Heyecan dolu bir
Diriliş akşamını daha geride
bıraktık. Çarşamba günleri artık pek çoğumuz için ‘Diriliş günü’ anlamına geliyor. Umar ve dilerim ki Diriliş dizisinin de ‘‘kendi günü, kendi
saati’’ kalıbını kullanacak biçimde uzun olsun ömrü, yolu.
Geçtiğimiz bölüm
tam Şahabettin Tuğrul idam edilecekken biten dizide bu hafta Şahabettin’in
Ertuğrul ve Alpleri tarafından kurtarıldığına şahitlik ettik. Bir ihtimal El
Aziz’in insafa gelip dayısını idamdan kurtarabileceğini sanmıştım ama ne
mümkün.. Ertuğrul Bey ve yiğit Alpleri yine nefes kesen bir aksiyon sahnesiyle
Şahabettin Tuğrul’u kurtarıp kaçırdılar. Bu haftanın olumlu tek gelişmesi bu
sayılabilirdi. Kayı Boyu bu bölüm de yurtsuzdu. Turgut Alp yine esirdi. Halime
hala sarayda ve hasta idi. Son sahneye kadar Ertuğrul Bey ve Alplerinin
aleyhine seyrettiğini düşündüğümüz olaylar örgüsü son anda Türkmen Beyi ve
yiğitlerinin lehine dönüşünce derin bir nefes aldık. Ertuğrul Bey’in Nasır ve
adamlarının eline geçtiğini görmüş olsak, saraya doğru yol aldığını ve
yargılanacağını bilsek de durumun öyle ilerlemeyeceğini hissediyoruz elbette.
Bize şer gibi görünen bu durumdan gün gibi hayır ve saadet dolu neticeler çıkacak
ve burada hep beraber sevinç naraları atacağız diye tahmin ediyorum.
Geçen hafta
ruhumun Yeşilçam kısmıyla kaleme aldığım ‘El Aziz’in Halime’ye, Leyla Sultan’ın
Ertuğrul’a vurulacağı’ tahmini bu hafta ekrandan bana el salladı. Sevindim
açıkçası. Gerçekte yaşanmadığını bildiğimiz böyle bir hadisenin ‘diziyi
seyredilebilir kılan’ ufak kurgusal dokunuşlardan biri olduğunu biliyoruz. Bu
açıdan bu durumun hikayeye bir hoşluk kattığını düşünüyorum.
Gönüller kahramanı Afşin Bey!!
Gelelim bölümün
asıl bombasına! Dönüşü muhteşem olacak diye tahmin ettiğim Afşin Bey’in
Tapınakçıların sarayından çıkacağı aklımın ucuna gelmezdi doğrusu. Evet hayırlı
bir işe imza atmak için ortadan kaybolduğunu anlamıştık ama böyle büyük bir
cesaretle içinde yüzlerce şövalyenin bulunduğu Tapınakçıların sarayına girme
ihtimalini hiç düşünmemiştim. Bu hafta nasip olmadı ama kısmetse haftaya Afşin
Bey’in Turgut Alp’le bir olup şövalyeleri alt edecekleri sahneyi seyretmek için
el ovuşturuyorum. Bu müthiş planın kurucusu, uygulayıcısı ve kısmetse haftaya
da muzafferi olarak görmeyi dilediğimiz Afşin Bey’i bu bölümün kalpten vuranı
ilan ediyorum.
Ellere,
gönüllere sağlık dileyerek seyrettiğimiz güzel bir bölümdü. Normalde dizi
bitince o atmosferden çıkmamak adına hemen yazıya oturmaya gayret ederim. Bu
hafta Diriliş’in ardından Pelin
Çift’le Gündem Ötesi isimli bir
program vardı kanalda ve hem de ilk bölümün konusu Diriliş Ertuğrul dizisi idi. Kaçıramazdım.
Programın
hayırlı olmasını dileyerek başlamak isterim sözlerime.
Pelin Çift’in
ilk bölüm konukları Diriliş dizisinin
senarist ve yapımcısı Mehmet Bozdağ ve uzman tarihçiler Prof. Dr. Feridun
Emecen ile Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil idi. Herkesin ifade etmek istediği bir
husus vardı belli ki. Mehmet Bozdağ hikayeyi ne sebeple kaleme aldığını ve
gayesini anlatmak istiyordu. Prof. Dr. Feridun Emecen Hoca tarih
okumadığımızdan, olayların çok başka bir boyuta gittiğinden yakınıyordu.
