Geçen yıl tüm zamanların en
başarılı TV sezonlarından birini izleten The
Good Wife’ın bu sene biraz irtifa kaybettiğini itiraf etmek gerek.
Alicia’nın hikayecilik açısından sıkıntılı seçim süreci, Kalinda’nın son yılı
olmasına rağmen arka plana atılması, Robyn gibi sevilen karakterlerin ortalarda
olmaması gibi pek çok sorun sayabilirim. Ama bu haftaki bölüm tüm kusurları
unutturacak kadar mükemmeldi ve dizinin en iyi bölümleri arasına geldi oturdu.
Gerçekte yaşananlar ile Alicia’nın kafasından geçenlerin bir güzel
harmanlandığı ve ekranların en karmaşık ana karakterlerinden birinin zihninin
derinliklerinde gezdiğimiz şahane bir bölümdü.
Alicia’nın seçim
sürecindeki yorgunluğu artık fiziksel olarak da kendini göstermeye başladı ve
elindeki en büyük silahlardan birini, sesini, kurban seçti. Gördük ki Julianna
Margulies’in yapamayacağı şey yok, yarın öbür gün Marge Simpson’a da sesini
verebilir. Sesi çıkmıyordu belki ama zihni tam gaz faaliyetteydi. Scandal’ın kurgu numaralarına her zaman
methiyeler düzmüşümdür ama The Good Wife bu
bölümüyle tüm rakiplerini geride bıraktı resmen. Alicia’nın zihninde çıktığımız
gezinti adeta dizinin yıllardır aldığı birkaç eleştiriye cevap vermeye ant
içmiş gibiydi. Mesela yapımcıların Alicia ve Kalinda’nın bir türlü birlikte
görülmemesine getirdiği açıklama ilk defa inandırıcı bir şekilde seyirciye
sunuldu. Alicia, Kalinda’yı her düşündüğünde aklına Peter ile yaşadığı şeyler
geliyordu. Ve kıytırık kredi kartı reklamlarında bile hala Will’in sesini duyar
gibi oluyordu. Alicia ile empatimizin tavan yaptığı bu bölümde duyduğumuz sesin
gerçekten Josh Charles olup olmadığını anlamaya çalışırken kalp çarpıntısı
yaşadım, yalan değil. Oğlunun yuvadan uçmasına duyduğu suçluluğa Peter, Will
derken araya Finn ve John ile ilgili fanteziler de eklenince Alicia’nın zihnini
bulandıran erkekleri tamamlanmış oldu. Peter’ın “Bunları ben yapınca yanlış da,
sen yapınca niye değil?” sorusuyla Kalinda’yı affetmenin tohumları da serpildi,
herkesin hata yapabileceği Azize Alicia tarafından çok şükür ki idrak edildi.
Alicia’nın tek
derdi hayatındaki erkekler değildi elbette. Dizinin başından beri karakteri
şekillendiren inançsızlık da bu bölümde daha da derinleştirildi, kendi içinde
yaşadığı din çatışmasını da çözüverdi: Birinin etik davranması için Tanrı’ya
ihtiyaç yok. Doğru da… Din insanları doğru yola sokmak için varolan bir güçse,
Alicia’ya göre iyi bir insan olmak için böylesi doğaüstü bir güce gerek yok.
İyi insan olmak varoluşun doğasında var, kendiliğinden olması gerek.
Canning
gezegendeki son günlerini bir yandan Alicia ile savaşıp bir yandan da onunla
flörtleşerek geçirmeye kararlıydı, tam ondan beklendiği gibi. Şirket binasından
tahliyelerinin acısı hala soğumadığından olacak bu haksızlığın peşine düşmüştü.
İnsanın ölüm döşeğinde bile benliğini kaybetmemesi, kimliğinden ödün vermemesi iyi
bir şey olsa gerek. Canning’in karısı “onun için dua et” dediğinde Alicia’nın ikiyüzlülük
yapmak istemediği için bu görevi dini bütün kızı Grace’e devretmesi de güzel
bir detaydı. Her ne kadar Grace’in inancı da son zamanlarda epey sarsılmış olsa
da…
Seçim yarışında
yine yeniden “çok önemli” bir röportajın eşiğindeydik ve yine yeniden Alicia
ile ilgili bir dedikodu dolaşıyordu. Bu sefer de Bishop’ın “Bir sonraki eyalet
savcısı cebimde,” diyerek caka sattığı bilgisi etrafta dolaşıyordu. Ama “bir
sonraki eyalet savcısı” derken Alicia’dan mı, Prady’den mi bahsettiği meçhul
olduğu için bu işten sıyrılabildik. Alicia’ya göre iş gerçeği söylemek ya da
iyi bir sonuç için yalan söylemeye geldiğinde tercihini yalan söylemekten yana
kullanmakta bir sakınca yok, bunu da öğrenmiş olduk. Alicia iyilik için yalan
söyleyemeyen birinin seçimi kazanmaması gerektiğini düşünüyor, iş bunu
gerektiriyor çünkü.
Ve tüm bu
çatışmalar çözümlendikten sonra Alicia’nın sesi, zihni gibi dinlenmiş bir
şekilde geri geldi. Alicia kendi sesini bulduğunu belirtirken seçim sürecinde
kaybettiği kimliğine, Azize Alicia’ya geri dönüyordu.