Yargı: Acıtan gerçekler
“Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.”
 
Yusuf Atılgan
Dürüst olmak veya yalan söylemek. Tıpkı beyaz ve siyahta olduğu gibi birbirinin zıttı iki farklı kavramdır. Sınırları, göremediğimiz ince çizgilerle belirlenmiştir. Ilgaz ve Ceylin en başından beri bu hikâyenin iki ana rengini tasvir ettiler. Biri beyaz kadar kirlenmemiş, her koşulda dürüst olmayı tercih ederken; diğeri, ân neyi getiriyorsa hiç düşünmeden aklına eseni yapan, çıkar(lar)ı doğrultusunda hiç düşünmeden hareket eden siyahın en koyu tonunu temsil ediyor. Bizler de bu iki farklı zıt kutbun büyüsüne kapılarak kendimizi bambaşka bir evrenin içerisinde buluverdik.  


 
Başkalarına zarar vermesini engellemek için birinin hiç işlemediği suçtan dolayı manipüle etmek doğru mu? Belki birçok kişiyle farklı düşüncelere sahip olabilirim; ancak, bu defa Ceylin sert kayaya çarptı. Yekta’yı falan koruduğumdan değil. Ne yazık ki Ceylin gibi düşünemiyorum. Tamam, bu kız durmaz. Aklına eseni yapar. Çünkü adı üstünde Ceylin bu! Ama bir yere kadar. Bu konuda katiyen Ceylin gibi düşünemiyorum. Kantarın topuzunu kaçırdı bir kere. Dürüst olmak ve her ne yaşanırsa yaşansın doğrudan sapmamak bağnazlık mı oluyor? Sanmıyorum. Ilgaz bu zamana kadar kendinden birçok ödün verdi. Mesleğine olan sevgisini ve bağlılığını bir kenara bırakıp istifa etti. Kim için? Ceylin aklanabilsin, diye. Pişman mı? Kesinlikle değil. Aksine bir kere daha başlarına benzer bir durum gelse (Allah korusun! Mümkünse uzun bir süre gelmesin,) yine istifa dilekçesini hazır ederdi. Ama artık Ceylin’in Ilgaz’ın sevgisini suiistimal ettiğini düşünmeye başladım. Yekta’yı alt etmek uğruna hukuka karşı “adalet” savaşı başlattığını görüyorum. Bu sağlıklı bir düşünce yapısı değil.


 
Engin’in ölü olarak bulunduğu, 14. bölüm yorumumda Ceylin için: “…Aklı gibi ruhu da cıva gibi. Tutmaya çalıştığın an elinden kayıyor. Engin’in hastaneden kaçabileceğini anladığında tabii ki eli, kolu bağlı bir şekilde yakalanmasını beklemeyecekti. Amacı Engin’i yakalamak da değildi. Engin ölü ya da diri, elbet bir şekilde yakalanacaktı. Bence bunda hepimiz hemfikiriz. Olayın iç yüzünü, Engin’e kimin yardım ettiğini bulmak istedi. O hırsla arabaya saklandı…” demişim. O ân bazımız Ceylin’i desteklemiş, kimimiz ise “Ne gerek var?” diye söylenmiştik. Destekleyenlerden biri de bendim. Ancak, Engin’in ölümünün üzerinden geçen on bölümün ardından maalesef ki bu düşüncemi revize etmem gerekti.

 

Kuzum, Pars Savcı’ma ne yaptınız öyle? Adam “laf sokma” yarışında on kaplan gücüne yükselmiş. Hangi sürümünü yüklediklerini bilseydik, biz de belki Pars’ın hızına yetişebilirdik. Pars henüz Ilgaz’ın “yeni” mevkiini hazmedemedi gibi geliyor. Savcılıktan istifa etmesinin ardından avukatlığa başlaması ve akabinde Ceylin’in aklanmasıyla ilerleyen süreçte savcılığa geri dönmesi Pars’ın dengesini epey bir bozdu. Adam hazmedemedi bir türlü.



Yani, tamam. Canın isteyince bırak sonra, işler yön değiştirince geri dön! Tüm bu olanlar tutarlı davranışlar değil. Ama, devlet de memurlarına böyle bir hak vermiş. Ne yapsaydı Ilgaz? Adam savcı olmak için doğmuş. Ellerini kavuşturup ömrünün sonuna dek pişmanlık içinde avukatlık yapacağına, “her şeye rağmen” geri dönmek en mantıklısı olacaktı. Ben de olsam Ilgaz gibi geri dönmek isterdim. Ilgaz, demek aynı zamanda savcılık da demek. Fark ettiyseniz istifa ettiğinden bu yana Ilgaz benliğini kaybetmiş gibiydi. Vardı; ama bir siluetten farksızdı. Şimdi öyle mi? Ilgaz, savcılığa geri döndüğünden beri resmen üzerindeki ölü toprağını attı. Hayata yeniden gelmiş gibi… Nefes aldığını hissedebiliyorum.


 
O değil de Pars, Yekta konusunda haklı. Engin’in ölümüyle direkt olarak bağlantısı olmadığı için haksız yere Ceylin yüzünden cezaevine girdi. Tabii ki Yekta boşu boşuna içeride oyalanıyor. Tabii ki de Ceylin, Yekta’nın üzerine oynadı. Cezaevinden çıktıktan sonra sadece Ceylin’i değil, aynı zamanda Laçin’i, Pars’ı ve Ilgaz’ı bile tavuk eti gibi didikleyecek. Böyle bir tartışmanın ortasında bile Ilgaz, “Kol kırılır yen içinde kalır,” düşüncesiyle Ceylin için ilk defa doğrudan uzaklaştı. Daha önce diş fırçası olayında da “yalan” söylememek adına evlenmişlerdi. Bu defa da ortaya çıkacağını bildiği hâlde Pars’a hakikati söylemekten kaçındı.


