affetmek, içi yanarken susmak ve olmayacağını bildiği hâlde hayal kurmak.”
Chuck Palahniuk
Bir ân gelir. Sadece tek bir ân. Ve o ân, gözünün önüne tüm anıları serer. Dilinden, yüreğinden keşkeleri döker. İnsanı bu hayatta belki de en çok yaralayan ve yoran yegâne unsur; hayal kırıklığı olabilir. Öyle, camın elini kesmesine benzemeyen ve iki günde acısının dinebileceği türden olmayan. Aksine, kırıklar battıkça canını kanatan ve gün geçtikçe ıstırabıyla tüketeninden. Onların aşkı öyle nahif, öyle saftı ki… Şimdi tüm bu yaşananlar insana bir düş gibi geliyor.
Onların aşkı boyut olarak farklı bir yerdeydi. Bırakın birbirini incitmeyi, onlar birbirlerine dokunmaya kıyamazlardı. Şimdi, ne değişti de birbirlerinin canını bu kadar örselemeye başladılar? Ilgaz’ın, Ceylin’e bakarken gözleri titrerdi. İncitmeye kıyamazdı. Ilgaz, hiçbir zaman aşklarından vazgeçmek istemedi. Aksine, her zaman ilk pes eden taraf Ceylin olmuştu. Ama, her ne olursa olsun Ceylin, bu hayatta kimseye güvenmediği kadar Ilgaz’a güvenmişti. Hatta öyle ki ona gözü kapalı güveniyordu. Şu ân ise Ceylin gözünü açık tuttuğu hâlde Ilgaz’ın sözüne tahammülü yok. Hani, en büyük korkusu dağ gibi koca adamı yıkmaktı? Sırf o yüzden Ilgaz’a karşı kendini geri çekmemiş miydi? Onlar “Hiç alakasız parçanın kusursuz uyumu” değil miydi? Ilgaz, âşık olduğu kadın için tüm imkânsızlıkları tersine çevirmeye çalışmamış mıydı? Peki, tüm bu yaşananlar mazide mi kaldı?
Ilgaz “vazgeçmem” derken, Ceylin’e arkasını dönüp gidecek kadar kırgındı. Bu cümleleri yazarken aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden bir sözü düştü. “İnsan, birisini bu kadar severse nasıl darılır? Hiç darılabilir mi? Muhakkak yorulmuştur.” Maalesef yaşadıkları olaylar yüzünden Ilgaz’ın Ceylin’le olan ilişkisi ve hatta evliliği ağır hasar aldı. Ceylin’e şartsız, koşulsuz güvenen adam gitti. Yerine bir ânda arkasını dönen taraf oldu. Burada Ilgaz’ı asla yargılayamam. O, bu ilişkide kendinden en çok ödünü veren taraf oldu. İlişkilerinden her zaman vazgeçmeye meyilli olan Ceylin’di. Bu defa gitmeyi, boşanmayı isteyen kişi Ilgaz oldu.
Şarkıda dediği gibi, onlar; severek ayrılan ve aşka hasret kalan iki saf âşıktı. Bu sebepledir ki bölüm boyunca Yargı’yı bir başka boyutta izledim. Hem Ceylin’i hem Ilgaz’ı hem de aşklarındaki çıkmazı içim acıyarak, yüreğim sıkışarak şahit oldum. Onları iliklerime kadar hissettim. Çok sevmek bazen de vazgeçmekmiş. Bu bölüm, bana bunu öğretti. Ilgaz ve Ceylin’den bu gerçeği öğrendim. Boşanalım, deseler bile sevmek koklaya koklaya sarılmakmış. İki dünya aşkları için bir araya gelemedi. Gelir zannettiler… Olmadı. Yapamadılar. Yapmaya çalıştılar. Çevrelerindeki olaylar izin vermedi. Sanki her unsur, söz birliği yapmış gibi Ilgaz ve Ceylin’i bir araya getirmemek için canhıraş bir son çizdi. Onları tüketen, canlarına batan kırıklardı. O tuzla buz olan çerçeve camı gibi dağıldılar. Toplamaya çalıştıkça birbirlerine açtıkları yaralar; önce ellerini, ardından da hücrelerini kanattı. Daha fazla kangren olmadan ayrılmak, onlar için en iyi çözümdü.
