Yeter’in Namık’a olan sevdası yalnız Ferhat’ın kaderini mi etkilemişti peki?
Aslı’nın da dediği gibi olayların merkezinde Ferhat vardı. O birden büyüyünce, kelebek etkisi misali şekillenmeye başlamıştı hayatlar...
Yiğit, abisi tarafından terk edilen bir çocuk olarak kalırken bir köşede, Gülsüm’ün “Abi!” deyişinde ona dönüp de bakan olmayacaktı. Üvey kardeş yalanıyla Emirhan’ların çatısı altına giren Yeter ve Gülsüm, Handan’ın sevgisizliğiyle mücade edecekti. Ve Gülsüm, öyle hatalar yapacaktı ki Abidin’in de kaderi değişecekti. Ferhat Aslan’ın gazabından korkan Abidin, onu önce sessizce sahiplenecekti. Gülsüm’ün başına gelenleri, sevgisiz bir kalbe sahip Handan’dan duyan Ferhat, aslında kardeşinin kaderini bir kez daha etkileyecekti.
Ve Ferhat hala bilmeyecekti ki; aslında yeğeni Necdet, onunla aynı kader çizgisinde dünyaya gelmişti. Onun da pislik bir biyolojik babası ve her şeye rağmen bunu görmezden gelen bir Abidin babası olacaktı. Fakat bebek Necdet şanslıydı; çünkü Gülsüm, Yeter gibi değildi. Gülsüm, sevdasına kurban olmayacaktı!
Aslı ile karşılaştığında mı yazıldı Ferhat Aslan’ın kaderi? Ferhat kırk yıllık bir kubağa değil fakat yirmi üç yıllık bir mahkum. Yeter’in Ferhat’ın neden şimdi kendisine böyle davrandığını sorgulamaya pek hakkı yok. Yeter’i ne kadar seversem seveyim, olaylara Ferhat’ın gözünden baktığımda Yeter’in yatacak yeri yok. Ferhat’ın canavara dönüşmesindeki umutlarını yıkan bizzat kendisi çünkü. Kimi suçlayabilir Ferhat annesinden başka? Haklı. Hepimizin çenesini kapatacak kadar haklı. Ve hala eksik biliyor, bir sırrın gölgesinde yaşıyor. Babasının canını alanın, öz babası olduğunu bilmiyor. Ben de Yeter’in ya da Namık’ın yerinde olsaydım bilmesini istemezdim. Çünkü o gün, Ferhat, kaderine boşu boşuna razı geldiğini anlayacak. Ve Ferhat işte o gün minnet borcuna aldığı canlar aklına geldiğinde karanlıkta yok olacak.
Ya da yok olurdu; karşısına Aslı çıkmasaydı eğer...

Kahpe kader...
Ferhat günden güne değişmeye başladı Aslı ile beraber. Bu, karanlık bir mağaradan yavaşça başını çıkarmaya çabalaması gibi ürkekçeydi başlarda. Değiştiğini fark ettikçe ya da artık eskisi gibi olmadığı gözüne gözüne sokuldukça yeniden mağarasına sığındı. Aslı’nın da dediği gibi orada kuvvetliydi Ferhat. Karanlıkta kimse onun çirkin olduğunu görmüyordu belki. Gün ışığı gözlerini kamaştırırken, o aydınlığı hak etmediğini düşünüyordu çünkü. Hala içinde bir yerlerde tuttuğu o küçük çocuk, can almanın en büyük günah olduğunu, kendisinin kötü olduğunu, cehenneme gideceğini unutmuyordu. Karanlık onun kaderiydi. O mağaradan çıkmak haddi değildi. Kaderine razı gelmişti; annesinin söylediği gibi.
Ve fakat aydınlık öyle çekiciydi ki, Ferhat kendine has küçük adımlar atıyordu dışarıya doğru. Bunları kimse görmüyor ya da Aslı göremiyordu belki de. Aslı’ya zarar vermeyen ya da zarar veremeyen Ferhat’ı bir tek onu bugünlere hazırlayan Namık Emirhan tanıyordu. Ferhat arafta sıkıştığında, Aslı da kendi penceresinden, katiliyle evlenmiş bir kadın olarak bakıyordu Ferhat’a. Onun çirkin olduğunu, bir bataklık olduğunu, herkesi kendi karanlığına çektiğini ve birini severken bile öldürebileceğini olduğunu söylüyordu.
Bunlar, Ferhat’ın Aslı söyledi diye inandığı değil; Aslı, kalbindeki küçük çocuğun cümlelerini tasdiklediği için daha çok inandığı cümlelerdi aslında.
Sonra Aslı, küçük Ferhat’ın hikayesini öğrendi. Mağaraya zorla tıkıldığını, bunu kendisinin seçmediğini, aslında aydınlığa ne kadar muhtaç olduğunu anladı. Aslı, gözlerinden okudu Ferhat’ı. Ferhat da Aslı’yı gözleriyle sevdi. Öyle uzun uzun bakışmadılar hiç ama tek bir göz göze gelme anında aslında ikisi de çoktan birbirine çekildiklerini biliyorlardı.
Aslı ile beraber olduğunda mı yazıldı Ferhat Aslan’ın kaderi? Günün birinde, Aslı ve Ferhat, mağaranın hemen dibinde sarıldılar birbirlerine. Aslı nasıl ki o karanlık mağaraya asla giremezse, Ferhat’ın da dışarıya birden çıkamayacağı muhakkaktı. Müebbet sandığın yirmi üç senelik mahkumiyeti hiçbir şey bir anda bitiremezdi. Buna sevgi de yetmezdi. Çünkü zamanında annesinden ışık dilenmiş ve reddedilince de karanlıkta kaybolmuş bir çocuk artık aydınlıktan korkardı.
Ferhat karanlık mağaraya geri dönse aslında her şey başlamadan bitebilirdi. Fakat aydınlıktan korksa da bir çocuk, elinde değil merak eder ve minik minik adımlarla da olsa o beyaz hüzmenin peşini bırakamazdı. Nitekim bırakamadı da. Ne aydınlığa ait olabildi; ne karanlıktan kopabildi. Ferhat bir adım aydınlığa iki adım karanlığa, bir adım Aslı’ya iki adım geriye, bir adım dışarıya bir adım içeriye, bir adım beyaz iki adım siyaha gide gide kördüğüm oldular.
“Ben karanlığım, ben bataklığım, ben çirkinim -çünkü- sen dedin...”
Ferhat’ın bu hayattaki en büyük yanlışlarından birisi asla unutmaması. En başından beri Yeter’e ve Namık’a da tekrarlıyor hep hatırladığını. Ve işte, Aslı’nın dediklerini de hep hatırlıyor; sevdiklerinin avaz avaz bağırdığı ne varsa, mağaranın duvarlarına çarpa çarpa sürekli Ferhat’a ulaştığı için. Karanlık bir boşlukta yankılanan acı gerçeklerle Ferhat hep baş başa kaldığı için unutmuyor. Yaşanan her ne varsa, bir pranga misali o mağaradan kopmasını engelliyor. Ve ilk kez şunu istediğimi fark ettim; küçük Ferhat, bir gün, şimdiki Ferhat’ın karşısına geçsin!