O
Hayat Benim’in bu haftaki etiketi #nişanheyecanı idi.
Bu uzun macerada konunun nişana kadar gelmesinin ne demek olduğunu hepimiz iyi
biliriz. Bunu da gördük çok şükür! Daha görecek güzel günlerimiz de var elbet. Mesela
bir zaman sıçraması yaşayıp, Bahar’ı Atahanlar Holding’in merdivenlerinden inip,
“Aneee” diye koşan yavrusuna sarılırken görmek gibi.



Neyse konuyu
dağıtmayayım. Bölümü izlediğim zaman gördüm ki, uzun zamandır beklenen bu mutlu
nişan anı için heyecanlanan sadece bizmişiz! Başrol oyuncuları, bunca olay ve
badireden sonra nişanlanıyor fakat bu özel gün için hikayede herhangi bir telaş
veya romantik an yaşanmıyor. Çok enteresan!
Örneğin nişan gecesi ben
Bahar’ın ne giyeceğini merak ederken bir de bakıyorum ki Efsun çeşit çeşit
kıyafetler giyip çıkarıyor, stil danışmanıyla! gardırobunu elden geçiriyor. Tabi
elbette ki tüm hırçınlığı ve ağzı
bozukluğuyla. Küçük çaplı bir Pretty
Woman sahnesi izliyoruz adeta. Sırf Onur kıyafetini eleştirdi diye tüm
kaygımız Efsun’un yeni imajını belirlemek oluyor! Peki ama neden? Merkezdeki
meselelerden uzaklaşıp bu kadar sabun köpüğü bir kaygıya odaklanmak şart mı? Eğer
bu kıyafet meselesine Efsun’un dışlanması penceresinden bakıp psikolojik tahlil
yapacaksanız ona sesim çıkmaz. Ama bunu yaparken de azıcık ayırılan zaman ve
öncelik açısından adaletli olmanızı isterim. Efsun gelmeden Bahar’ın nişan
yüzüğü takılamıyorsa orada da bir sıkıntı var demektir. Eğer bunun da nedeni Bahar’ın
Efsun’un avantajlı hayatı karşısındaki mağduriyeti ise yine hepimizin anlayacağı
şekilde yapın lütfen.
Dizideki oyuncuların
hikayedeki ağırlıklı ortalamalarını alsak işlemin sonucunda Efsun çıkar. Türkçeyi çirkin ve hoyrat
kullanışı yetmiyormuş gibi üstüne bir de ingilizceyi lüzumsuz derecede diline dolayınca
ve bunu da bağırış, çağırış içinde yapınca insanın canı fena sıkılıyor. Bu
nobran üsluba aşırı dozda maruz kalmaktan hiç memnun değilim. Tamam güldük,
eğlendik, sevdik ama bu duruma da bir denge şart.

Hülya Efsun atışması (ki
atışmak bence çok kibar kalır, aşağılama ve yıpratma konuşmaları diyelim) Efsun’u
sevmeyenleri rahatlatıyor sanıyor olabilirsiniz. Ama ben bu ikilinin bitmek
bilmeyen konuşmalarından zerre keyif almıyorum. Bu ezme ve karşılığında kuyruğu
dik tutma çabaları sırasındaki üslup beni hikayeden koparıyor ne yazık ki.
Özellikle bu bölümden
sonra şunu anladım ki, jenerikte akan isimleri alfabetik sırayla yazmanız daha
doğru galiba! Çünkü orada adı yazan başrol oyuncularının merkezinde olduğu olaylar
ötelenmiş, kenara itilmiş durumda bunu bilin.

Keremcem Ateş rolü için
yaratılmış sanki. Tavrı, tarzı çok iyi örtüşüyor. Ateş için yazılan diyalogları
da çok beğeniyorum. Yapıcı, çözüm odaklı, iyileştiren bir adam olan Ateş’i
Keremcem bize iyi anlatıyor. İnandığım bir karakter, güvendiğim bir adam.

Onur’a takım elbise
giydirip, Efsun’a danışman yapmanız gerçekten bana fantastik geldi! Öğretim
görevlisi, takıntılı aşık, olağan şüpheli, eski Gelincikli Onur, hala hikayede
yerini bulamamış gibi. Fakat Sezgi Mengi bu kıyafet ve saçlarla oldukça iyi
görünüyor.

Zeynep Eronat’a tek
kelimeyle bayıldım. Mücella’nın geçmişte yara alan bedeni ve ruhu ile Nuran’la
hesaplaştığı sahneler etkileyiciydi. Hastalanıp yataklara düşen Mücella’nın
kalbindeki yarayı da bu bölüm öğrendik. Şifası bol olsun.

Birgül Ulusoy yine tek
bir sahne ile gönlümü fethetti. Bu hikayede dram oynamayı ona daha çok yakıştırıyorum.
Avucundaki bezden suların damladığı sahnenin duygusu müthişti.

Yeşim Ceren Bozoğlu’nu
çok beğeniyorum ama Nuran’ı sevmem zor. İkisini biraz ayırt etmek gerekiyor.
Oyunculuk adına risk alıyor ve buna da değiyor doğrusu. Çıkarları uğruna
kızıyla ters düşen, karşı cephelerde savaşmaya başlayan bir anne olarak, bu
bölüm oldukça iddialı bir role soyundu. Kızı için “Kötü haberleri gelsin
inşallah” diyen bir anneyi oynamak herkesin harcı değil. Elbette ki kızıyla
olan çatışma noktasında bu cümle çok sert. Bir anne olarak, “keşke bunun yerine
başka bir cümle olsaydı” dedim, çünkü gerçekten içim acıdı. Yusuf Bey’in “istemeden”
ölümüne neden olan Nuran yine “istemeden” Mücella’yı kaynar suyla yakmış! Bu
kadar istemeden yapılan şeylerin yekünü biraz fazla değil mi? İsteyerek
yaptıklarına bakarsak “Yalan söylemek, adam gömmek, tehdit etmek, hayat çalmak”.
E şimdi gel de sev Nuran’ı!

Bütün gerilimi finale
bırakmak bu işin olmazsa olmazı tabi. Yusuf Bey’in ölmeden önce bıraktığı mektupla
tansiyon biraz yükseldi. Ama ben çok heyecanlanmadım onu söyleyeyim. Bırakılan
mektupta “Benim dünyalar güzeli torunum Bahar ” cümlesi benim için bir şey
ifade etmedi. Çünkü ilk bölümden beri izleyenler bilir ki “Bahar” ismini koymalarını
Yusuf Bey istemişti. “Hasret kızı olursa Bahar ismini koymak istiyordu”
demişti. Bu yüzden torununa “Bahar” diye seslenmesi normal. Zaten Nuran da adını
Bahar koymadıklarını Yusuf Bey’e izah etmişti.
Haftaya olacakları çok merak
ediyorum dersem yalan olur. Köşeye sıkışmış ve tekrara düşen bu hikayede
gerçeklerin öğrenilmesi ile yeni sayfalar açılmasını diliyorum.