"Âşık
mısın?" sorusuna yanıt veremedi Ferhat, nasıl versin? Evet diyemez, daha
kendine bile itiraf etmedi, bununla yüzleşmedi, bir karara varmadı. Hayır
diyemez, böyle anlarda hayır demek, evet diye bağırmaktan daha etkilidir çünkü.
Sorunun sorulduğu noktada bile duramadı Ferhat, uzaklaştı, sırtını döndü… Ve
konuyu değiştirdi. Konu tekrar açıldığında da kapanmamış bir hesabı olduğunu
söyledi. Sahi ya, gazetecilere söylediklerinin hesabını da soracaktı Aslı'ya.
Doğum meselesini de kurcalayamadı. Ebru'nun odaya girmesinin hesabı da var. Binbir gece hesaplarına benzeyebilir bu durum. Ama bin birinci geceye kalmadan
yanar kül olur belki de tüm hesaplar… Nitekim hesap sormaya fırsat kalmadan,
Aslı ile el ele silahlardan kaçarken buldu kendini Ferhat. Aşk, hiç
hissettirmeden insanın kanına böyle böyle giriverir. Yalnız aşk değil, güven
duygusu da böyledir. Biraz önce "öldürsene beni" dediğin adam
yanındayken "Allah'ım sen canımızı koru" diye dua eder hale gelirsin.
Aklın başka, dilin başka söylerken, ellerini bırakıverirsin hiç sevmediğini,
hiç güvenmediğini avaz avaz bağırdığın ellere...

Evet, aşk için de,
güven için de çok çok erken ve aşılması gereken dağlar, uçurumlar var arada.
Ama böyle yoğun korku ve psikolojik baskı ortamlarında duygular alışılmadık
biçimlerde ortaya çıkar. Anlaşılan bu hikâyede de böyle olacak. Onlar yavaş
yavaş yaklaşırken birbirlerine, kendileri de anlam veremeyecek olan bitene. Biz
de afallayıp kalacağız ekran başında ve birbirimizi ikna etmeye çalışacağız,
ufak detaylarla.
Parmak izi konusunu
ortaya atıp Aslı'nın oltaya gelmesi için geri çekilen Ferhat'ın Aslı'yı camı
silerken yakaladığı anda attığım kahkahayı eminim komşular da duymuştur.
Ardından gelen sahne, bölümün en iyi sahnelerinden biriydi yine. Ferhat'a karşı
lafı hiç dolandırmadan konuşmasını çok seviyorum Aslı'nın. Evet, arkasından iş
çeviriyor, çünkü başka türlü kurtulma şansı yok. Ama yeri gelince de ne
yaptığını söylüyor, kaçak dövüşmüyor Aslı, lafını sakınmıyor.

Ferhat'ın da hoşuna
gidiyor Aslı'nın bu dik duruşu. İyice kurcalıyor lafın sağını solunu, kendisine
olan nefretini kusturuyor sürekli. Hoşlandığınız kişiye hislerinizi belli
etmemek için onu sinir etmeye harcarsınız ya tüm enerjinizi, Ferhat'ın durumu
da işte öyle. Aslı'nın ağzından kendisi için iyi bir söz çıkmayacağını bildiğinden kötüleri söylesin diye zorluyor. Ne kadar kötüsünü duyarsa o kadar iyi hissedecek kendini sanki. İçeri
girmemi çok mu istiyorsun? Ziyaretime gelir misin? Ne olacak ben içeri
girdikten sonra? Daha sonra? Ya daha sonra?
Ev işlerini birlikte yapıyoruz eşimle, hayat müşterek.
Aslı'nın sonra ne olacağına dair hayalleri vardı
aslında, âşık olduğu adamla evlenecekti, mutlu olacaktı falan. Ama Sinan'ın
gerçek yüzü ortaya çıkınca bu hayal rafa kalktı haliyle. Ben Ferhat'ın buna
benzer bir hayali duymak istediğini düşündüm sonra, sonra diye ısrarla
sordukça. Âşık olacağım, mutlu olacağım demesini istedi sanki Aslı'nın.
Ağzından aşk lafı çıksın istedi. Ama Aslı, "seni unutacağım, her şeyi
unutacağım, kendi hayatıma devam edeceğim" dedi. Ne acı. Oysa Ferhat, "hadi
içeri gir" cümlesinin ardına "üşüyeceksin"i eklemeyi bile
öğrenmişti.
"Gözlerim
kapalı, çünkü yüzünü ne kadar az görsem o kadar iyi" cümlesini ilk bölümde
duysaydı Ferhat, belki başka bir karşılık verirdi. Oysa şimdi, "O zaman
kapat" diyebildi sadece. Kapat ki ben seni oradan kaldırıp yanıma
getirmenin, konuşturmanın başka bir yolunu bulayım.
Namık, Şahin'in
planını çözüp de "Aslı nerede şimdi" diye sorunca Ferhat'ın hiç
düşünmeden Aslı'ya koştuğunu da gördük. Ferhat'tan yana hiç şüphemiz kalmadı
artık, dut gibi âşık. Kendisi de itiraf etti hatta, "Alacak verecek
davası, istediler vermedim" diyerek. Merak unsuru şu: Ferhat bu hislerle
nasıl baş edecek?
Namık'ın sorusu
bölüm boyunca Ferhat'ın zihninde yeniden yeniden uyanıp onu düşüncelere gark
etti. Aslı'nın sözleriyse aklına gelip gelip öfkelendirdi, hırslandırdı onu. Ve
Ferhat bu işin içinden çıkamadı. Bünye alışık değil tabii. Oysa
ihtiyar, bir bakışta çözdü durumu, birkaç cümleyle de serdi ortaya. Böylece
Aslı da ilk kez Ferhat'la ilgili başka türlü düşünmek zorunda hissetti kendini,
'acaba'lar oluştu zihninde. Bu durum, paslı kilidi çözüp hazineye erişmeyi
denemesine yetmeyecektir diye düşünüyorum. Zaten uzun uzun düşünmeye de fırsatı
olmayacak, bir gün bir bakacak ki içine düşmüş bile bir girdabın.
İhtiyar'ın yanında
hayat ne kadar güzeldi. O küçük kulübenin dışındaki her şey çok uzaklarda
kalmıştı ve içerde hiç sorun yoktu. Yeni evliler bir büyüğü ziyarete
gitmişlerdi sanki. Sohbet ettiler, tombala oynadılar, kestane yediler. Öyle ki,
Ferhat'ın gülümsediğini bile gördük haftalardır ilk kez.
Ve finale
yaklaşırken son diyalog, Ferhat'ın arkana bakmadan koş demesi üzerine ısrarla
sen diye sorması Aslı'nın ve arkandayım yanıtını alması. Bu diyalog başka türlü
yazılamazdı zaten. Arkana bakma lafının tek karşılığı 'ya sen' sorusudur, onun
da tek yanıtı 'arkandayım' olmalıdır. Ve nihayet biri yere düştüğünde, diğeri
koşmayı değil, düşeni kaldırmayı, yaralının yarasını sarmayı seçmelidir.