Öfke patlaması sonucunda Ceylin’in çerçeveyi kırmasıyla birlikte elinde kesikler oluştu. İlginç olan şu ki; bu kesikler ve kan, hikâyeyi 6 ay sonraya o meçhul cinayetin işlendiği güne ışınladı. Elindeki kesikten akan kan, bizi Ceylin’in elinde tuttuğu ve büyük ihtimalle suç aleti olan kanlı bıçak detayına götürdü. Sonra bir ânda kameranın yönü yine Ilgaz’la mutlu bir ânlarında çektirdikleri fotoğrafa çevrildi. Bir ara mutlularmış. O mutluluklarını nefis bir kare ile taçlandırmışlar. Hani, üstat: “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” der ya… Abidin de ona: “Buna da ne tual yeterdi; ne boya…” diye karşılık verir. Belki Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Yapmak istemedi. Ama, tuallere sığmayacak, sözcüklere yetmeyecek olan o kareyi; Ilgaz ve Ceylin bir zamanlar yaşadı. Hangi boyutta ve nerede yaşadıklarını izleyici göremese de tek bir ânın o karesine şahit olmak bize, en azından bana yetti. Düşünsenize, cam kırıkları dahi bu güzelliği gölgelemeye yetmedi. Düşlerde kalan mutlulukları, bizleri uzun bir süre hasrete gebe bırakacaktı.
Geçtiğimiz bölümlerde davranış ve tutumlarından dolayı Ceylin’e karşı tavrım netti. Hâlâ değişmiş değil. Ceylin, düşünce tarzını değiştirmediği sürece de böyle kalacak. Ceylin’i affedememe sebebim belli aslında. Ilgaz, bu kadar çaba gösterirken benzer bir olaydan kaynaklı olarak Ceylin’in aynı hassasiyeti göstermemesi. Ceylin’e kimse inanmasa bile Ilgaz pes etmemesi. Tüm bu olanlar Ceylin’e karşı kırgınlığımın temelini oluşturuyor. Ilgaz, sevdiği kadın için savaştı. İyi de Ceylin’in durumu çok farklı diyebilirsiniz. Her iki taraftan da bakmaya çalışıyorum. Yine de olmuyor. “Üzmesinler bebeğimi” derken üzülen taraf oluyoruz.
Bu defa ölen kişi Engin değil. Ceylin’in babası Zafer. Cinayet şüphesi ile yargılana kişi de Ilgaz’ın kardeşi Çınar. Bu olaya yardım ve yataklık yapan ise Ilgaz’ın babası. Tüm bu unsurlar imkânsızlıklarını bir kalemde tasvir ediyor. Yani, onların aşkına öyle bir düğüm atıldı ki çöz, çözebilirsen. Buraya kadar Ceylin’i anlayabiliyorum. Ancak, buradan sonrası için duygular değil, esas olarak mantığım devreye giriyor. Böyle olunca da ilişkiyi bitirmek isteyen Ilgaz’a değil, Ceylin’e kızıyorum. Aşk, kolay kolay vazgeçilen taraf olmamalıydı. Bu nedenle Ceylin’in artık duygularıyla hareket etme zamanı bitmeli, diye düşünüyorum. Bitmediği takdirde aşkları her zaman yara alan taraf olacak.
