Aşk Mantık İntikam: Yüzüme karşı
Diyemediklerimizin gözlerimizden dile gelmesi diye bir şey var. Adına da "aşk" diyorlar. ˆ.ˆ

Bu hafta bölüm boyu Ozan'ın tek bir şeyi dememek adına her şeyini ortaya serişini izledik. Esra'ya "Benden başkasıyla olmanı istemiyorum." cümlesini kuramadı ama izlediğimiz iki saat boyunca yaptıklarıyla "Yine hep benimle olmanı istiyorum." cümlesini dağlara taşlara işlese anca bu kadar olurdu. Gerçi bu cümle de biraz hatalı oldu gibi. Onları izlerken hiç ayrılmamışlar gibi hissediyorum. Esra ve Ozan'ın yine hep birbirleriyle olmaları için bir kere bi' ayrılmış olmaları lazım. Ama ben onları izlerken bunu göremiyorum. Sanki hâlâ evliler, bir şey için kavga edip birbirlerini kırmışlar ve Esra annesinin evine gitmiş gibi. Hâlâ birbirlerine karşı sahiplenme refleksleri var, hâlâ birbirlerinin iyiliğinden sorumlu hissediyorlar. Bu durum "aile" hissiyatının bir getirisidir. En basitinden, kardeşiniz varsa eğer, onunla ilişkinizi düşünün. Bazen ona öyle gıcık olursunuz ki saç baş kavga edersiniz ama o kavganın üzerinden beş dakika geçsin yahut geçmesin dışarıdan biri ona tek bir sert bakış atsa siz yine onun için dünyayı yakarsınız ve onun da sizin için aynı şeyi yapacağını bilirsiniz. Bu "güven" ve "sahiplenme" hissidir aileyi bir arada tutan.



Esra ile Ozan'ın ilişkisinde konuşulmamış, kavgası yapılmamış, halı altına süpürülmüş çok şey var. Bu bebek yahut haciz olayına kadar da o birlikteliği zorlaştıran çok şey olmuş belli. Ama Ozan fark etmeme yahut pasif kalma hâliyle, Esra ise sabretme refleksiyle el birliğiyle her şeyi halı altına süpürmüşler. Sonrasında artık sığacak yer kalmayınca halının altını açmak yerine kapıyı çarpıp çıkmışlar. Şairin dediği gibi "gitmekle gidilmiş olsaydı" sorun yoktu ama işte ikisi de hâlâ o kapıyı çarpıp çıktıkları yerde oldukları için biz bugün bu hikâyeyi izliyoruz. 

Bu ilişkide kısa vadede en çok istediğim şey Esra ile Ozan'ın "gerçek" bir kavga etmesi. Şimdi bazıları diyecek: "Zaten devamlı kavga ediyorlar, daha ne kavgası?" Kazın ayağı öyle değil işte. Evet, Esra ile Ozan görünüşte çok defa kavga ettiler ama bana sorarsanız bunların hiçbiri "gerçek manada" bir kavga değildi. Dikkat ederseniz, tüm tartışmalarının sonunda mutlaka ikisinden biri, genellikle Esra, oradan uzaklaştı. İki taraf da bir şeyler söyledi, sonra diğeri vurucu cümleyi söyleyerek mekânı terk etti ve öbürü arkasından bakakaldı.



Ben isterdim ki ikisi de karşılıklı bağır çağır bir kavga etsinler. Öfkeyle maskeledikleri hayal kırıklıklarını ortaya sersinler. Esra'nın gözleri sadece dolmasın, kendini tutamasın ve aksın o yaşlar. Ozan, Esra arkasını dönüp gidince değil, Esra'nın gözü önünde kendisinin de hasar aldığını belli etsin. Öyle ki ikisi de kavga etmekten yorgun düşüp çöksünler oldukları yere. Hemen gidemesinler. Bir müddet sessizce karşılıklı dursunlar. Sonrasında akış planına bağlı olarak çöktükleri yerde zor çıkan sesleriyle daha sakin ve daha yavaş bir konuşma yapabilirler. Bunun için illa bebek meselesinin ortaya çıkmasını beklemeye gerek yok. Bu bir ayrılık kavgası olabilir. Sonrasında bebek meselesinin ortaya çıkmasıyla da daha duygusal bir sahneyle yeniden bağlanırlar.

Bir kavgadan sonra neden orayı terk etme ihtiyacı hissettiğiniz üzerine bir düşünün. Söyleyecek bir sözünüz kalmadığı için gittiğinizi düşünebilirsiniz. Yahut o ânki duygu hâlinizin etkisiyle söyleyebileceklerinizle karşı tarafı kırmaktan korkarak oradan uzaklaşmak istemiş de olabilirsiniz. Ama esasta o kavgayı sonlandırmak için oradan gitmekten başka bir yol bulamadığınız için gidersiniz. Sizde "uzaklaşma" ihtiyacı duyduran bir kavga çoğu zaman bitmemiştir, orada hâlâ çözülmemiş bir şey vardır ki sizde kaçma isteği uyandıran şey budur. Yüzleşmekten yahut buna güç yetirememekten korkar ve kaçarsınız. Çünkü orada olmaya devam etmek, sizi illaki yüzleşmeye mecbur bırakacaktır.



Bu "gerçek manada kavga" konusunda şu ân aklıma gelen en beğendiğim örnek İstanbullu Gelin'de Fikret ve İpek'in kavgasıydı. Diziyi takip edenler bilirler, Fikret'in güya doğru bir davranış sergilemesinin hemen peşine dakika bir gol bir Okan konusunda haklı çıktığını İpek'e kabul ettirmeye çalışma sahnesi. O zamana kadar sakinliğini korumaya ve güçlü durmaya çalışan İpek en sonunda çıldırmış, adeta cinnet geçirerek ortalığı yıkmıştı. Fikret ilk defa o ân âşık olduğunu söylediği kadına neler yaşattığının farkına vardı. Onu ne kadar yorduğunu, tüm bunların onu ne kadar yıprattığını, onu tek başına nelere göğüs germek mecburiyetinde bıraktığını ilk defa o ân gördü.

Sonrasında ne mi oldu? İpek o sinirle kalkıp Fikret'i yaka paça evden kovamadı. Çünkü her normal insan gibi, "gerçek bir kavga" onu yormuştu ve bunu yapmaya da düşünmeye de gücü yoktu. İçeride seslerine uyanan bebekleri ağlamaya başladı. İpek duyacak hâlde değildi. Fikret doğrudan onun için bir şey yapamayacağını anlayınca sorumluluğu aldı ve gitti ağlayan çocuklarıyla ilgilendi.

Dizide Fikret ve İpek ancak böyle bir kavga sonrasında yeni ve gerçek bir başlangıç yapabildiler. İçinizi eskiden temizleyemezseniz orada yeni bir şeye yer bulamazsınız. O kırıklar rahat nefes almanızı bile engeller, bırak ki gülümseyesiniz.



Ben Esra ile Ozan'ın evliliklerinde halı altına süpürdükleri şeyler için bu bölümkü gibi komedi katılmadan, gerçek bir kavga etmelerinin gerekliliğine inanıyorum. Bebek mevzusu böyle bağır çağır bir kavgayı kaldırmaz. O konunun öğrenilmesi ikisini birbirine kenetleyecek gerçek bir acı paylaşımıyla, duygusal ve hatta sessiz bir tonda işlenmeli. Ama Esra ile Ozan'ın bundan önce diğer yaşadıklarının bir hesaplaşmasını yapmaları lazım. Salih Bademci ve Dilara Aksüyek bahsettiğim sahnede harikalar yaratmışlardı. İlhan Şen ve Burcu Özberk'in de böyle bir sahnede bizi kendilerine hayran bırakacaklarına hiç şüphem yok.

Bölüme gelirsek, Ozan'ın annesinin yaptığı şeye sert bir tepki vermesi ve bu konunun komediyle normalleştirilmemesini sevdim. Keşke Ozan bu duyarlılığını ve sağduyusunu Esra ile evli oldukları zaman da biraz gösterebilseymiş ama neyse aşk acısı büyütmüş onu ablaları, önümüze bakacağız artık.



Ozan'ın bu lokanta olayından kendisinin haberdar olduğunu söyleyerek Esra'yı koruyacağını zannetmiştim. (Ah saf perim, ah canım, seni çok üzerler...) Tabii ki beyimiz kimseye bir şey belli etmeyecek diye bu konuda çıtını çıkarmadı. En azından Menekşe anneciğinin lokantasında böyle bir şeyin olmayacağını bildiği için kontrolü ele alarak diğerlerinin odağını hızlıca Esra'nın üzerinden çekti ve sorunu çözmeye eğildi. Buna da şükür yani iki saat milletin önünde Esra'yı azarlasaydı fenalık geçirecektim. Neyse ki çocuğumuz iyi bir koca olmasa da hâlâ iyi bir damat. ˆ.ˆ Ekrem'in şaşırtıcı bir şekilde mantıklı bir hareket yaparak durumu bekletmeden Ozan'a bildirmesiyle Ozancığımız hemen olaya el koydu, Esra'nın adamın karşısında ezildiğini fark edince de şimşekleri attı ve şipşak "uygun bir dille" olayı çözdü.

