Hoş geldin melek, sefalar getirdin*
"Canım mısın sen, benim misin, her şeyim misin?"*
Kimi zaman beni şaşırtan, bazen sinirlendiren, çokça hüzünlendiren ve de delicesine zevk veren sahneleriyle, İstanbullu Gelin’in 71.bölümü adeta dört mevsimi bir arada yaşattı. Bende öyle çok duygu ve düşünce uyandırdı ki, zaman darlığıma rağmen bunları paylaşma ihtiyacıma karşı koyamadım.

Kalbimi ve gözlerimi en çok dolduran an elbette ki Adem ile Dilara’nın çocuklarını kucaklarına aldığı an idi. Hem annesi, hem babası esmer olan bebek de peruk gibi saçla doğdu haliyle. Adem ve Dilara’nın o doğum anındaki dayanışmaları, birbirlerine destek oluşları beni öyle duygulandırdı ki, içim sıcacık oldu. Gözlerinden akan yaşlara dibine kadar inandım. Hatta zamanında “Çocuk, bitmiş bir ilişkinin yara bandı olamaz.” demiş olmama rağmen o sahneden sonra “Ya ama bunlar böyle çekirdek aile olarak mutlu olsalar güzel olmaz mı?” diye bir düşünce geçti aklımdan. Ama bir çocuğa ebeveynlik etmeleri ve birbirleriyle sevgili olmaları çok başka şeyler, bunlar farklı kimlikler. O yüzden anın duygusallığıyla ben ikisini karıştırmış olsam da onlar bu ayrımı yapacak gibime geliyor. En azından Adem bu konuda daha hevesli. Gerçi hayat yoluna Güneş'le de devam etse, Dilara'yla da yürüse bir şey demem.


"Ama sorsanız hep yalnız mıydın diye
Evet hep yalnız, yapayalnız kendimle."

Çünkü denklemin diğer ucunda, aslında öyle büyük de bir kabahati olmayan, yıllar sonra sevilme isteğine karşı duramayan Güneş var. Başka bir iş olsa, Dilara veya Güneş arasında seyirci olarak da bir tercih yapmaya zorlanırdık. Çünkü bir taraf mutlaka daha kötü, entrika çeviren bir tip olurdu. Biz de masum olan karşı tarafı savunur, diğerinin arkasından atıp tutardık. Ama burada Dilara da Güneş de o kadar sahici karakterler ve o kadar insani adımlar atıyorlar ki, insan haklarında kesin bir yargıya varamıyor, biri Adem’in hayatından çıksın gitsin diye kestirip atamıyor. Sarkaçlı saatin sarkacı gibi bir o uca, bir diğer uca gidip geliyorum. Dilara’nın sahnesini izlediğimde ona üzülüyorum “Güneş de karşısına çıkıp konuşacak tam vakti buldu, şimdi sırası mıydı?” diyorum. O ruh halindeyken karşısına Güneş’in dikilmesini yersiz buluyor ve Güneş’e kızıyorum. Sonra Güneş, Senem’e sevilmeye ve önemsenmeye olan ihtiyacını anlatınca, ona da içim acıyor. Hele de Adem, Dilara’dan haber aldığında o telaşla Güneş’i evde unutup gittiğinde ben bile çok fena oldum ki Güneş’i düşünemiyorum. Adem o anla ilgili bir sürü şey söyleyebilir, her söylediğinde de haklılık payı mutlaka olur. Ve Güneş aklıyla bunları muhakkak kabul eder de, o anın kekremsi tadını kalbinden nasıl siler?

Faruk ve Adem’in, o doğum telaşıyla yaşadıkları doğal anlara epey bir güldüm. Adem babalık konusunda kendisine bir şeyler öğretsin, çocuğunun bir amcası olsun diye Fikret’i seçmişse de, Faruk ona bu konuda daha çok yardımcı olabilecek gibi duruyor. Kavgaya niyet, doğuma kısmet… Gene Fikret nedenli bir kırılma yaşamak üzerelerken, mutlu bir olayın verdiği sevinçle aralarındaki buzlar eridi, Faruk kabul edilmesi mümkün, akılcı, sıcak ve de herkesin menfaatine olacak bir teklif sundu. “Mesele sahiden Fikret’e abilik etmekse, ikimiz de abiyiz gel beraber yapalım bunu.” dedi, çok da iyi etti.


Kardeşlik, her şeye rağmen yan yana durmaktır.

Faruk’un hastanedeki kardeşleri görüp, kendisinin kardeşiyle tanıştığı anı hatırlaması çok hoşuma gitti. Başta sevmemekte haklıymış, keşke sonradan da bu kadar çok benimsemeseydi hatta. :) Fikret, lazım olduğunda abisinin gücünden faydalanmasını bilmiş, hatalarının eksikliklerinin üstü onun sayesinde örtülmüş. Ama bu gücün varlığı ona bazen güven verirken bazen de kendini iyice güçsüz hissetmesine yol açmış. Bu nedenle de Faruk’a hem saygı ve sevgi duyuyor, hem de içten içe devamlı bir öfke hissediyor. Ayrıca o geçmiş sahnesinde Esma’nın ses tonu bile değişikti sanki. Esma’nın gençlik evrelerinde, bu yaş ve konum durumuna göre hal ve hareketlerinin, ses tonunun, bakışlarının ayarlanması ayrıntısına bile dikkat edilmesi ne kadar güzel bir özen.

Terapi sahnesi, bir öncekine göre biraz daha durgun, biraz daha içe dönüktü. Çünkü bu sefer Adem’in zihninde, yaklaşan doğumla birlikte büyüyen soru işaretleri ve endişeler baskındı. Görmüş olduğu koca figürünü istemeden de olsa Dilara’ya uygulamış bir insan olarak, babalığı da benzer şekilde uygulamaktan korkması doğal. Ama Faruk’un da dediği gibi, Adem ideal babanın nasıl olması gerektiğini bilmese de, nasıl bir baba olmaması gerektiğini, bir çocuğun nasıl bir baba hayal edeceğini biliyor. Olması gerekeni bilip, olmaması gereken de korktuğuna göre Adem iyi bir baba olacak demektir.

Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER