Nefes alıp verdikçe iyilik ve kötülük çarpışmaya devam
ediyor. Bir kenarda iyilik çiçekleri açsa, asit yüklü bir bulut solduruyor
çiçekleri. Hayat ise devam ediyor. İnsan yaşıyor, hata yapıyor, ders alıyor,
büyüyor… Sonsuz bir döngü bu. Dramayı en çok sevme nedenlerimden biri de bu
sanırım. Kötülükle iyiliğin nefes kesici çarpışması, insanın duvarlara vura
vura yoluna devam etmesi beni, gerçek hayattan koparmıyor.
Önce senarist, ardından yönetmen değişikliğiyle yoluna devam
eden İnsanlık Suçu’nda senarist değişikliğinin izlerini sonunda gördüm. Geçen
haftaya kadar babalık açmazı ve bunun beraberinde gelen aynı kadına aşık iki
kardeş çatışması üzerinden yürüyen hikaye yapılan DNA testi ile beraber
rotasını farklı bir yöne çevirdi. Hikaye nasıl ilerleyecek, bu değişiklikten
memnun olacak mıyım bilmiyorum ama senaristlerin kendi yollarını çizmesini
sevdim. DNA testinin birisi tarafından değiştirilmiş olma ihtimali aklımda bir
köşede belirmiş olsa dahi hem de.
Hülya, oğlunu kaybetme pahasına böyle bir yalanı neden
sürdürdü? Sami, neden bu kadar zaman bir adım atmadı? Cemal’in babasından
kalanlarda hak sahibi olamayacak olması onu yoksulluğun pençesinde ne yana
sürükleyecek? Tüm bunlar, cevabını aradığım sorular. Fakat en çok Hülya’nın
hikayesini merak ediyorum. Babalık hikayesinin yeniden amcalık meselesine
dönüşmesini kabullenmem için sağlam sebeplere ihtiyacım var. ‘Öyle istedik,
oldu!’ değil de olmasının sebeplerine yani. Çünkü herkes o kadar emindi ki,
demek ki bu ihtimalin oranı bir hayli yüksekti.
Hülya’ya kötü bir insan diyemem henüz. Kötü mü, çaresiz mi
bilemiyorum. Kendini yakacak kadar yalnız kalmasına üzülüyor, bu duruma
üzüleceği yerde Cemal’i getirdiği için sevinmesine kızıyorum. Kafam çok karışık
yani. Bir karaktere karşı ne hissedeceğimi bilemeyince de ona tutunamıyorum
doğrusu.
Mesela Gökhan… Gökhan’a karşı hissettiğim en büyük duygu,
acıma. Acınacak, zavallı bir karakter Gökhan. Kötülüğü dahi ona acımama engel
olmuyor. Zira böyle olmayı kendinin seçmediği açık ve net bir şekilde ortada. Gökhan’ı
bu hale getiren Sami, Emel ve Kadriye Hanım. El birliğiyle oyuncağı elinden
alınınca yaygarayı basan bir çocuk olarak yetiştirmişler Gökhan’ı. Ne zaman
hayatında olan biri ondan farklı ya da onun arzuladığının dışında bir hayat
düşlese o zaman Gökhan’ın karanlık yüzü ortaya çıkıyor. Bu zoraki evlilik Suna
için bir cehenneme dönüşecek olsa da Gökhan’ı da ferah günler beklemiyor. Çünkü
yaşayacağı hayat, yaşamak istediği hayat gibi görünse de öyle olmayacak.
Gelelim Suna ve Cemal’e… Tam Cemal’in yüzü gülecek, Suna
sahici sevgilerle sarmalanacakken geldikleri son durum üzdü beni de. Tabii
dramanın tutkunu olduğum için gizli gizli sevip, gözyaşı dökecekleri zamanları
hayal ederek heyecanlanmıyor değilim. Ama atölyede birbirlerini anladıkları,
sarıldıkları, birbirlerinin acısına ortak oldukları anı çok sevdim.
Tam o sahnede Cevher’e ne kadar kızsam da, bu evliliğin
Cemal-Cevher ilişkisinin filizlenmesine yol açacağını ve Cevher’in üzüleceğini
düşündükçe de kızgınlığım kayboluyor.
Bitirmeden Esra hakkında da birkaç şey yazmak isterim. Bebek
Asaf kaçırılmadan, onun peşinde sokak sokak gezmeden bu gizemli kadın meselesi
kapatıldığı için teşekkürler! Bir an isyan bayraklarını açacaktım, güzel
toparlandı nihayetinde.
Emeği geçen herkesin emeklerine sağlık, bakalım bu yeni yol
nerelere uzanacak? Sevdaya uzanacak mı? Birbirlerini yeni bulan Cemal ve Suna kavuşabilecek mi?