Dizimiz dün akşam beşinci bölümüyle TRT 1
ekranlarındaydı efendim. Hani bazı şeyler için ‘gümbür gümbür geliyor’ tabiri
kullanılır ya.. İşte o tabiri her hafta sonuna kadar hak eden bir yapım
Diriliş Ertuğrul. Pek çok iddialı dizi gelip
geçti şuncacık ömrümüzden. Fakat milyonlarca insanın kalbi güm güm atarak
beklediği nadir iş gördük. Bunu söylemek için erken mi? Bence hayır. Beşinci
bölümü geride bırakmış fakat seyircideki tesiri hala ilk günkü tazeliğini koruyan
bir yapım için erken konuşmuş sayılmam diye tahmin ediyorum. Oyunculuklar ve reji
böyle pırıl pırıl gider, senaryo da kalbi feth etmeye devam ederse aylar sonra bu
başarının tesadüf olmadığını hep beraber görmüş olacağız. Tarihi bir gerçekliği
-kurgulayarak da olsa- anlatmak, elini çok ağır bir taşın altına koymak
demektir bir anlamda. Şu ana kadar bu işi hakkıyla kotardığını düşündüğüm bütün
ekibi yürekten kutlarım. Özellikle dizinin sosyal medya ekibinin müthiş
özverili ve çalışkan oldukları görüşündeyim. Dizinin sosyal medyadaki
başarısının mimarı bu görünmez kahramanları da hassaten tebrik ederim.
Beklenen Kahraman: Gündoğdu
Gelelim dün akşama..
Ters köşelere bayılırım. Bizi dizinin ilk bölümünde
Gündoğdu’nun hasedinde boğulacağına inandırıp beşinci bölümde onu Kurdoğlu’nun
karşısına diken kalemlere selam olsun! Beyine, toyuna, bayrağına ihanet içinde
olan alçak Kurdoğlu’nun ağzının payını vermek bakalım Süleyman Şah’a mı, Hayme
Ana’ya mı yoksa Ertuğrul Bey’e mi nasip olacak diye düşünürken gökten başımıza
Gündoğdu düştü.
Âlâ.. Ziyadesiyle
memnun olduk.
Söze ‘‘emmi’’ hitabıyla başlayıp ‘‘bu obanın bir
muhafızı olmalı ki it, köpek kuyruğunu sallayarak dolaşmasın’’ cümlesiyle devam
etti. Hem de elini Kurdoğlu’nun omzuna atarak. Nasipli bir bey imiş Gündoğdu.
Onca fitne ve ihanetin müsebbibi Kurdoğlu’nun haddini bildirmek ona kısmet
oldu. Gündoğdu’nun bu çıkışı üzerine Kurdoğlu altta kalmadı elbette. Onu şüphelerinde
haklı çıkarmak için kendisine bu bilgiyi verenin Selcan Hatun olduğunu işaret
edercesine konuşup Gündoğdu’yu çadırına koşturdu. Fakat Selcan Hatun yapar
mıydı böyle bir şey? Kendisi pür ü pak bir bey hatunu, sütten çıkmış bir ak
kaşık idi ve tabii gebe idi bir de. Evet evet gebeydi ve hadiseyi hemen bu
hususa çekmeliydi. Gündoğdu’ya bir er verecekti Selcan Hatun, daha ne olsundu?
Zavallı Gündoğdu Bey. Sana er verecek mi bilmem ama bir gece zehir içirip seni
öldürmesinden korkarım gayrı Selcan Hatun’un.
Geçen haftaki yazımda her hafta bir ‘’kalpten vuran’’
seçeceğim demiştim. Yazının başlığından ve şu ana kadar yazdıklarımdan bu haftanın
‘kalpten vuranı’ nın Gündoğdu Bey olduğunu anlamışsınızdır muhtemelen. Kaan
Taşaner’i beğendiğimi sıklıkla ifade ediyorum, bu hafta bu fikrimin oldukça
isabetli olduğuna kanaat getirdim. Ertuğrul Bey’in bir milletin dirilişine
vesile olması üzerine kurulan hikayede onun yollarda olduğu ve nispeten daha az
göründüğü bu bölümde hem obanın beyliğini hem de hikayenin ipini
kahramanca göğüsledi Gündoğdu; dolayısıyla Kaan Taşaner.. Ve ben kendisini
fitne ve hırs peşine değil de obanın derdine düşmüş yürekli bir Türkmen Beyi olarak
seyretmekten son derece keyif aldım. Deli Demir'in dediği gibi ''Aslı kurt olanın nesli kurt olur'' imiş. Umarım aksi bir ters köşeyle yerle yeksan
olmam.
Yollar uzak, yollar tuzak..
Gündoğdu Bey, obadaki hainlerle, vebalı hayvanlarla,
karısı Selcan’ın fitne dolu oyunlarıyla uğraşadursun Ertuğrul Bey’imiz de
sevdiceğini ve onun ailesini ziyansız biçimde yerlerine teslim etmenin
uğraşında. Bunu yaparken elbette gülistandan geçmiyor yolları. O da atını arkasında
bin türlü tuzak ve hile ile sürüyor. Bazen oyun içinde kurulan oyunlardan başım
dönüyor benim. Kim kime ne yapmıştı aklımda tutamıyorum. Bunca fesatlığı
seyretmek bile zaten karmakarışık olan zihnimi iyice allak bullak ederken o
devirde yaşayanları düşünemiyorum. Herhalde ben o dönemde yaşasam elimde bir
divit bir kalem ile dolaşırdım hainlikleri not edeyim diye. Allah dağına göre
kar verir dedikleri buysa demek.. Neyse, beni geçip yolculuğa gelelim. Ertuğrul
Bey ve Alplerinin peşindeki adamları ‘kardeş kanı akıtmadan’ etkisiz hale
getirdikleri dövüş sahnesi nefes kesen türdendi. Bir kere belirtmeliyim ki o ‘‘kardeş
kanı akıtmama’’ selamı muazzamdı. Ertuğrul Bey’in o kurgulanmış dünyadan çıkıp
aramızda olmasını hayal ettiğim anlardan biriydi. Arkasında etkisiz ve yarı
baygın bıraktığı Kayı Alplerinin alçak bir işbirliği neticesinde öldürülüp
suçun da kendisine atılacağını aklına getirmedi elbette Ertuğrul. Kalbinde
Halime Hatun sevdası, aklında boyunu yeni yurduna ulaştırmanın gailesi ve geride
hasta yatağında bıraktığı babası, beysiz obası.. Bütün bu hal ve sıkıntıların
içinde Ertuğrul Bey’in kendisine kurulabilecek bu alçak tuzağı hesap etmemesi
olağandı.
Biliyorum kurtarırsın beni sen; ışığım, deniz fenerim..
Halime Hatun’a her baktığında gözbebeklerine kadar
aşk ile parlayan Ertuğrul Bey nihayet açıldı sevdiği kıza. ‘‘Gitme Halime!
Evlatlarımın anası, kalbimin sultanı ol’’ dedi. Fakat ağzından her çıkanı bir
kenara not etmek durumunda hissettiğim Halime Hatun inci gibi o sözlerle yine
yaptı yapacağını:
-Yapamam Ertuğrul Bey. Doğduğum sarayın bile sultanı
olamamışken, senin kalbinin sultanı olamam.
Böyle açık biçimde izahat verilmesi olayını
seviyorum ben. Sevdiğine, sevdiğini ve niyetini uzatmadan, ezip büzmeden,
bekletmeden ve tüm samimiyetiyle ortaya dökenler nihayetinde hep kazananlar
oluyor kanımca. Bir kuru ‘‘gel’’ kelamı için ömür tüketenler ise birbirlerinin
hatırasına saygı duymaktan öteye geçemiyorlar muhtemelen. Neyse, konu yine
dağıldı. Halime hem mecazda hem sahiden kalbine bir ok yedi. Biri Ertuğrul’un,
biri Titus’un oku. Ertuğrul’un okuyla yaralanmak bir saadet sebebi olabilir ama
bakalım Titus’un attığı ok Halime’nin kararına tesir edecek kuvvette mi?
Bastığınız yerde ebedî hasat/sonsuzluk kervanı istemem âzat
Bu bölüm yine tüyleri diken diken eden nefis İbnü’l-Arabî
sahneleri seyrettik. Üstad-ı Âzam ile sahaftaki diyalog sahnesi.. Ardından
zikir sahnesi… Hepsi şahane idi. Fakat bir sahnede öyle bir söz vardı ki, gece
boyu zihnimde yankılandı durdu:
Halep Atabeyi Şahabettin’in Şeyh İbnü’l Arabî’den
himmet istediği sahnede işittik ki bir er derse ‘‘baba himmet’’, ona denirmiş
ki ‘‘oğul hizmet’’. Kutlu vazifelerinde gönlü ve zihni yorgun düşen tüm gönül
insanlarına atfedelim bu sözü yüksek müsaadenizle.
Birkaç da küçük not iletmek isterim. Dizinin
renklerine tek kelimeyle bayılıyorum. Özellikle Ertuğrul ve Alpleri çoğunlukla
o dönemden alınıp buradaki sahnelere iliştirilmiş gibi sahici görünüyorlar.
Fakat bu hafta bazı sahnelerde makyajlarının abartılı göründüğünü gözlemledim. Ton
ya da miktarı her neyse birkaç tık düşürülse tam yerinde olacak gibiydi.
Nitekim diğer sahnelere geçildiğinde o sorun yok olmuştu. Bir de İbnü’l Arabî’yi
konuşan sesi niye bilmiyorum bir türlü uyumlu görmüyorum o karakterle. Bunun
tanımlayamadığım bir ismi var mı teknik olarak ya da bu kişisel bir zevk meselesi
mi bilmiyorum ama durum böyle. Onun dışında bize her hafta yüksek kalitede
bir sinema filmi izleme lezzeti yaşatan ekibe emekleri için yürekten teşekkür
ederim sade.. Nefis bir bölümdü.
Yolunuz açık, şansınız daim olsun.
Haftaya görüşmek dileğiyle..