Sonrasında Esra'nın ona sarılmasıyla kendini şaşıran hâli, toplantıdaki hâlleri... Kapıda Çağla falan olacak diye yükseldim ama mafeles şimdilik elde Musa ve müstakbel iş ortakları var. Yakalanma sahnesinin çok benzeri Afili Aşk'ta da vardı, böylesi klişeleri çok severiz. :)

Ama en çok ikisinin de "Ben bilirim onu/seni..." ile başlayan sahnelerini seviyorum. İzlerken yumuş yumuş oluyorum. Geçen bölümlerde Esra'nın Ozan'ın kaşıntıdan uyuyamayacağını bilerek ona krem karışımını sürmeye gitmesi, Ozan'ın Esra'nın çok üşüyen biri olduğunu ve alkolün ona yaramadığını bilmesi; bu bölüm Esra'nın Ozan'ın tipik hâl ve hareketlerini bilerek her tepkisini birebir okuması, Ozan'ın Esra'nın açlığa hassasiyetini bildiği için rahat edememesi ve ona yemek götürmesi... İşte beni bu çifte âşık eden detaylar. ❤



Mesela son sahnede Esra rüzgardan üşüdü, eliyle kollarını ovuşturdu ama Çınar bunu fark etmedi. Ozan orada olsa (ve tabii yüzü olsa) Esra'nın o kıyafetle deniz kenarında üşüyeceğini bilir, ceketini verirdi. Evet arkadaşlar, bu başka bir dizi olsa ve Ozan Korfalı'nın ne kadar güzel sevdiğine şahit olmamış olsam kısa vadede kolayı seçerek ikinci çifti tutabilirdim. Ama burada mümkün değil. Evet, Çınar Ozan'ı biraz hareketlendirdi ama bölüm boyu her yerden çıkıp orada olduğu tüm güzel sahneleri bozunca fenalık geçirecek hâle geldim. Vur dedik, öldürdün Çınar!

Ozan ile Esra, üçgene beşgene ihtiyaç duymayan çift çatışmalarına sahipler. Birlikte zaman geçirdikçe çokça dövüşerek, çokça severek bu süreci gayet güzel bir şekilde yaşayabilirler. Gerçekten Çınar'a, Çağla'ya ihtiyaç yok. N'olur etmeyin eylemeyin, vallahi yazık edersiniz. Hafif bir itekleyici güç olabilirler ama fazlası zarar verir. O iki karaktere de güzel hikâyeler yazın, kendi yollarını bulsunlar.

Esra sıcakkanlı bir karakter olduğu için Çınar'la ne kadar yakın olduklarını, Çınar'ın ona karşı tavırlarındaki başkalığı fark etmiyor. Oysa Ozan tarafına baktığımızda Çağla'yla arasına nazik bir mesafe koymuş olduğunu görüyoruz. Çınar'ın yanlış yorumlayabileceği pek çok durum varken Çağla'nın tamamen kendi kendine gelin güven olması bundan. "Onun karakteri böyle, sevgisini belli edemiyor." mantığı saçmalıktan başka bir şey değildir. Emin olun biri sizi seviyorsa, bunu özellikle saklamaya çalışmadığı müddetçe, mutlaka bunu hissedersiniz. Çağla karakterini gerçekten seviyorum. Esra'ya karşı tavrı, duruşu da çok güzel. Yanlış yollara sapılmamasını ve onun üzülmeden böyle güzel kalabilmesini diliyorum. Çınar onu saçma sapan gazlayıp durmayı kesse iyi olacak. Ulen bu çocuk kendisinin Esra'dan hoşlandığını bile safoz Ozan'ın yaptığı hatayla öğrendi, hangi mantık bir başkasının sevgisini doğru anlayacak?

