Ülfet’in kalbinin derinliklerine girmek güzeldi, orada
yalnızlığını, yaralarını gördük. Böylece Ülfet gözümüzde daha insani bir hale
büründü. Ülfet’in, içeriden gollum gibi çıktığı o gizli odasında bebek eşyaları
olabileceğini tahmin etmiştim. O oda, tüm o eşyalar, bebekler, oyuncaklarla
birlikte masal dünyası gibiydi ama “Kibritçi Kız” masalı gibi acıklı bir masal
dünyasıydı, yürek burkan bir tarafı vardı. Açıkçası ardındaki hikayeyi
öğrenince de içim acıdı. Ülfet konusunda da kararsız kaldım. Babasını yanlışlıkla öldürdüğü bebeğinin yüzüne
bakamayacak kadar duygusal bir kadın mı, yoksa onca yıllık çabasını bir kalemde
silip atabilecek kadar acımasız biri mi bilemedim.
Esma ve ailesini kendi evinde oturtarak onlardan intikam
aldığını düşünmüştü ama onların mutluluğunun, her durumda dayanışma halinde
olmasının altında ezilmeye başlıyor. Aslında mesele illa da çocuk, torun sahibi
olmak değil. Mesele gerçek bir yaşama, sağlam yol arkadaşlarına sahip olmak. Ülfet
de çocuk doğuramasa bile, sırtını dayayabileceği sıkı dostlar edinebilirdi, o apartmanda her akşam
toplaştığı komşuları olabilirdi veya bir çocuk evlat edinebilirdi. İşi,
kariyeri dışında yalnızlığını giderecek daha sahici şeylere sarılabilirdi. Bunlar
da kimi insan için yeterli olabilir elbette ama Ülfet’in içindeki boşluğu
doldurmaya yetmemiş ki kapısını örtüp maskelerini çıkardığında, mutsuzluğu ve
eksikliği her yerinden akıyor.
Öte yandan, iki dakika önce bitik haldeyken, iki dakika
sonra instagrama attığı pozlar, altına yalandan döşediği yapmacık cümleler
de, bu devir için o kadar tanıdık ki. Keşfet kısmına bakarsanız, çoğu hesabın
böyle gün aşırı, samimiyetsiz paylaşımlar yaptığını görürüz. Sorsanız belki Esma instagramın ne
olduğunu bilmez, daha geçen hafta görüntülü aramayı öğrendi neredeyse. Ve bunun
için Ülfet onu küçümseyebilir de, ama Esma mutluluğu, övgüyü sanal alemde değil
gerçek dünyada buluyor. Torunlarının bir gülüşü, oğullarının bir sıcak
sarılması, Nurgül’ün onu düşünerek yaptığı kahve, gelecek yüz binlerce
beğeniden, yalandan paylaşılan emojilerden çok daha değerli. Çünkü onlarda
gerçeğin sıcaklığı var.
Burnuma bir kıskançlık kokusu geldi sanki.
Esma’nın yüzüğünü Ülfet’in gözüne sokmaya çalışmasına çok
güldüm. Esma’nın isteme törenindeki kıyafeti de, tarzı da enfesti çok klastı.
Ülfet’in kutlama yemeğindeki kıyafeti de çok modern, çok şıktı. Ülfet Hanım
endam görsün! Çünkü kendisi parti kostümüyle “Açlık Oyunları” serisinde,
Capitol’de yaşayanlara benziyordu. Öyle uçuk, öyle marjinaldi. Şahsen ben
Esma’nın halini tercih ederim. Ama elbette gündelik halini değil.
Adem cephesi ise hayli karışık. Dilara’nın, “Evin rengi,
umudu, canı vardı. Şimdiyse soğuk, gri.” tespiti yerindeydi, Adem’e attığı
nutuk da öyle. Ama o çocuğu doğurmaya karar veriyorsa artık Adem’i hayatından
dışlayamaz, söküp atamaz. Çocuk doğacaksa, Adem’in onu görmesi, onun hayatında
olması için şartlar koşulamaz. Aslına bakarsanız, çocuk olacak diye bir araya
gelen ve çocuk sayesinde yeniden mutlu olan çift klişesine girilmeden, Adem ve
Dilara’nın kendi bireysel hayatları olan, boşanmış iki ebeveyn olması fikrini
de izlerim ben. Ama Adem’in ne yapmaya çalıştığını, neyi istediğini ben anlayamıyorum. Hem Güneş’le flört ediyor, hem de Dilara’yı hayatında hâlâ
karısı olarak tutmak için uğraşıyor. Hem pastam dursun, hem de
karnım doysun talebidir bu. Öyle olmasa boşanma kararına itiraz etmezdi ki bu
çok çelişkili bir davranış. Birinden birini seçmesi lazım.
Fragmanı izleyince, Sedef’i bulup o geceye Akif ve
Fikret getirdi sanmıştım ama öyle değilmiş. Armut piş, ağzıma düş olmuş. İnşallah
Sedef’i doğru yerde, doğru şekilde kullanmayı becerirler de ortalık biraz daha
hareketlenir. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.