Dile gelemeyenlerle dolmayan eksikler… “O anlasın.” diye
diye hiç anlaşılamadıklarımız… Gitmekle gidememeler, kal diyememekle
yaralanmalar… Onu delicesine kırmak isteyip de tek sızısında paramparça
olmalar… İşte Ozan’ın deyişiyle “başımıza gelince muhakkak anladığımız” şeyin,
aşkın, yüzyıllardır onarılamamış defoları…
Bu dizi, bu hikâye neyi anlatıyor diye sorsanız ben de
oturur size bunları anlatırdım. Diziyi bu kadar izlenilir ve çekici kılan da
bence bu tarafı. Dizi realiteyi işliyor. Ama bunu çiğ bir şekilde anlatmıyor.
Duygularla beziyor, kuşatıyor ve gerçek insani değerlerle işliyor. Ve en güzel
tarafı da aşkın defolu hâllerini anlatırken “kıyamama” nahifliğini de es
geçmiyor. Öfke de kırgınlık da ne kadar büyük olursa olsun iki taraf da hâlen
birbirlerine kıyamıyorlar. İçlerindeki “intikam gerekliliği” inançlarıyla
kendilerini zorlayarak yaptıkları hamlelerden en büyük yarayı kendileri
alıyorlar. Sevdiğinin seni acıtması çok canını yakar ama gerçek bir sevgiden
bahsediyorsak eğer sevdiğini acıtmak canını daha çok yakar.
Ozan Korfalı artık hiç umurunda olmayan eski karısına bakıyor...
Bu bölüm iki tarafın da yine küçük küçük hamlelerle
birbirlerini sinir etme ve güya pes ettirme çabalarını izledik. Ta ki o meşhur
yemeğin sonrasına kadar… Yemek sonrası olan sahneler gerçekten çok güzeldi, her
biri ayrı ayrı anlamlıydı, çok ince düşünülmüştü. Fotoğraf çekilen sahnelerde
Ozan’ın hâlinin çekilen fotoğraflarda belli olup olmayacağını merak ediyorum.
Karelerin arasından seçim yaparken Çağla vs. görse mesela ya da Esra tesadüfen
görse Ozan’ın hâlini… Ozan’ın hislerinin dile getirdiklerinden farklı olduğunu
anlaması onun için tüm bu süreci daha az acıtıcı kılabilirdi.
Ayriyeten koku en güçlü ve en kalıcı hafızadır. Yani bu
kadar şaşırmana gerek yok Ozancığım, bu kadar etkilenmen gayet doğal. :) Akabinde
evlilik zamanları ile ilgili konuşurken ikisinin de bir ânda tüm gardlarını
indirmeleri, samimiyetle konuşmaları ve keyif almaları çok güzel yansıdı. Esra
“evliyken” dediği ânda Ozan’ın yüz ifadesindeki değişime bakınız. ♥
İkisi de kısa bir süreliğine de olsa “kırgınlıklarını” ve “intikam” hislerini
bir kenara koyup eski günleri hatırladılar ve ortak bir geçmişe sahip olmaktan
mutlu oldular. Geçen hafta bahsetmiştik ya, paylaşılan bir geçmiş kalbi bağlarla
bağlar insanları. Bugünümüzü yaşarken dünümüzü de paylaştığımız insanlarla
paylaşmak isteriz. Geçmişimizle daha güçlü hissederiz. Geçmişimizden ibaret
değiliz elbette ama bugünkü bizde derin izlerinin varlığı da inkâra müsait değildir.

Aşkın “kıyamama” nahifliği dedik ya hani… Ne güzel bir
hâldir o. Bu nahiflikten mahrum bir aşk çiğ bir aşk gibi gelir bana, çokça
kabadır, pürüzlüdür ve hatta olanca ağırlığına rağmen eksiktir de. Aşkı onca
defosuna rağmen yaşanılır kılan, özleten, yücelten, mucize imgesini konduran
taraftır kıyamama hissiyatı. Yazıya giriş paragrafıma atıfla, bu diziyi benim
için özel kılan bu sevdalısı olduğum hissiyatla karşılaşmak oldu. Karakterlerin
ikisi de hatalar yapan, defoları olan ve doğal olarak birbirlerini de pek çok
kere kıran “gerçek” kişiler. Tüm bu gerçekliğin beraberinde “gerçek” bir de
sevgiyi paylaşıyorlar. Hayatın olanca çiğliğine, olmaz olsunlarına, “Nerden
beni buldu”larına rağmen aşkın en mucizevi hissiyatında buluşmuşlar. Bu da
karakterleri kıymetli ve sevilesi, anlaşılası kılıyor.