 
Pars’ın dikkatinden Ilgaz’ın “yeni” cevabı kaçmadı. Özellikle sorusunu Ceylin’in gözlerinin içine bakarak yöneltti. Gözlerini kaçırırsa hakikati sakladığından emin olacaktı. Bunun bilinciyle performansını tam anlamıyla ortaya çıkardı. Ilgaz, “yeni” cevabıyla Pars’ın sorusunu geçiştireceğini düşündü, fakat Pars da artık bir kurt gibi Kaya çiftinin tüm hamlelerini önceden kestirebiliyor. Sonuçta Ceylin Erguvan Kaya’nın cebindeki yenilerin de birçok türü mevcut. Dumanı üstünde olabilir, birkaç günlük beklemiştir ya da deep freeze’den de çıkabilir. Latife bir yana; Ceylin, Ilgaz gibi duvarları olan bir adamın tüm duvarlarını yıkıcı darbelerle yerle bir etti. Ilgaz bu ilişkide kendinden çok ödün verdi. Bunun da en büyük göstergesi Pars’a yanıltıcı beyanda bulunmasıydı.

 
Muhteşem beşli, beşi bir yerde, beşli çete… Siz her ne olarak adlandırıyorsunuz, bilmiyorum; ama bu beş kafadar, tahammül sınırlarımın sonuna gelmişken şükür (!) ki yakalandılar. Bir araya geldiklerinden bu yana yaptıklarını bir şekilde görmezden gelmeye çalışıyordum. Ancak, Yargı Melekleri okları öyle bir yere çevirdiler ki onları yok saymak imkânsız hâle geldi. Yargı hiçbir zaman ana karakterleriyle dikkatleri toplayan bir dizi olmadı. Aksine yan karakterleri bile hikâyeyi baştan yaratabilir güce sahipti. Yarın bir gün Yargı final verdiğinde veya karakterlerin artık anlatacak hikâyesi kalmadığında bile buradaki birçok isim farklı noktalarda yerlerini ayırtmış olacaklar.


 
Açıkçası en başından beri hikâyenin bu sac ayağını izlemekten zevk almıyorum. Her ne kadar hikayelerinin bir derdi varsa bile onları izlemek cazip gelmiyor. Beşlinin sahnesi geldiğinde ilgim başka yöne çekiliyor. Genellikle de sahneleri bitene kadar Twitter’da mention kovalamak daha işime geliyor. Sema Ergenekon topu doksana öyle bir attı ki bölümün kilit noktası oldular. Pınar Sentürk dosyasının bölüm finaline bağlanacağını çoğumuz tahmin edemedik. Pınar’ın ortadan kaybolmasını 8 Mart’a bağladıklarını düşünürken bir andan Serdar’ın arabanın bagajında bulunan yanmış cesetle örtüşebileceği aklımın ucundan geçmedi.


 
Geçen haftaki bölüm yorumunda net bir şekilde bulunan cesedin Zafer’e ait olacağını dile getirmiştim. Hatta Twitter’da @Stroopwafel_yrg isimli okuyucumuz “Cesedin Zafer olduğu kesin gibi yazmışsınız ama netlik sanki henüz yok?” demişti. Ben de “Olmayabilir, ancak yanmış cesedin Serdar’ın bagajından çıkmasıyla durum net olarak kendini belli ediyor,” şeklinde yanıt vermiştim. Eğer yetişkin bir Yargı izleyicisi iseniz kesin ve net bulgular olsa bile bu kadar net cevap vermemeyi öğrenmiş olmalısınız. Sanırım ben henüz o yetişkinliğe eremedim. Ne zaman bu kadar kesin yorumda bulunsam o büyük lokmayı yutmak zorunda kalıyorum. Öğrenemedim bir türlü.


 
Burada haftalar boyunca Sema Ergenekon’un Zafer’in ölümünün ortaya çıkmasını sezon finali bombası olarak saklayacağını dile getirmiştim. Bu bölüm anladık ki o kadar beklememize lüzum yokmuş. Bu bölüm Ilgaz, Engin’in Ceylin’e “Sana, BABALAR GİBİ DERT!” bıraktım dediği derdin Zafer olabileceğini öne sürdü. Bununla da yetinmedi bölüm finalinde Ceylin’e söyledi. Önümüzdeki bölüm, aslında Zafer’in o gemiye hiç binmediği, limandan inmediğinde belli olacak gibi… Engin’in videosuyla aralarına görünmez duvarlar örülen Ilgaz ve Ceylin, Zafer’in ölüm haberiyle ilişkilerini farklı bir çıkmazda bulacaklar. Bu ağır sınavı atlatacaklar; ama, Zafer’in enkazı ikisini de derinden yaralayacak. Metin ve Çınar’ın buna sebep olduğu ortaya çıktığı ânda Ilgaz büyük bir çıkmaza girecek, Ceylin ise Ilgaz’la olan ilişkisini noktalayacaktır (Yine büyük konuştum. Umarım çarpılmam!).

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER