Çocuk
yetiştirirken uzmanlardan en çok duyduğumuz cümle şudur; “Çocuklarınızla
kaliteli zaman geçirin.” Demek istiyorlar ki, geçirdiğimiz sürenin uzunluğu
değil içeriği önemlidir. Aslında bu cümleyi vakit ayırdığımız her şey için
kullanabiliriz. 2,5 saat boyunca zaman ayırıp izlediğimiz diziler de buna
dahil.İlgiyle
ve sevgiyle izlediğim dizilerle geçirdiğim süre boyunca bir sürü duygu yaşarım.
Ve hikayenin benim hayal ettiğim gibi gerçekleşmesi gibi bir beklentim olmaz.
Aksine şaşırtıcı ve tahmin edilmedikleri sürece daha da hoş gözükürler gözüme.

O Hayat Benim’i
başından beri ilgiyle izliyorum. Aramızda enteresan ve güzel bir bağ oluştu. Bu
yüzden hikayeye sahip de çıkan bir yanım var. Yazılarımı okuyanlar bunu
bilirler. “Keşke
şöyle yazılsa” ya da “çekilse” demeyi çok uygun bulmam. Bir izleyiciden öteye
geçmemeye, bilmediğim teknik konular hakkında (ki buna senaryo da dahil) ahkam
kesmemeye özen gösteririm. Çünkü müthiş özveriyle çalışan ve emek veren
insanlara haksızlık etmekten çekinirim. Fakat gel gelelim bir süredir O Hayat Benim’i izlerken birkaç noktaya
takıldığımı farkettim. Takıldığım bu noktaları diziye olan sevgimden dolayı
olsa gerek birazcık da içerleyerek izledim. Belki de bazı şeyler birikti ve
“şans verilmiş” detaylar miadını doldurdu, bilemiyorum. Kendimi tahlil etmekten
vazgeçip O Hayat Benim’e dönmek
gerekirse eğer, bu hafta birazcık olumsuz eleştireceğim, onu şimdiden
söyleyeyim.
Hikayenin
omurgasını oluşturan “çalınmış hayat” fikrini çok sağlam buluyorum. Bahar’ın
gerçeği bir an önce öğrenmesi konusunda hiç de sabırsız değilim. Bahar ile Ateş’in
aşklarının yolunda gitmesi her zaman benim için daha öncelikli. Çünkü Atahanlar’dan
uzak, beraber kuracakları bir dünya, ikisi için de daha hayırlı. Fakat Bahar’ı yaşadığı o kadar olaya
rağmen hala ve ne yazık ki gereğinden fazla saf, etkisiz, yetersiz izlemek
hoşuma gitmiyor. Evet iyi yürekli bir kız. Çevresine zarar vermeyecek
temizlikte bir kalbi var. Ama ana karakterin, atlattığı badirelerden bir türlü
ders çıkarmaması başrole biraz haksızlık olmuyor mu? Bu bölümde Efsun’un
Nuran’ı konaktan kovmasına Bahar, “Efsun böyle bir şey yapmaz” dediğinde kulaklarıma
inanamadım. Bahar beraber büyüdüğü ve bir yığın tatsız olay yaşadığı insan için böyle bir yorum yaptığında benim o karaktere olan inancım azalıyor.
Artık kızdığım kişi Bahar değil, ona o cümleyi yazan kişi oluyor. Bunun
arkasından mutlaka yine Bahar’ın bir sınava tabi tutulacağını ve buna zemin
hazırlandığını düşünüyorum. Hikayenin dokusuna zarar veren hamleler bunlar.
Bence şu ana kadar Bahar için yazılmış en
güzel cümleler 19. Bölümde Efsun’a söyledikleri idi. “İyiliği de, kötülüğü de
senin kadar iyi biliyorum. Sadece kötü tarafta olmayı tercih etmiyorum o kadar.
İkimizi ayıran şey bu”. Bahar’ın yine bu tür cümleler kurması en büyük arzum.

Bir de hatırlatmak isterim ki, Ezgi
Asaroğlu ve Keremcem bu dizinin başrol oyuncularıdır. Bu bilgi de burada dursa
iyi olur.
Ayrıca Ateş ve Bahar’ın o masum aşkına “bir
tutam” tutku koymuyorsunuz ya, bazen ona da çok içerliyorum. Biri birine bu
kadar yakışan bir çift için şöyle birkaç sahne çekseniz de azıcık başımız
dönse. Liseli aşıklardan öteye gidemeyen bir ikili izliyoruz ne yazık ki. İkisi
de fiziksel olarak çok güzeller. Hep söylüyorum birbirine en güzel sarılan ve
en güzel öpüşen çift.
Bahar
ve Ateş’in aşklarını sınamaya doymayan bir hikaye var. Bu nedenle diziye dahil
edilen ama sonra da iyi kullanılamayan karakterlerden söz konusu. Bunlardan biri
de Onur. Nedense Onur’un hikayedeki koordinatları bir türlü tutturulamadı.
Onunla ne yapacaklarına tam olarak karar veremediler. Arkadaş, dost, aşık, psikopat vs., Diziden çıktığını düşündüğüm ya da diziye niye girdiğini anlamadığım
zamanlar çok oldu. 38. Bölüm fragmanında Efsun’la bir işbirliğine giriyor.
Bakalım oradan neler çıkacak.