Ozan’ın daha Esra gözleri dolu dolu arkasını döner dönmez
yıkıldığı ânı hatırlayın. O evi geçen sene aldım dediğine göre muhtemelen eski
telefonunu belki Esra arar diye sakladığı gibi o evi de belki Esra pişman olur
döner diye yaptırmış olmalı. Bu hayali Esra’yla beraber kurmuşlardı, ikisi de unutmamış.
Ortak hayalleri ortak hayal kırıklığı da olmuş oldu bir anlamda. Ozan kendi
kafasında Esra’nın onu hiç sevmemiş olduğuna ve sadece parasıyla, mevkiiyle
ilgilendiğine inandığı için bu hayal kırıklığının acısını onunla paylaşmak
istedi. Kendi içi nasıl acıyorsa onun içi de öyle acısın istedi. “İntikam”
kanunlarına göre böylesi ona iyi gelecekti, içinin yangını soğuyacak sandı. Onu
yaktıkça kendisini daha çok kavuracağını bilemedi. Onun kötü olmasının
kendisini asla iyi edemeyeceğini bilemedi. Daha Esra arkasını döndüğü ân, belki
de cümleler ağzından çıktığı ân pişman oldu.

Genelde bizim dizilerimizde böyle intikamdan yahut nefretten
aşka gidilecek yollarda karakterler başta çok acımasızdırlar. Belli özel
kişileri hariç kimseyi umursamaz, kimseye güvenmez ve hatta nedense artık bir
övgü olarak “Bay/Bayan Buzdolabı” hâlleriyle ilk 5 bölüm diğer zavallı esas
karaktere kök söktürürler. Aslında ondan nefret etmemiz gerekir ama alışkanlık
gereği “Neyse onun aklı başına gelecek” der, sabırla bekleriz. Gerçekten de
birkaç bölüm sonra buzdolabımız esas karakterin iyi biri olduğunu anlar,
yaptıklarından anca o zaman pişmanlık duyar ve ancak o zaman ona karşı “insan
gibi” davranmaya başlar. Akabinde onun için öyle büyük sürprizler, öyle jestler
yapar ki biz ilk bölümlerdeki hâlini şıp diye affeder ve hatta unuturuz. Oysa dizilerin
bize aşıladığı bu sistem “olması gereken”den çok uzaktır.
İlk olarak karşınızdaki biri dünyanın en masum ve en
sevilesi insanı olmasa bile nezaket varlığı lütuf değil yokluğu ayıp bir
niteliktir. Buzdolabımızın ilk zamanlarda hiçbir şeyi umursamayan, karşı tarafı
paramparça etse de kendisinde gıdım rahatsızlık duymayan hâllerini sonraki “prens/prenses”
hâlleri telafi edememeli. Ha gerçekten pişman olur, bu pişmanlığını çok açık
bir şekilde belli eder ve defalarca da bunun özrünü dilerse belki kabul
edebiliriz ama maalesef bizde genellikle bu ilişkinin normal bir seyriymiş gibi
yansıtılıyor. “O da böyle bir karakter.”, “Eskiden öyleydi.” yahut “Ben seninle
iyi bir adam/kadın oldum.” gibi ilginç ifadelerle karşılaşıyoruz. Bir insan
ötekini 360 derece değiştiremez. O kişi sevgiyle maskelerinden yahut
duvarlarından arınabilir, iyileşebilir ama olmadığı birine dönüşemez. Hatta bir
tık öteye götürürsek eğer, psikolojide değişim “kişinin esasta olduğu kişiye dönmesi”
olarak tarif edilir. Bir gün kendinizde bir değişim ister ve bunun için
çabalayarak içsel bir yolculuğa çıkmak isterseniz varacağınız yer esas
benliğinizdir. Bu gerçek benliğe sizi bir başkası ulaştıramaz, bu yolculuğu
sürdürebilecek olan tek kişi sizsiniz.
İkinci olarak da gerçek sevgi arzu yahut ihtiras gibi
değişken bir seyirde ilerlemez. Durağan bir seyri vardır. Birini bir gün çok sevip
öteki gün birdenbire onu sevmekten vazgeçemezsiniz. Aranızda ne geçerse geçsin
o sevgi hep içinizdedir. Gerçek sevgiyi tüketmek için gerçekten uzun ve sürekli
bir süreç gerekir.