Çınar karakterinin her şeyi babasından beklemesinden de hoşlanmıyorum; babası onu en iyi okullarda okutmuş, bundan fazlasını yapmak zorunda değil. Kaç yaşında adam, iyi bir CV'si var. Ozan nasıl kendi şirketini çalışıp çabalayıp sıfırdan kurduysa, Çınar da bunu yapabilir. Zengin çocuğu olmaktan, baba nutuğundan hoşlanmıyor ama her şeyi de yine oradan bekliyor. Bak sen şu işe... Yok öyle yağma Çınar Efendi, yok sana kız mız... ˆ.ˆ



Esra ile Ozan'ın diğerlerinin önünde evlilik üzerine yaptığı konuşma ikisinin de bakış açılarını göstermek adına anlamlıydı. Esra "Biz evliyken..." diye başladığında gülümsedim. Çünkü baya herkes onlardan haberdarmış gibi ikisini kastederek söyledi, sonrasında toparladı kendini. "Eşimle..." dediği yerler de çok hoşuma gitti. Ozan şöyle bir baktı ama hafiften bunu duymanın onun da hoşuna gittiğini hafif bir gülümsemeyle görmek isterdim. Esra burada muhtemelen sonrasında kavgaya sebep oluşturmak için tam da Ozan'ın gözündeki hâli gibi konuştu. Oysa flashback'lerden görüyoruz ki Esra Ozan'ın düzenli bir işte çalıştığı zamanlarda düşük bütçeli hâllerinden hiç şikayetçi değilmiş, gayet de mutluymuş. Sınırlı da olsa düzenli bir hayatlarının olması ona yetmiş. Balayı yapmak yerine o parayla ev eşyası almalarını gayet normal bir şey olarak, şartların bir gereği olarak anlatıyor. Ozan'ın zannettiği gibi bundan rahatsızlık duymamış. İllaki içinde ukdeler vardır ama "olmasa da olur" demiş hep bunlar için. O sahnenin bir kavga sebebi olması yerine, orta yolu Çağla'nın değil ikisinin birlikte bulmalarını dilerdim. Esra Ozan'a karşılık olarak "Sınırlı imkanlarla da gayet mutlu olunabileceğini göstermeliyiz." gibi bir cevap vermesi güzel olurdu.

Kavga sahnesinde Ozan'ın öfkeyle kullandığı "kırıştırmak" ifadesine verilen tepkiyi abartılı buldum. Bence Esra'nın kullandığı "kötü kalpli bir adam" ifadesi çok daha kırıcı. Şimdi bana burada kızacaklar yahut tepki gösterecekler olabilir ama öncesinde bir dakika durup düşünülmesini rica ediyorum. "Kırıştırmak" argoda "flört etmek" manasında kullanılan bir ifadedir. Biz bunu dizilerimizde genelde patronun kendinden yaşça küçük sekreteriyle ilişkisi yahut yasak ilişkiler gibi küçük düşürücü durumlarda kullandığımızdan kulağımızı rahatsız eden bir havası olduğu doğru. Ama burada Esra da Çınar da bekâr. Yaşları da dizide birbirine yakın. Yani biz burada boşanmış ve şu ân kimseyle ilişkisi olmayan bir kadının yine kendisi gibi bekâr olan iş arkadaşıyla flörtleşmesi ihtimalini "küçük düşürücü" buluyorsak Ozan'ın kullandığı ifadeden rahatsız olmamız bizim adımıza tutarlı olacaktır. Ama böyle düşünmediğimiz hâlde tutup da kelime özelinde niyet okumaya kalkarsak hata ederiz.



Ozan'ın gözünde Esra'nın bir başkasıyla olması katlanılamaz bir şey. Dediğim gibi ikisi de aslında ayrılmış gibi hissetmiyorlar, birliktelik ve aidiyet refleksleri hâlâ yerinde duruyor. Bu yüzden Ozan, Esra'nın bir başkasıyla flörtleşmesi düşüncesini korkunç buluyor ve bundan çok rahatsız oluyor, onu kaybetme korkusunu öfkeyle maskeliyor. Ama burada bu ihtimalden rahatsız olan tek kişi Ozan değil. Esra da Ozan gibi "hâlâ birlikte" hissediyor ve o yüzden o da içten içe Ozan'ın bu tavrına "ihanet ettiği iddia ediliyormuş" gibi tepki veriyor, o zamana kadar da ne zaman konusu geçse hep Ozan'ı böyle bir şey olmadığına dair ikna etmeye çalışmıştı. Oysa "Kimle ne olmak istiyorsam onu olurum. Seni ne ilgilendirir?" diye Ozan'a tepki gösterebilirdi. Ama dediğim gibi o da aslında Ozan gibi düşündüğü için bunu bir hakaret olarak algıladı ve bu onu çok incitti.