Üç bölüm önce diziye giren Sinem karakteri
bu bölüm hızla ve hastalıklı bir şekilde Ateş’e aşık oldu. Ateş’e dokunuşları
ve hediye olarak aldığı parfüm ile ilgili sarfettiği cümleleri ne yazık ki
gülünç buldum. Üç bölümdür kocasının
kendisini dövdüğünü söyleyip, morluklarını gösteren bir kadının “Aaaa ben size
söylemeyi unuttum, Emre tedavi gördü, şiddet eğilimli biridir” demesine ne
demeli? Gerçekten bu cümlenin yerine koyabilecek daha iyi bir cümleniz yok
muydu? Kaçırılma sahnesi Emre tedavülden kalksın, Sinem de Ateş’e yaklaşsın
diye çekildiyse, biraz zahmetli bir yol seçmişsiniz.

Hikayeye
müthiş giriş yapan bir adam vardı ki o da İsmail. Akıllıca hamlelerle olayların
seyrini gelir gelmez değiştirdi. Cem Kılıç’a bu rolü çok yakıştırmıştım. Fakat
o da ne, üçüncü haftanın sonunda, pilotların yolculara anons yaptığı ses
tonuyla konuşan, Efsun’a aşık bir adam oldu. Aşık mı, deli mi, şaka mı yapıyor,
ciddi mi belli değil. Cem Kılıç kumaşı güzel bir adam. İsmail de bu hikayeye
çok lazım. Kıymetini bilelim ve şu aşık hallerine bir sahicilik katalım derim.
Ayrıca mesleğini icra etmesi benim için Efsun ile yaşadığı aşktan daha mühim.
Çünkü bize adalet lazım adalet. Bir ara “Aşk sevdiğinin
mazisini ele geçirmektir” lafını birileri bana izah ederse sevinirim.

Birgül Ulusoy’un zaman zaman oynadığı bazı
sahneler var ki, oyunculuğu konusunda çok güzel ipuçları veriyor. Işıldıyor.
Ama bazı sahnelerde ise tam tersine eğlenceli ve keyifli olmanın ötesine geçip
karikatürize oluyor. Bu bölümde, her tarafları tutulmuş halde temizlikten
döndükleri o yokuştan çıkma sahnesini izlerseniz, ne demek istediğimi
anlayacaksınız. Ayrıca bu ilk kez de olmuyor. Söylediğim bu ve buna benzer
detaylar beni hikayeden koparıyor ne yazık ki.

Güleser’in ve Refika’nın hikaye içindeki gerekliliği
tartışılır. Refika Hanım kaç bölümdür neredeyse doğru düzgün cümle kurmuyor. Güleser ise sofra kurup, çay
getiriyor. Nerede nasıl kullanılacağı bilinmeyen bu roller dekor gibi kaldılar. Elbette ki her karakterin, hikayenin akışını, rengini değiştirmesi
beklenemez ama varlıklarını da birkaç cümle ile desteklemek lazım. Temizliğe
Güleser’i gönder mesela. Bilelim ki bu kadın yaşadığı aileye destek olmaya
gönüllü bir kadın. Yeri gelmişken, temizliğe gittikleri evin hanımının sahneye
dahil oluşu, üslübu çok klişe ve özensiz olmuş. İki dakika görünen bir rol
inanın insanın bütün tadını kaçırıyor.

Müge ve Arda da Atahanlar konağında yaşamalarına
rağmen entrikalardan travmalardan nasıl etkilendiklerini bir türlü
göremediğimiz çocuklar. Kahvaltı masasında sandalye işgal etmekten öteye yavaş yavaş geçiyorlar sanki.. Hadi hayırlısı.
Efsun’a yazılan fazla
sahnelere lafım yok ama az ve kısa cümleler kurması en büyük dileğim. Tarzı
nedeniyle ne yazık ki konuşma şekli bu,
ama inanın bu kadar çok sahnesi olan bir karakteri bu kadar boş konuşurken
dinlemekten yoruldum.
O
Hayat Benim ile geçireceğim zamanın kaliteli olacağı
konusunda inancım tam. Herkese kolaylıklar dilerim.