Şimşirgil Hoca da uzmanı olduğu ‘tarih’ sahasına girmiş bir dizi filmdeki
eksiklikleri kendi görüşü ve bilgisince dile getirmek niyetindeydi. Ortak bir
dil kullanılabilseydi tadından yenmeyecek lezzette bir program olabilirdi.
Fakat sayın Ahmet Şimşirgil’in eleştirileri diğer konukları pek hoşnut etmedi. Onlar
neticede programı gülüşüp anlaşarak bitirirken o esnada sosyal medyada hayretle
okuduğum pek çok yoruma şahit oldum. Program sırasında masanın üzerinde duran
hançeri yapımcıya hatırlatan oyuncular mı ararsınız, ‘‘sen kimsin Hoca?’’
ağzıyla yorum yapanları mı?
Burada 8
haftadır Diriliş yorumluyorum sevgili
okur. Çocuklarımı uyutup, misafirimi erteleyip, hevesle, arzuyla, heyecanla her
Çarşamba ekran başına oturuyorum. Reyting sonuçlarını elim yüreğimde
bekliyorum. İyi olsun, güzel olsun, birinci olsun diye dualar ediyorum. Babamın
oğlu çekmiyor diziyi. Beğenimi dillendirmek için bir ödül ya da para da
almıyorum elbette. Aslı Türkmen olan, ceddiyle gurur duyan bir insan evladı
olarak her hafta büyük bir coşkuyla diziyi seyrediyor, yorumlarken çoğu zaman o
gözle yorumluyor ve bazen de ‘‘bu da böyle olsa daha mı iyi olur acaba?’’
mealinde öneri, eleştiri tarzında cümlelerle geliyorum buraya. Hatta geçtiğimiz
haftalarda dizideki cenk sahnelerini eleştirenlere, kurgusal değişikliklere
kızanlara da ‘‘ne istiyorsunuz güzel kardeşim? Bu bir belgesel değil, hikaye’’
diyerek kendimce cevap vermiştim. İşin kurgu olduğunu unutup eleştirenlere
elbette cevap verilmeli fakat üslup mühim. Dün akşam programı seyrederken ve
yorumları okurken bir işin nasıl ‘dizi’, ‘hikaye’, ‘kurgu’, ‘eser’
tanımlarından uzaklaştırılıp başka boyutlara taşındığına üzülerek tanık oldum.
İlim tahsil ederek, dirsek çürüterek bir yerlere gelmiş bir profesörün elbette
sahasıyla alakalı bir işe dair söyleyecekleri olmalıydı. Ahmet Şimşirgil’in
görüşlerine katılırım ya da katılmam, orası ayrı. Ama ben kendisinden ne
hakaret dolu, ne küçümseyici bir eleştiri işitmedim. ‘‘İyi bir iş yapılıyor ve
bence şu konulara dikkat edilmeli. O olayın aslı şu şekildedir’’ kıvamında
yorumlarıyla programa renk kattığına tanık oldum sadece. Bakınız, eğer sahiden
‘öğrenmek’ maksadında olsanız bunu bir fırsat bilirdiniz. Mesela dizide Tapınakçılardan
çok Moğol istilası hususuna ağırlık verilmesi gerektiğinden bahsetti Ahmet
Hoca. Buna doğru ya da yanlış diyemem. Siz de diyemezsiniz. Siz derken,
oturduğu yerden ‘sen ne diyosun hoca?’ diye bağıranları kastediyorum. Çünkü
bilmiyoruz. Pek çoğumuz işin aslını bilmiyoruz. Çoğumuzun tarih bilgisi lise ya
da ortaokuldaki sınav kağıtlarımızla sınırlı. Ahmet Hoca’nın ‘bu böyle
değildir’ dediği bir olayda beni ilgilendiren kısım buna Feridun Hoca’nın ne
dediğidir. Bakalım o ne diyor? Hatta bakalım konuyla ilgili diğer kitaplar,
diğer tarihçiler ne diyor? Güzelliğin farkında mısınız? Kapı içinden kapı
açılıyor..
Keşke bilseniz..
Bu bir derya.. Bu bir fırsat, bu bir zenginlik. Ülkemde tarihimizi anlatan bir
hikayenin çekiliyor oluşu, bu konuda tarihçilerin olumlu ya da olumsuz fikir
beyan etmesi, bizlerin ihtilafa düşülen konularda fikir sahibi olmak için kitap
kapakları açmamız, kütüphaneler arşınlayıp kaynak araştırmamız… Bu ülkenin
başına gelmiş en iyi şeylerden biri bu. Niye bunu lehimize çevirip
ezberciliğimizi kendimiz bozmuyoruz ve işin aslını araştırarak, okuyarak
öğrenmiyoruz?