İşte bu yüzden bence Esra'nın kullandığı "Sen kötü kalpli bir adam olmuşsun." ifadesi çok daha kırıcı. Çünkü Ozan öfkeyle kendini kaybederek aslında öyle hissetmediği şekilde konuşurken ve anında pişman olurken Esra bunu samimi olarak söylüyor. O eski nazik, iyi huylu, ona hiç kıyamayan Ozan'ı bulamadığı için yaşadığı hayal kırıklığı gerçek. Ozan Esra'ya söylediği gibi hissetmese de Esra gerçekten de hissettiği şeyleri söylüyor. Çek sahnesinde böyle dediğinde ona hak vermiştim ama burada biraz haksızlık ettiğini düşünüyorum. Evet, Ozan Esra'ya çoğu zaman gerçekten kaba davranıyor ama kötü kalpli biri değil. Menekşe Hanım'ın lokantasını yeniden açık gördüğü ânki gülümsemesini hatırlayın ve Esra'nın görmediği yerlerde ona nasıl kıyamadığını... Geçmişteki düşüncesizliklerinin bazılarını hâlâ sürdürüyor. Evet, kesinlikle kendisini toparlaması lazım. Farkında olmadığı şeyler kafasına dank etmeden onunla yeni bir yola çıkılmaz ama tüm bunlar onun iyi kalpli bir adam olduğu gerçeğini değiştirmiyor.



Ozan sert tavrı için Esra'dan özür dileyerek kendini affettirmeli ama ileriki dönemlerde Esra'nın aynı o "Ne kadar saklamaya çalışsan da sen nazik bir adamsın." demesi gibi Ozan'a bir kere olsun "Ben yanılmışım. Sen hâlâ benim tanıdığım, sevdiğim o iyi kalpli adamsın." demesini çok istiyorum. Ozan'ın o ânki yüz ifadesindeki rahatlamayı ve çocuksu sevinci görmeye ihtiyacım var. 

Yalçın Bey'in gözlüğünün kırılmasına ve yıllardır beklediği şansı kaybetmesine ben de çok üzüldüm. Ama burada yine o yıllanmış sorumsuzluğunun bir sonucunu izledik. Sorumlu ve mantıklı bir insan o gözlüğü kafasında taşımaz ve adamlar gelene kadar düzgün bir kutuya koyarak güvenli bir yerde muhafaza ederdi. Hele yani kavgaya kafasında onunla girmek ne demek? İlk defa mı kavga ediyor sanki bu kadınlar? İlla kavgaya gireceksen gözlüğü çıkartıp bir masanın üzerine koymak ne kadar zor olabilir? Hayır yani Menekşe Hanım dayak yiyor olsa ona bir şey olmasından korktu falan diyeceğim ama basbayağı Zümrüt Hanım yiyordu dayağı. Gelecek bölüm muhtemelen Menekşe Hanım'ın ona inanmadığı için pişmanlığını falan izleriz ama burada suçlu olan Yalçın Bey. O kavga esnasında kimse onu fark edemezdi. Yalçın Bey'in önem verdiği şeylere sahip çıkmayı ve sorumluluk almayı artık öğrenmesi lazım. İkisinin Ozan'la ilişkisini merak ediyorum. Belki gelecek bölümlerde ikisine dair bir şeyler izleriz.



Bu haftaki bölüm güzel göndermeleri ve "En azından içi boş değil." tarzı ince esprileri ile her taraftan çıkan Çınar hariç beni tatmin eden bir bölümdü. Fragmanları iyi hazırlanır, bölüm sonlarına kısa bir ön izleme olsun koyabilmeyi artık başarırlar ve sosyal medya yönetimi de kendisini toparlarsa bence reytingler giderek artacaktır. Tüm ekibin emeğine sağlık.

Bu hafta diyecek çok şeyim varmış. Azcıcık uzun oldu, artık sürç-ü lisan ettiysek affola.

Sevgiyle, ümitle ve sağlıkla olması adına da aşılarımızı olup evlerimizde kalalım efendim.

Bayram kutlayacaklara güzel bir bayram, kutlamayacaklara da iyi tatiller dilerim.

Periniz.

*Gibi Gibi/ Şarkı
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER