Cenazeler aile sahiplerinin acısını yaşadığı, geriye kalanın da ortam koklaması yaptığı merasimler. Bu hiçbir zaman değişmedi. Koca koca siyah gözlükler gözümüze taktığımız ânda acıları paylaşılıyor. Bir de fırsattan istifa edenler var. Yekta gibiler… Az önce ona boşuna leş kargası demedim. Cenazeye gelme amacı Quenn müzik grubuna ait hit şarkı ‘The show must go on’ gibiydi. Gösterisini yaptı ve gitti. Ne yalan söyleyeyim söylediklerinde haklıydı. Vallahi gelecekleri öngörerek hak bile verdim. Yekta’yı azıcık tanıyan biri bile bu sözlerin boş olmadığını bilir.

Aslında Ceylin’i en çok yıkan babasının onu affetmeden gitmesiydi. Zafer, bu fani dünyadan göçüp giderken en değerlisine arkasını dönmüştü. Onu, kardeşine ihanet etmekle suçlamıştı. Belki de sırf bu yüzden Ceylin ölene dek kendini affetmeyecek. İlk önce yargılayacağı kişi kendi olacak. Baba ile evladın küs olması ne acı? Ceylin’in bugüne kadarki mücadelesinin asıl sebebi; kardeşinin katilini babasının karşısına çıkarmaktı. Çınar’ın değil de asıl katilin Engin olduğunu söylemekti. Ama gerçekleri öğrenmeye Zafer’in ömrü vefa etmedi.

Metin için diyecek söz bulamıyorum. Çınar’ı eleştirmeden önce ayakkabılarını giymeliyim, demiştim. Aynı hassasiyeti Metin’de gösteremiyorum. Çünkü yanlışlar silsilesine kapılmış bir şekilde dur durak bilmeden gidiyor. Önceleri, yani 18 bölüm önceki bölümde oğlunun suçuna ortak olmasını babalık hissiyatından kaynaklandığını düşünüyordum. Ancak, şimdiki yaptıklarının hiçbir anlamı yok. Derdi, Ceylin gerçekleri öğrenmeden suçu başkasının üzerine yıkmak. Ne değişti? Kapana kısıldığının da farkında değil. Kendi sonun hızlı bir şekilde yazıyor.

Yavuz Amir, zamanında mevkisini kullanarak birçok suça ön ayak olmuş. Hatta para karşılığında Metin’i de bu işlere dahil etmiş. Çok detaya girmek istemiyorum. Şimdi Metin, Yavuz’dan o günlerin intikamını almaya çalışıyor. Bakın BİN kere söyledim. Elma ile armudu karıştırmamak gerekiyor. Bunu geçtiğimiz haftalarda Ceylin, Yekta için yaptı. Şimdi de Metin, Yavuz Amir’e yapıyor. Onların geçmişte yaptıklarına karşılık (nasılsa kötü diye) hâlihazırda işlenen bir suçu üzerine yıkamazlar. Ortaya çıkmayacak mı? Bakın, Ceylin’inki çıktı. Hem de ağır bir bedel ödemek zorunda kaldı. Peki, ya Metin?

Çınar, Zafer’i öldürmemiş olabilir. Ama, Zafer’in cesedini arabanın bagajına koyup, ona İstanbul turu attıran kişi Metin’di. Delilleri ortadan yok eden kişi de Metin’di. Çınar bir şekilde nefsi müdafaadan aklanabilirken Metin bu işten sittin sene de olsa aklanamaz. İlk önce cinayet delillerini yok etmekten yargılanacak. Bu bölüm, Metin’in sahnelerini şaşkınlık ve sıkkınlık içinde izledim. Şaşkınlığımın sebebi “Daha ne yapabilir?” olmasındandı. Sıkkınlık ise artık bu olay öyle sakız gibi uzamıştı ki; Metin’in sahnelerini daha fazla izlemeye tahammülüm kalmadığından kaynaklıydı.

Metin tüm serin kanlılığını bir kenara bıraktı. Bıraktığı günden beri de hatalar yapmaya başladı. Geçen bölüm, kameranın kayıt aldığını bildiği hâlde silah değişimi yaptı. Bu bölüm, Eren’in silahından çıkan kurşun Metin’in koluna saplanmıştı. Yaralandığı anlaşılmasın diye (çünkü kurşun yarası) evde kendince pansuman yaptı. Hastaneye gidemezdi. Bugün başınız yarılsa hastane polisi, sizi hemen sorgulamaya başlıyor. Bir de Metin’in emniyet amiri olduğu düşünülürse direkt kurşunun Eren’in silahından çıktığı anlaşılırdı. Böylece kısa yoldan yakayı ele verirdi. Bu da Metin’in en son isteyeceği durum olurdu.

