Öncelikle bu yazıya nasıl
başlayacağımı bilmiyorum. Konuyu nereden açsam, nereye bağlasam? İnanın bul-duramıyorum. Bu bölüm benim için zor ve yorucuydu. 2014 yılı da zor bir yıl
oldu. 2014’ü acı, tatlı yorgunluklarla uğurladık. Yeni umutlarla bezenmiş,
hayatımıza tertemiz sayfa açacağımız iyi bir yıl olsun 2015. Güllerin Savaşı’nın
birinci bölümünden itibaren sizlerle hiç bu kadar uzak kalmamıştım. Fark etmesem bile her Cumartesi akşamı sizlerle buluşup, her Pazar günü yorumlarımı sizlerin huzuruna sunmaya çok alışmışım. İtiraf etmem gerekirse yaklaşık beş aydan beri ilk defa bir Cumartesi gecem boştu. Biyolojik saatim bile Cumartesi gecelerini uykusuz geçirmeye alışmış. Hafta
başında diziyi buram buram özlediğimi fark ettim. İçimi inanılmaz bir derecede
yazma isteği kemirdi. Ranini.tv bünyesine katılmadan önce yazı yazma ile
uzaktan yakından alakam yoktu. Yazsam bile sadece mesleki makale veya yazılarla
boğuşuyordum. Onun haricinde kendimde bu yetiyi göremiyordum (laf aramızda,
ortaokuldaki kompozisyon öğretmenim yazılarımı okusa şaşkınlıktan
ağlardı!). Bu açıdan sitemizin kurucusu, sahibi, sevgili patronum Ranini
Hanım’a her zaman teşekkürü bir borç biliyorum.
Şimdi isterseniz bu akşamki bölüm yorumuma geçelim mi?
Ölüm hiç beklemediğimiz anda sinsice yanımıza yaklaşır.
En iflah olmazı-mızı bile kendine getirir.
Geçtiğimiz yılın son Güllerin Savaşı’nda; Gülfem ile Cahide Hanım’ın planı ve bu plan
sonrasında Salih Efendi’nin olanlara daha fazla dayanamayıp fenalaşması ile
bölüm bitirilmişti. Yazımın sonunda hatırlayacaksınız ki “Salih Efendi’nin ölüp
ölmediğini bilmiyoruz. Benim hissettiğim Salih Efendi’nin ölmesi. Eğer gelecek
bölümde Salih Efendi ölmüşse Gülru artık toparlayamaz ve Ömer’le ayrılır.”
demiştim. Gülru’nun gözü tamamen kararacak. Gülru’yu tutan tek şey babası Salih
Efendi idi. Bundan sonra tamamen "kaybetmenin" hırsı ve intikamı ile yanıp
tutuşan bir Gülru göreceksiniz. Artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştır ve
inanınki Güllerin Savaşı’nda
Gülru’nun devri başlayacak. Acılarıyla güçlenmeyi öğrenecek. Bu da onun ne
kadar çok tehlikeye açık kaldığının göstergesi olacak. Ömer ise papatya gibi kırılgan bulduğu bu kızın gözlerindeki kin ve ateşi görecek.
Dokunduğun toprağın kokusu nefesimi kesiyor..
Güllerin Savaşı’nın hikâyesi
her bir ölümle level atladı ve atlamaya devam ediyor. Her ölüm, hikâyenin biraz
daha açılıp evrilmesine sebep oldu. İlk Enver Sipahi’nin ölümü ile başladı. Bu
ölüm başlangıç noktasıydı. Gülfem ile Gülru’nun karşılaşmasını ve birbirinden
farklı karakterdeki kadınların çatışmasını izlemeye koyulduk. Savaş’ın ikinci
level’ına Mert’in babası, yani Recep Efendi’nin ölümüyle adım attık. Burada
arzular ve konumlar değişmeye başladı. Ne Gülru eski saflığını koruyabildi, ne
de Gülfem düşmanı hafife almamayı öğrendi. Üçüncü level ise Salih Efendi’nin
ölümüyle başladı. Dizide ölecek başka bir baba kaldı mı? Bilmiyorum (Şevket
hariç!) ama en etkili ölüm ve dizinin dönüm noktası Salih Efendi’den sonraki bölümler olacak. İşte bunu iyi biliyorum. Artık Gülru tüm kalıplarının dışına çıkacak.
Gülfem yenilginin hırsıyla oradan oraya savrulacak. Evet, hiçbir şey eskisi
gibi olmayacak. Bir ölüme alışılmadığı gibi, yeni düzene alışmak da zor olacak.
Her ölüm bu nedenle zordur. Geride kalanlar için kuyruğu dik tutmak oldukça zordur.
Zırhlarını kuşanman gerekir. Çünkü hayata karşı, babanın ölümüyle, 1 – 0
yenik düşersin. Her daim yenilgin gözüne batar. Yalnız ve çaresiz olduğunu
hissedersin. Arkanda – gölgesi bile olsa –duran desteğin yıkılmıştır.

