İstanbullu Gelin finale içimizi kanırta kanırta, gözlerimizi
doldura doldura (bu yalan oldu aslında, ne göz doldurması, düpedüz ağlatıyor),
Süreyya ile birlikte bildiğimiz ne varsa yeniden öğrete öğrete yürüyor.
İstanbullu Gelin’i diğer dizilerden ayıran ne varsa hepsini görüyoruz arka
arkaya. Karakterlerin arasında bir tane bile boş geçilmişi yok, hepsi inci gibi
işlenmiş, hepsine hak verelim, hepsini dinleyelim diye özen gösterilmiş. Dizi
bitince hepsini eşimiz dostumuz gibi özleyeceğimiz şimdiden o kadar belli ki.
Bölümden bahsetmeye sondan başlamak isterim zira o son
sahnenin tadına doyamadım, tablo gibi çerçeveletip eve asmak istiyorum. Süreyya’nın
paramparça olduğu o günün sonunda karşısında tüm aileyi bulması, bir zamanlar
hepsiyle ayrı ayrı çatıştığı Boranların artık onun o arayıp durduğu köklerinin
ta kendisi olduğunu gördüğü an ne güzel, ne unutulmazdı. Tam da geçmişini kaybettiği
ve kendisinin tamamen yalanlardan ibaret sandığı anda kendi emeği ve sevgisi
ile biriktirdiği insanları yanında bulması ne kadar umut vericiydi. Evet, Süreyya’nın
hayat görüşü olan ‘Kötü bir şey olduğunda tekme atma, düzeltmeye çalış, ne yapabilirim
diye düşün’ cümlesi kendi annesinden gelmemiş belki, başka bir annenin çocuğuna
verdiği tavsiyeymiş ama Süreyya’da çalıştı işte. Koskoca konakta kim varsa
hepsini birleştirdi, hepsini önce sevdi, sonra kendini sevdirdi. O sahneden
aklıma takılan tek şey Emir’in sevgisi ile yüzü gülen Süreyya’nın neden Yaz’a
aynı ilgiyi pek de gösteremediği idi. Sanırım İdil Hanım’la terapi seanslarında
anlayacağız bunu.

Akif sen ne güzel birisin
Aile tablosunda en büyük eksik elbette Senem’di. Üç sezondur
beklediğimiz o büyük yüzleşmeyi yaşadı Süreyya ve teyzesi nihayet, onlar ne
kadar paramparça olduysa biz de onları izlerken öyle tükendik. Kafamdaki tek
soru Senem’in de kendi kendisine sorduğu ‘Ben onu neden gönderdim Fatma Teyze’ye?’
sorusu. Ne gerek vardı bunca zaman sonra? Süreyya’ya bu gerçeği daha makul bir
zamanda kendisi söyleseydi çok iyiydi tabii. Yani böyle bir gerçeğe Süreyya
elbette tepki verirdi ama tam da hayatındaki her şeyin yalan olduğunu öğrendiği
günde bunu duymasına gerek yoktu. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim bir nokta
da Akif’in Senem’i avuturkenki halinin güzelliğiydi. Sevdiği kadınının
üzüntüsüne onun yanına uzanıp onunla birlikte ağlayarak katılan Akif, sen ne
kadar iyi, nasıl temiz kalpli bir insansın. Çok mutlu olun siz inşallah. Senem
ile Süreyya da elbette barışır zira ikisi birbirinin gerçek ailesi. Süreyya
Senem’i affettiğinde içi hafifler ancak.
Cesaret edebilsen arkası ışık hep
Bebişim Süreyya’nın bunalıma girmesini istemiyorum tabii ama
bu bölüm çocukluğuyla ilgili hatırladıklarının tamamen yalan olduğunu, kendine
kendi kafasında bir çocukluk yazdığını anladığı ve hemen arkasından içine
kapandığı sahneler resmen muhteşemdi. Bir de üstüne Şebnem Ferah’ın sesi
eklenince ‘Füze atın böyle ölmeyiz’ diye bağırasım geldi ekibe. Bölüm sonu
yaptığı sürprizle gönlümüzü kazanmış olsa da Faruk’un da bir ara yaptığı
Farukluktan bahsetmeden de geçmek istemem. Kız orada delirdi delirecek, ‘Ben bu
lokantayı ailemiz için açtım sen niye trip atıyorsun?’ diyor. Bir dur Faruk,
dünyada her şey seninle ilgili değil. Süreyya’nın o meşhur piknikli çocukluk
anısındaki mutlu sahnelerin başka bir çocuğa ait olduğunu hatırlaması ne kadar
ağırdı ve bize ne kadar da fazlasıyla geçti bu his. Sanki korku filmi izler
gibi baktım o sırada olanlara, gözümü kapattım resmen görmemek için gerçeği.
Şuurlu kadınlar birleşsin
Bölümde en sevdiğim sahnelerden bir tanesi Dilara ve Güneş
arasında geçen konuşmaydı. Birbirini anlamaya niyetli ve birbirine zarar
vermemeye kararlı iki kadın bile yeter aslında dünyayı ele geçirmeye, sahne
bunu bize bir kere daha hatırlattı. Tabii sonra Adem fotoğraflarını Instagram’a
attı diye koşarak eve gidip Mert’i de bu işe alet eden Dilara’nın şuursuzluğunu
saymıyorum. Mert çok iyi gelmişti ona, umarım hatasını anlar, gider Mert’ten
özür diler ve güzel olabilecek bir ilişkiyi böyle harcamaz. İşte bu arada yine
dizinin güzelliğine bak, Dilara birini buldu hoop mutlu oldu değil, tıpkı
gerçek hayatta olduğu gibi, aklı eskide kalabiliyor, kıskançlık yapabiliyor,
şuursuz davranabiliyor. Hiçbir karakter tek boyutlu değil.
Bölümün en çok etkilendiğim sahnelerinden bir tanesi de
Süreyya-Adem dertleşmesiydi. Birbirine iyi geleceğini hiç düşünmezdim bu
ikilinin ama işte geçmişi yokmuş gibi hissetmenin ne olduğunu da Adem’den iyi
kim bilebilir? Ne güzel dedi Adem,’Ne olduysa oldu, biz buyuz işte’. Bir de
Fırat Tanış ve Aslı Enver’e kalkıp sarılmak istediğim kadar güzeldi ikisi de. Yazanın,
çekenin ve oynayanın ellerine sağlık.
Gülistan hamile galiba bu arada, hadi inşallah. Bir sonraki
bölüme kadar iyi seyirler dilerim, mendillerinizle gelin.