HTS kaydı belli olmaması için telefonu emniyette bırak Metin ile pansuman sırasında akan kanına niye dikkat etmedi? Hadi, ona dikkat etmedi. Peki, odasının kapısını niye kilitlemedi? O kadar anlamsız ki… İkisinin de aynı adam olduğuna inanmak istemiyorum. Bu nasıl bir ruh hâlidir? Pansuman sırasında kullandığı gazlı bezleri niye başka yerde muhafaza etmedi? Odasına birinin gelebileceğini kestiremiyor mu? Kesinlikle inanmıyorum. Nasıl bir hırssa, her gün yüz yüze baktığı, yeri geldiğinde evladının yerine koyduğu adama bile zarar verebiliyor. Eren anlamayacak mı? Anladı. Hem de öyle bir pozisyonda anladı ki yanında Ceylin de vardı. Metin’e karşı oldukça öfkeliyim ve bu öfkem kolay kolay geçecek cinsten değil.

Bölüm içinde beni etkileyen üç sahne vardı. Birini biraz önce yazdım. Ceylin’in, Zafer’in ölümünü söylediği sahneydi. İkincisi Ceylin’in dolabın içine girdiği sahneydi. Bölümün vurucu sahnelerinin arasında yerini aldı. Babasına veda etmeden, Ceylin’i affettiğini görmeden ölmüş olması ruhuna derin yara açtı. Öyle ki içindeki boşluk yaralı kuşu daha çok kanattı. Gül, Ceylin’i kanadı kırık bir şekilde dolabın içinde bulmasıyla daha çok yandı. Kendi acısı bir yana evladının içindeki boşluğa da şahit oldu.

Aslın Sema Ergenekon bu bölüm, Gül’ün aracılığı ile biz izleyicilere Ceylin’in karakteriyle ilgili bir mesaj göndermiş. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali... Gül de ilk başlarda Ceylin’in yaptıklarını yargılamış. O bile kendi yavrusuna “Niye böyle?” sorusunu sormuş. Kabullenememiş. Sizler de yadırgıyorsunuz, fakat Ceylin’i tıpkı Gül’ün yaptığı gibi kabul edin. Fazlasını kurcalamayın. Onun hayatta ve ayakta kalış yöntemi böyle. O yüzden “Bu kız böyle, değişmeyecek!” diye inceden uyarmış. Alt metinde ben üzerime düşen mesajı aldım.
Bu arada izleyiciye mesaj vereceğim, diye Gül’ün de Ceylin’in omuzuna bir yük daha eklediği gözümden kaçmadı. Yahu, hukuksal boyutta katili arasın ve bulunduğunda adaletini verirsin. Bu kız, kardeşinin katilini bulacak diye başına gelmeyen kalmamış. Daha niye kamçılıyorsun? Bir soluklansın, bir nefes alsın. Gül Ağam hangi aşirettensin? Hikâyenin kan davasına dönmesine ramak kaldı.
Yıllarını adalete adayan amir için yardım etme fikri ancak Yekta’dan çıkabilirdi. Şaşırmadım. Olayın tam kalbinde bulunmayı çok sever. Tüm bilgi akışına hâkim olacak ki bir sonraki adımını ona göre atsın. Bir defa da şaşırt Yektoş. Cüneyt’le birlikte dört bir koldan çalışıyorlar. Azimlerine hayranım. İntikam için bile bu kadar uğraşmam. Yekta’nın avukat(çı)lık trafiği artık benim midemi bulandırıyor. Ceylin bile durumdan o kadar bunalmış ki Yekta’nın Yavuz’un avukatlığını yaptığı haberine tepki dahi vermedi.

Babasının kaybından sonra Ceylin’in travmaları ortaya çıkmaya başladı. Kaybetme korkusu dört bir yanını sardı. Bölüm içinde üçüncü etkilendiğim sahne de bir gece aniden uyanıp, annesinin nefes alışını kontrol etme sahnesini söyleyebilirim. Gül’ün nefes alamadığını düşündüğü ânda Ceylin’in yaşadığı sinir krizi psikolojisinin ne boyutta yerle bir olduğunu göstermekteydi. Yarası, bizim sandığımızdan da ağırdı. Evet, Ceylin babasının ölümüyle birlikte içindeki boşluğa kaybetme korkusunu yerleştirdi. Teker teker eksildiğini görmek insana inanılmaz bir azap veriyor. Bir ânda yalnız kalacağım düşüncesi içini kemiriyor. Ceylin’in yaşayacağı anksiyete sadece bu anlarla sınırlı kalmadı. Aynı zamanda arabaya bindiğinde ısrarlı bir şekilde Ilgaz’ın emniyet kemerini takmasını istemesi de yarasının ne derece ağır olduğunun habercisiydi.

Gelecek, Ilgaz ve Ceylin için hiç hoş anılar getirmeyecek. Gerçekler birkaç bölüme kalmaz ortaya çıktığında, ikisi de zor bir sınavdan geçecek. Dilim birçok şeyi söylemeye varmıyor. Hepsi acı dolu ihtimaller. Acılar da hayatın içinden. Bizleri olgunlaştıran ve bakış açımızın değişimine sebep olan gerçekler. Ceylin’in acıları da Ilgaz’la olan ilişkisini başka bir boyuta geçirecek. Hep birlikte içimiz el vermeyerek izleyeceğiz. Umarım hikâye, fazla delinmeden sağlıklı bir şekilde yol alır. Gerçeğe ulaşmaya çalışırken hatalara pay bırakılmadan ağız tadıyla yeni bölümlere ortak oluruz.
Bölümde emeği geçen herkesin ellerine sağlık.
Mortis