Sinema filmi duruluğunda bir bölümle, final tadında bir
sezon finaliyle kapattı sezonu İstanbullu
Gelin. Her ne kadar beni boğazımda koca bir yumru ve gözümde yaşlarla
bıraktıkları için inceden bir sitem edesim varsa da, etmeyeceğim. Çünkü her
şeyden önce sezon finali diye karakterleri olası ölüm tehlikesi altında; mesela
Süreyya’yı tehlikeli bir doğum için doğumhaneye girerken, Esma Hanım’ı
yaşadıklarının ağırlığıyla bir köşede kalp krizi geçirmiş halde veya Fikret’i
hapishanede şişlenmiş vaziyette bırakmadıkları için müteşekkirim. Zira normal
şartlarda sezon finalinin raconu böyledir, biz atalarımızdan hep böyle gördük! Yoksa
yaz boyunca, üç koca ay başka hiç işimiz yokmuş gibi ne düşünürüz, değil mi ya?
Sanki hayati tehlike içinde olmasalar yeni sezona bakmayacağız, başlarına
neler geleceğini merak etmeyeceğiz. Aksine, o huzurlu kapanışa rağmen ben şimdi
deli gibi merak ediyorum; yeni sezonda Boranlar nasıl bir düzen kuracak, nasıl
yeniden ayağa kalkacak, bu sırada kim nasıl pozisyon alacak diye.
Ama oralara gelmeden önce, en sevindiğim kısımdan başlamak
istiyorum. Çok şükür ki Süreyya kızını sağlıkla kucağına alabildi. Aylardır
hamileydi, bir sorun da gözükmüyordu ama gene sonunda bir aksilik çıkmasından,
önceki acı tecrübesinin de izleri nedeniyle ben de en az onun kadar korkuyordum.
Fragmanlar da bu korkumu körüklemişti. Neyse
ki erken ve sorunlu bir doğum olmasına rağmen, kısa sürede küçük hanım kendini
toparladı ve evine geldi. Süreyya’nın şahane bir anne olacağından, Yaz’ına(^.^)
sevgiyi, emeği, huzuru aşılayacağından, önyargıları birlikte sileceklerinden
hiç şüphem yok. Aslı Enver de hem önce çocuğu için acı çeken, hem de sonrasında
ona kavuşmanın sevincini yaşayan bir anneyi çok güzel yansıttı bize tüm o hastane serüveni boyunca.
Geçtiğin yolları yeni baştan yürümeye hazır mısın Adem?
Gelelim Adem’e… Hikayenin en büyük oyun kurucusu o elbette.
Çoğu zaman dengeleri o bozuyor, kartları yeniden o dağıtıyor. Tam da nefretine
tutunmaktan bütünüyle vazgeçmek üzereyken, annesinin ölümüyle yeniden bu oyun
kurucu rolüne bürüneceği de belliydi ama o kadar yol almışken, tam mutluluğa
varmak üzereyken yaşanan bu geri dönüşe ben de İdil Hanım kadar hayıflanıyorum.
Reyhan zaten çocukluğunu yara bere içinde bıraktığı Adem’in,
o yaraları artık sarıp yoluna devam etme azmi ve isteğini gördüğü için, kinini
ve öfkesini onun sırtına yükleyip gitti. Hayat kendisini hırpalamıştı, o da hayattan
intikamını oğlunu maşa olarak kullanarak almak istiyordu. Uzun süre de yapmıştı
bunu, neredeyse Adem’in tüm çocukluğunu ve gençliğini bu uğurda harcamıştı. Ama Adem’in
artık bu “savaşta” onu yalnız bırakacağını anladığında Adem’i cezalandırmak
için hayatına son verdi. Onca acı
çektiği zamanlarda, sevdiği adamı kaybettiğinde filan değil de, tam şu anda, tam
Adem iyileşmeye bu kadar yakınlaşmışken bunu yapmasının ona acı çektirme
isteğinden başka bir açıklaması yok. Adem’in
nefretinden ve intikamından vazgeçmesini hazmedemedi. Çünkü ondan besleniyordu
kadın, onu o kötücül hırs ayakta tutuyordu; hayat motivasyonu, çektiklerinin intikamını
birilerinden almaktı. Bu yoldaki en önemli müttefiki de aynı hırsla doldurduğu
Adem idi. Ama Adem’in artık bu konuda elini bıraktığını, vazgeçtiğini anlayınca
çekip gitti. Tabii ki bunda Adem’in suçlanacak bir tarafı yok. O doğru olanı
yapmaya çalışırken onu yanlışa çekmek için böyle acı bir adım atmak Reyhan’ın kendi
hastalıklı zihninin ürünü.
“Ölürken bile, oğlunun
yaşamasına izin vermiyor.” diye not düştü ya İdil Hanım defterine, durum
tam da bu. Fakat buna rağmen, Adem annesinin öfkesini reddi miras yapabilirdi,
yapmadı. Aksine bunu yerine getirilmesi gereken son görevmiş gibi addedip
Boranlara son darbeyi indirdi. Bu da onun insanlık kusuru... Ama ilginçtir, parçalamaya
çalıştığı ailenin daha da çok kenetlenmesini sağladı.
Yazı devam ediyor.