Esra ve Ozan karakterlerini gözümde kıymetli kılan bu “gerçek
sevgi” hâlini ikisinde de net bir şekilde görebiliyor olmak. Esra’nın Ozan’ı
terk ettikten sonra olan onca şeye ve ona olan tüm kırgınlığına, acısına rağmen
ondan gizli borçlarını ödemiş olması o kadar değerli ki… Ozan’ın Esra’yı
yıldırmak için onunla uğraştığı zamanlarda Esra onu yendikçe içten içe onunla
gurur duymaktan kendini alamaması… Akabinde Ozan’ın birlikte hayal ettikleri
evi almış ve döşemiş olmasıyla Esra’nın yine her şeyi unutup bir ânda tüm
gardını indirmesi… Ozan’ın Esra’yı kırmak isteyip de onunla beraber kendisinin
de paramparça olması… Saniye şaşmadan onun da yıkılışını izlemek, daha ilk ânda
pişman oluşunu görmek, eve döndüğünde evine de sığamadığını izlemek çok
kıymetliydi. Ezel’deki Ramiz Dayı’yla tanıdığımız, Oscar Wilde’ın o meşhur
şiiri bunu pek güzel anlatır:
“Kimi gözyaşı döker öldürürken
Kimi kılı kıpırdamadan
Çünkü herkes öldürür sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez…”
Tabii biz bunu “Ne yaptımsa sevgimden yaptım.” kalıbının bir
mahsulü olarak düşünmekten sakınalım. Sevgi acıtmanın sebebi değildir, onu
acıtınca kendini de acıtıyor olmanın sebebidir.
Orijinalini izleyenler bizdeki versiyonda Ozan karakterinin daha
derin, Esra karakterinin de daha dişli yazıldığını söylüyorlar. Diziyi asıl izlenilir
kılan da bu olmuş. Bir koca tebrik sevgili Özlem İnci Hekimoğlu ve Nil Güleç
Ünsal’a gelsin efendim.
Benim de yoğunluğum biraz azaldı. Fırsat bulunca dizinin
orijinalini ben de izlemeyi düşünüyorum. Bizimkini daha çok seveceğime şimdiden
eminim ama daha fazla spoiler yemeden bi’ ana hikâyeye hâkim olmak istiyorum. ^^
Daha izlemeden çok merak ettiğim o sahnenin bizdeki versiyonunu da izlemek için
sabırsızlanıyorum.

Gelecek hafta derinlerdeki hisleri gündeme çıkaran “kıskançlık”
temasını işleyeceğiz. Burada Çınar konusunda Esra’nın tavrının net olacağını ve
Ozan yönünden bu durumu doğru kullanacağını bilmek endişeye kapılmamı engelliyor.
Çağla kısmı beni bir miktar geriyor. Umarım Ozan bir hataya düşmez diyelim. Son
sahnede nihayet “Madem bana âşık değildin, âşık olmadığın bir adam için tüm bunları
neden yaptın?” farkındalığı köşeli jeton olarak düştü. Bu farkındalığın
geçiştirilerek köşeli düştüğü yere geri gönderilmemesini ve Ozan’ın içini
yemesini diliyorum. Bölümdeki en sevdiğim ânlardan biri Esra’nın “Ozan kaşıma.
Kızarmış bak yara olacak.” diyerek sanki tüm bunlar yaşanmamış, araya onca şey
girmemişçesine Ozan’ın yanına koşmasıydı. Böyle böyle sahnelerle Ozan’ın bu “içi
içini yeme” hâlinin pekişmesi pek iyi olur. Hadi çok da yavaş olmadan ama tabii
seyrini de bozmadan emin adımlarla o sahneye yürüyelim efendim. Bekliyoruz!..
Bu hafta bölümü gününde izleyemediğim için yorumu biraz geciktirdim.
Ben de yine olaylardan çok durumlar üzerinde durmakta fayda gördüm. Dizileri
hikâyeler yönünden, hikâyeleri de görünürdeki hâllerinden öte derinlerinden
incelemeyi seviyorum. Benim gibi olanlarla fırsat buldukça yine buluşalım.
Sürç-ü lisan ettiysem affola.
Sevgiyle, ümitle ve sağlıkla olması adına mümkünse aşılarımızı
olup evlerimizde kalalım efendim.
Periniz.
*Yeniden / Şarkı Sözü /Söz-Müzik-Düzenleme: Soner Avcu
Yazı sonu kalbi: Genel olarak dizinin müzikleri çok güzel
ama bu bölüm çalanlara ayrı bir vuruldum! Seçimde yahut düzenlemede emeği geçen
herkesin emeğine sağlık. Müzik projenin ruhudur. ♥