Ertuğrul Bey’in
babasının kim olduğunu kaçımız biliyorduk? Kaç kere Süleyman Şah mı Gündüz Alp
mi tartışmasının içinde bulduk kendimizi? Sahi Gündüz Alp ismini duymuş muyduk?
Bakın Diriliş ne güzel bir fırsat sundu bize. Ertuğrul Bey’in babasının adını
bile doğru düzgün bilmezken şimdi acaba Gündüz Alp mi yoksa Süleyman Şah mı
diye araştırmalar yapıyor, tarih bilgisine güvendiğim büyüklerimin kapısını
aşındırıyorum bilgi almak için. İşte Diriliş’in ülkeye hizmeti budur ve büyüktür.
İşin içinde ‘kurgusal dokunuşlar’ elbette olacaktır. Bakın bu kurgular nasıl
olağansa uzmanların bunları eleştirmesi de aynı şekilde normaldir. Formül çok
basit aslında. İş yapıyorsun, gerçekle ilgisi olmayan ufak dokunuşlarla
hikayeyi süslüyorsun. Bu normal mi? Evet. Peki, bir bilirkişinin ‘‘burası uygun
olmamış’’ deme hakkı var mıdır? Bırakın bilirkişiyi, seyircinin de beğenme ya
da beğenmeme yahut eleştirme hakkı saklı mıdır? O da evet. Bu ülkede ilk kez
böyle büyük bütçeli, seyirciyle dalga geçmeyen efekt ve aksiyon sahneleriyle
dolu bir iş yapılıyor. Zaman zaman ufak eleştirilerde bulunmak, fikir vermek
kişinin diziyi sevmediğini göstermez. Aksine dizinin daha iyi olmasını arzu
ettiği için o işe sahip çıktığını gösterir. Anneniz - babanız eleştirmez mi
sizi? Ben yemek yaparken en çok annemin görüşlerini önemserim misal. Çünkü
benim için işin ehli o’dur. Onun bana ‘‘bak iyi pilav yapmanın yolu şudur, sen
bu tavuğu şöyle yapıyorsun ama aslında bu şekilde yapman daha doğru olur’’
şeklindeki tavsiyeleri annemin beni ya da yemeklerimi sevmediğini göstermez.
Sadece ele güne karşı sunduğum sofra ve hizmetin daha iyi ve kusursuz olmasını
arzuladığı içindir bu tavrı. Bana ‘kendince’ doğru bildiğini öğretme çabasındandır.
Onun bu tavrına ancak saygı duyarım; mutlaka bir bildiği vardır. Yalnız kendi
annem mi peki? Arkadaşımın annesi bana bir öneride bulunsa, ona ‘‘sen ne
karışıyorsun?’’ diyebilir miyim? Ya da işin ehli bir başka büyüğüm beni eleştirse
buna ancak hayıflanırım daha iyisini yapabilseydim, diye..
Ya da iyi
yaptığım konusunda kendimden eminsem, elde ettiğim sonuçtan da hayli memnunsam kendi
bildiğimi yapmaya devam eder fakat eleştiri ve tavsiyeleri -bir gün lazım olur
diye- tebessümle alır, başımın üstüne koyar ve yoluma devam ederim.
Diriliş; eksiği,
bütünü; doğrusu, yanlışı ile bize ait, bizden olan bir iş. N’olur onu çok
seveceğiz derken ona zarar vermeyelim. Eleştirenleri düşman belleyip,
susturmaya çalışırsak, daha iyiye giden yolu kendi elimizle tıkamış olmaz mıyız?
Diğer taraftan, bu
işi ilmek ilmek dokuyarak, gece gündüz, kar-kıyamet demeden çalışarak, hem
seyirciye görsel bir şölen yaşatmak hem de ceddine saygı duruşunda bulunmak
maksadıyla hayata geçiren iyi niyetli insanları eleştirirken, yaptıkları işin
bir ‘belgesel’ olmadığını unutmamak gerektiğinin de altını çiziyorum.
Uzmanların konuya bu hassasiyet ve yapıcılıkla yaklaşması hem bu tür işler
yapmak arzusunda olanları cesaretlendirecek hem de diyalogların daha hoşgörülü
bir çerçevede gelişmesine katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum. Naçizane..
Durum budur..
Haftaya görüşmek
dileğiyle..
Emek veren
herkesin eline, gönlüne sağlık..