"Burak, Pelin, Doğan ve Dilara.. Hepiniz kovuldunuz!"
"Gülfem Sipahi, Savaşı cephede değil masada kazanır!"
Savaş daha yeni başlıyor!
Salih Efendi’nin ölümüne kim
sebep oldu? İlk önce bu soruyu kavramamız gerekiyor galiba. Şimdi sizinle hep
birlikte bu soruyu düşünelim. Salih Efendi ile en son tartışan Ömer mi? Salih
Efendi’nin son öfkesine sebep olan Çiçek ile Taner mi? Dış gebelik raporunun
sahibi Yonca mı? Türlü sahtekârlıklarla Mesude’nin üzülmesine neden olan Yener
mi? Her şeyi bir hırs uğruna, soluk almadan, yetiştiren Halide Hanım mı?
Gülru’yu, Ömer’den ayırmak için hain planlarına Salih Efendi’yi alet eden
Gülfem ve Cahide mi? Yoksa tüm hayatını ailesi ve namusu için idam ettiren
kendisi mi? Eğer bir ölüm varsa biraz önce sorduğum soruların hepsi bir ölüme
neden olabilir. Bir tanesi bile travmaya yol açacakken, ölüme neden sebep
olmasın?
Biraz papatya, biraz rezene biraz da anti-depresanla bebek düşüyor mu şimdi?
Gülfem yılların öcünü bu sahnede aldı.
Bu üç resimden anlamadığım şey; Gülru'nun rüyasında gördüğü sahnelerin fotoğrafları Ömer'in telefonunda ne işi var? Ömer paralel evrene mi ışınlandı? Senaryo grubu dizi içerisindeki bu tür detaylara dikkat ederse sevinirim. İzleyici olarak algı karmaşası yaşıyorum.
Çelik ailesinin kalanlarında
ölüm acısı yaşanırken, dizimizin diğer kahramanları yaşamlarına devam ediyor.
Hayat ne tuhaf değil mi? Kaldığı yerden devam ediyor işte. Gülfem, Duygu’yu
görmek istemediğini söyleyince Halide işe yaramak pahasına, deyim yerinde ise, “kocakarı”
çayı ile bu soruna kökünden çözüm bulduğunu düşündü. Bu defa Halide sert kayaya
çarptı. Evet, Gülfem Duygu ve bebeğini istemiyordu. Duygu’nun karnında bir
bebeğin bile olduğuna şüpheliydi. Doğrusu ben de yalan söylediğini zannetmiştim.
Dizi içinde o kadar çok yalan ve oyun var ki, yalancı çoban misali tilkinin
geldiğine inanmak istemedim. Ta ki Duygu’nun bacaklarından akan kanı görünceye
kadar! Duygu’nun bebeğini kaybetmek istememe çabası ve üzüntüsü beni etkiledi.
O kadar etkiledi ki Cihan’ı zorla bu ilişkiye dâhil etmesini bile unutturdu.
Ayşe Oral’ı (Duygu) oyunu ile beni inandırdığı için tebrik ederim. Bebeğini
kaybeden kadın profilini gözümde canlandırmamı sağladı. Yine tekrarlıyorum;
Duygu’nun Cihan’a olan yaklaşımını kesinlikle kabul etmiyorum, fakat hastane
sahnesindeki “çaresiz kadın” performansı beni etkiledi. Tekrardan Halide’ye
dönecek olursam kendi sonunu çok güzel hazırladı. Yine daha önceki yazılarımda
dediğim gibi, önümüzdeki bölümlerde Halide’nin, Gülfem’e neden bu kadar bağlı
olduğunu öğreneceğiz. Bir insan yalnızca koşulsuz sevdiği birine bu kadar bağlı
olur.
Bundan sonra Gülru Çelik'in değil Sipahi'nin yapacaklarından korkun!
İki kişinin bildiği sır
değildir. Üç kişinin bildiği ise hiç sır değildir. Eğer üçüncü kişi toprağın
altına gittiyse, bu bilgi sır olmaktan çıkmıştır. Ve vicdan denen o şey seni
esir almışsa, saklamaya çalıştığın şeyi tüm dünya öğrenecektir. Yirmi beşinci
bölümün başlığında “Planlar oyunu bozar mı?” demiştim. Evet, öyle bir bozar ki
domino taşı gibi sırasıyla devrilir. Cahide’nin planı kusursuz ilerledi. Her şey
istediği gibi gitti, fakat Salih Efendi’nin hassas yüreğini unuttu. İnsan
olduğunu unuttu. Paranın kirlettiği aklıyla o temiz onuru unuttu. Onur
unutulunca kalp de hasar gördü ve daha fazla dayanamadı. Salih Efendi o
toprağın altına girdiyse sorumlusu Cahide Hekimoğlu’dur. Şimdi içinde kalan en
ufak vicdan kırıntısıyla cebelleşip dursun.
Mortis