Zor günler, daha evvel olduğu gibi Boran ailesini bu sefer
dağıtmadı. Tabii hapse giren Fikret değil de Faruk olsaydı, Fikret Faruk’un
arkasından bu kadar toparlayıcı ve yapıcı olmazdı, “Onun ihtirasları yüzünden
bu hallere düştük.” diye söylenir dururdu, o ayrı. Ama Fikret tutuklandı, Faruk
ile Osman aileye sahip çıktı, İpek geçen hafta geçirdiği mutasyonun etkisiyle kocasının
ve ailesinin yanında dimdik durdu ve hep birlikte el ele bu sınavı verdiler. Keşke bunları yaşamalarına hiç gerek kalmasaydı.“Neden yar neden/Bilinmez acı çekmeden/Neden
can neden/Görülmez günü gelmeden”* Birbirlerini yeniden kazandılar; aile
olmanın, kardeşliğin, vefanın önemini hatırladılar. Bilmez değillerdi elbette
ama günlük koşturmacaların, insani hırsların etkisiyle bunu genellikle göz ardı
ediyorlardı. Halbuki “Neden anlamaz insan
yanındayken kıymetini?”* değil mi?
Çekilen acıların, ödenen bedellerin acısı geçince gene bu
olguları göz ardı edecekler belki, gene tartışmaları, çekişmeleri,
kıskançlıkları olacak. Çünkü insan dedikleri varlık unutmaya, nankörlüğe
yatkın. Ama günün sonunda bir araya geldiklerinde bence artık bunları daha az
önemseyecekler, gündüz yaşananların tortusunun, akşam sofrada toplandıkları
anın keyfini bozmasına, onları ayrıştırmasına müsaade etmeyecekler. “Aile en
büyük zenginliktir.” klişe ama yerinde bir söz. İlla kan bağı olmasına gerek
yok. İnsanın zor zamanında yanında olan, mutlu gününde onunla birlikte gülen
herkes ailedendir. İnsana hayata devam etme gücü verir.
Hayat bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken...
Yalnız konağın gerçekten de elden gitmesi Esma gibi benim
için de büyük bir darbe oldu. Aynı bölüm içerisinde tası tarağı toplayıp
gitmelerini hiç beklemiyordum. Esma’nın gençliğini izlediği, geçmiş ve şimdinin
kol kola olduğu sahnelerin duygusunu çok sevdim. Zaten Esma ve Garip sayesinde
konağın eski halini görmekten keyif alıyordum. Ama konağın o halini bir de
şimdiki görmüş geçirmiş Esma’nın gözünden görmenin ayrı bir lezzeti hatta
sızısı varmış. Belki de yakın zamanda, çocukluğumun en güzel zamanlarının
geçtiği anneanne evine veda etme ihtimalini yaşadığım için bu kadar etkilendim,
bilemiyorum.
Bir ömür geçiriyoruz, anılar biriktiriyoruz ve sonra o anıları
sanki belli bir yere veya belli bir nesneye hapsedip, sadece oraya aitlermiş
gibi muhafaza ediyoruz. Halbuki yaşanmışlıklar zaman veya mekandan bağımsız
olarak hep bizimle, hep “bizim” içimizde. Onlar evlerine veda ederken, kendi
güzelliklerimi hatırladım ben de. Mesela uzun yaz tatillerinde anneannemin
evinde, yanımda koca bir meyve tabağıyla merdivenlerinde oturup kitap okurken
duyduğum huzuru hissedebiliyorum. Pencerelerine dolanmış asmanın yaprağından
yapılan sarmanın veya olmasını bile bekleyemeden ekşi ekşi yediğim korukların
tadı hâlâ damağımda. Gecenin bir vakti uyandığımda, karanlıkta düşerim diye
yürüyerek inmekten korktuğum basamakları, oturarak inerken duyduğum heyecanı
hatırlayabiliyorum. O buz gibi tuvaletten çıkıp, sobanın yandığı odaya girdiğim
zaman yaşadığım rahatlama, o odada evcilik oyunu kurarken belirlediğim “evimin”
ayrıntıları halen daha hafızamda. Hafta sonunu bizimle geçirmek için her cuma
mesai çıkışında otobüse binip gelen babamı, cumartesi sabahı yatağımın
başucunda bulduğumda sevinçle tuttuğum elini de hâlâ tutabiliyorum.
Öyleyse bir eve, bir eşyaya bağlanmak, geçmişi ve mutluluğu
sadece onlara endekslemek neden? Bazen bazı şeyleri hep hatırlamamız acı verici
bir lanet olsa da, kimi zaman da o hafıza büyük bir mutluluk hazinesi
olabiliyor. Başka hiçbir aracıya ihtiyaç duymadan devreye girip mutlu
edebiliyor insanı. Anılarına, adetlerine, uğruna çok savaştığı ve hatta
çocuklarını mutsuz etmeyi bile göze aldığı, geçmişten yanında taşıdığı tüm o
köhnemiş kurallara sıkı sıkıya tutunan Esma Hanım için konağın kaybı elbette ki
çok büyük bir darbe. Ayağının altından zeminin çekilmesi gibi bir şey. Ama belleğinde
hâlâ taze olan hatıralarının yanında, ona destek olan, onu seven bir sürü insan
var, onlar yıkılmasını engelleyecek.
Şimdi inler ve cinlerle zaferini kutlayabilirsin Adem!
Peki Adem’in yanında kim kaldı? Dilara bile ondan umudunu
kesti ve gitti. Belki bebeği hiç dünyaya gelmeyecek. Bunların acısı içine
çöreklendiğinde, geçici zaferinin gururu sönmeye yüz tuttuğunda ne olacak?
Macbeth’de çok sevdiğim bir söz vardır; “Kendini
boşa harcamış olur insan, dilediğine erer de sevinç duymazsa.” O yüzden
hedefi iyi belirlemek, ona ulaşmak için etrafı yakıp yıkmaya değip
değmeyeceğini iyi tartmak gerek.
“Neden sevinir
insan zafer kazandığında?
Kazanmak neye yarar
ki kaybeden olduğunda?
Yarın çok geç
olunca pişman olmak boşuna
Savaşlar neye yarar
ki yalnız kalmaktan başka?”*
Çok keyifli, izleyicisine bir televizyon dizisinden beklemeyeceği
kadar çok şey katan güzel bir sezon geçirdi İstanbullu
Gelin. Emeği geçen herkesin eline, yüreğine sağlık. Gelmesini iple çektiğim
yeni sezonda görüşmek dileğiyle…
*Neden, Candan Erçetin