İlk ânda yanlış duyuyorum sandım. Çünkü öyle bir sahnenin içindeydik ki müzikten yayılan kadın sesi ile sahneye olan tüm dikkatim bir ânda dağıldı. Öyle ki sahneyi sonradan birkaç kez daha izlemek zorunda kaldım. Tüm o duygu yoğunluğum balon gibi sönmüştü. Hatta yayın sırasında: “Bu sahnede Hülya Avşar şarkısı dinlettiren #Kader utansın,” diye bir Tweet bile yazdım. Gerçek bir merakla sormak istiyorum. Hülya Avşar’ın yeni çıkan şarkısı sahneye çok yakıştırıldığı için mi kullanıldı? Yoksa rica üzerine “Şu sahneye sıkıştıralım ya, ne olacak?” mı dendi? Yani, daha önce bölümler içerisinde kullanılan müzikleri ve onları seslendiren isimleri düşünüyorum ve şimdi de bu şarkıyı… Sahnenin ruhunu aktarabilecek daha iyi bir parça eminim ki vardır. Mutlaka var. Olmalıydı. Şu an bile bu parçaları sıralayabilirim, ama fikir olarak verebileceğim en son şarkı bile değildir. Bu beni bir parça üzmedi değil. Teessüflerimi iletiyorum.
Neyse ki bu kadar gergin ortamlarında dışın arada gülebildiğimiz sahneler de oluyor. Rıdvan’ın ortamın rehavetinden doğan akıl tutulması sayesinde izleyenlerde bir nefes boşluğu kaldı. Sağ olasın Rıdvan kardeş! Rıdvan o kadar dolmuş ki zavallım ne yapsın? Böylelikle hem onlar sahneyi çekerken hem de izleyiciler sahneyi izlerken bir parça da olsa yüz güldürdüler. Bir gün Yargı final verdiğinde Pufizm akımı öncülerinden Sarp Pavcı’m pardon, Pars Savcı’m izlemesi zevkli karakterlerden biri olarak aklımızın köşesinde kendine yer buldu.
Kardeşi ile karısı arasında kalan Ilgaz, Ceylin’le boşanma kararını alır almaz soluğu Çınar’ın yanında aldı. Aslında iyi de yaptı. Zafer’in failinin ortaya çıkması için Çınar’la görüşmesi gerekiyordu. Belki Ceylin’le boşanma kararı almış olabilirler. Boşanabilirler de ancak, iki ailenin refahı için Çınar’la görüşmesi önemli bir adımdı. Daha da önemlisi Ceeylin’i tekrardan kazanabilmek adına bu adımı atması gerekiyordu. Ilgaz dümeni aldığı ânda içim çok rahatladı. Olaylara karşı bakış açısından mıdır, nedir sanki eli değdiği zaman her şey daha hızlı akıyor. İlk iş olarak da Serdar’ın sahte hesabını bulmakla işe koyuldu. Bence bu bile büyük adımdı. Bu arada laf arasında Çınar, Yekta’nın ziyaretini de Ilgaz’ın kulağına çıtlayıverdi.
Tüm bu olanlarla eş zamanlı olarak Ceylin ve Ilgaz işlerini bitirdikleri gibi emniyete gittiler. Ilgaz’ın gerçeği bulmak istemesi, Ceylin’in Çınar’ın suçunun kanıtlama çabası yine karşı karşıya kaldı. Ceylin olaya farklı boyuttan bakmış olsa veya ne bileyim en azından mantığını kullanmak istese aslında hiç karşı karşıya kalmalarına gerek kalmayacak. Evet, hepsi Serdar’ı bulmak istiyor. Ama hepsinin amacı farklı noktalara varıyor. En acı vereni de Ceylin’in Ilgaz’a inanmaması…
Bölüm boyunca Ceylin’in eline batan cam kırıklarının acısı ile doldum taştım. Özellikle unutamadığım bir sahne var ki işte orası tüm filmin kopmasını sağladı. Sanırım Ilgaz’ın “Ceylin” tonlamasını asla unutamayacağım. O nidada her duygu barınıyordu. Pişmanlıklar, keşkeler, camların Ceylin’in eline değil de canına batmış olması. Hangi birini saymalıyım, bilmiyorum. Gerçek, sahiden onları iyileştirecek mi? Bana nedense iyileşeceklermiş gibi gelmiyor.