Aslı'nın Sinan'a âşık olduğuna hiç inanmadım. Gözlerinde görmedim sevgiyi, ona özen gösterdiğine, yanında olmak için çabaladığına tanık olmadım. Bir süre iyi giden bir ilişkiydi ve umut vadediyordu belki, ama ortada aşk göremedim. Umarım Sinan meselesi tamamen kapanmıştır ve tekrar önümüze çıkmaz. Benzer şekilde, Gülsüm ve Cüneyt arasındakinin aşk olduğuna da ikna olamadım. Öyle bir bakış, bir incelik göremedim karakterlerde. Gülsüm kimsenin ilgilenmediği biri, bulunduğu boşlukta önüne çıkan ilk kişiye âşık olduğunu sanması normal. Cüneyt kimdir, nedir hâlâ çözemiyorum, karakteri okuyamıyorum dolayısıyla olaylar nasıl gelişmiştir kestiremiyorum. Ama gözlerinde aşk da göremiyorum.

İdil'in kürtaj kararı benim için sürpriz olmadı, geçen hafta tanık olmuştuk hayal kırıklığına. Beni şaşırtan, Namık'ın bu haberi bu kadar olumlu karşılaması ve hastaneye gidip İdil'i durdurması oldu. İdil'i vitrin düzgün görünsün diye yanında tuttuğunu düşünüyordum. Gerçi bu düşüncemi kısmen koruyorum, İdil'in yüzük beklediği kutudan kolye çıkması bu düşünceyi korumamın sebebi. Ama "çocuğun da sen de başımın tacısınız" deyişindeki samimiyete de inandım Namık'ın.

Aşkı değil ama ilgiyi, emek vermeyi görüyorum Namık ve İdil arasında. İkisi de kolay okunan karakterler değil ama duygu değişimlerine sıkça tanık olduk son iki bölümde. Diğerlerine göre daha fazla umutluyum bu ikiliden.

Yiğit ve Suna arasında da aşktan söz etmeme sebep olacak bir şey göremedim. Karakter olarak, tavır olarak birbiriyle uyumlu bir çift, ama o kadar. Demem o ki, dizide aşk yok. Yakın zamanda olacağı da yok. Sizin gezegende aşk yok mu?


 
Hakkında konuşmayı hiç istemediğim o final sahnesinde bize gösterilenin aşk olmadığını biliyoruz, olmaması gerektiğini de. Orada sarhoş, mutsuz ve umutları günbegün tükenen, bir şeylere tutunmaya çalışan bir kadın var. Bir de, duygularla ilişkisini öfkeyle sınırlı tutan bir adam. Bu haliyle bu hikâyeden aşk çıkmıyor. Tutku da görmedik şimdiye kadar. Görseydik bile, aralarındaki engelleri yok sayamazdık zaten. Bu sebepsiz yakınlaşma sahnesi buraya hiç olmadı, gelecek bölümden tek bir dileğim var, o öpüşme tamamlanmasın.
 
Belediye Başkanı Zafer Bey karakteriyle Bülent Düzgünoğlu katıldı aramıza, iyi de oldu. Ferhat ve Namık'la atışmalarını, çekişmelerini izlemek keyifli olacak. Hikâyenin bu yöne doğru genişlemesine de ayrıca seviniyorum, zira çiftlik sahnelerini, Handan ve Yeter'i izlerken gerçekten çok sıkılıyorum. Yüzyıllardır her nedense çözümlenemeyen kadınlararası iktidar savaşının bu hikâyeye katkısını haftalardır çözemedim, çözemiyorum. Gözünün önünde karnı burnuna varan Gülsüm'ü göremeyen Handan'ın İdil'in masasındaki folik asit ve vitaminleri görür görmez teşhisi koymasındaki çelişkiye ne desem bilemiyorum.
 
Cem'in 'bacım'ı, Handan'ın 'ciğerim'i ve Namık'ın 'evlat'ı kulağımı tırmalıyor da tırmalıyor . Zaten aforizmadan hallice replikler duyuyoruz herkesten, maşallah herkes edebiyat tarihini yalayıp yutmuşçasına üretiyor yeni yeni cümleleri; bir de bu sözcükler gerçekten fazla oluyor artık. Biraz sadeleşsek, gündelik konuşmalara yaklaşsak olmaz mı?
 
Bir de hangi tarihte, en azından hangi mevsimde olduğumuza artık karar verilsin istiyorum. Hikâyemiz 27 Ağustos'ta başladı, her bölüm ancak birer gün ilerleyebildik, 30 Ağustos gecesine ulaştık bu hesapla. Fakat deri ceketlerden, trikolardan, boğazlı kazaklardan, trençkotlardan geçilmiyor dizide. Siz hayırdır?
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER