Bazen düşünüyorum
neden bizim diziler eksi beşinci bölümden başlıyor diye. Bu haftaki bölüm ilk
bölüm olsa ne kaybederdik mesela? Benim yanıtım, hiçe yakın. İlk bölümden
birkaç sahneyi eklesek, bu haftaki çok iyi bir ilk bölüm olabilirdi, geçen
haftaki kuşkularımızın çoğu da olmazdı. Çetrefilli bir hikâye, sağlam da
bir zemini olsun diye uğraştıkça akışı kaçırıyor hikâyelerin çoğu. Oysa akışa
kapıldıktan sonra karakter tanıtma sahnelerini ya da geçmişte olanları
izlemekten hiç sıkılmazdık.
Evet, ben geçen
hafta da mutlu kalkmıştım ekran başından. Hatta size bir sır vereyim, bölümün
ikinci yayınını daha büyük dikkatle izlemiş ve kendimi öylesine kaptırmıştım
ki, acıkıp ocağa yemek koyduğumu unuttum ve yemeği yaktım, tencereyle birlikte.
Yani benim fazla bir şikayetim yoktu izlediklerimle ilgili, ama bu haftayı
izleyince, ikinci bölümün böyle güzel aktığını, akabildiğini görünce, neden
daha iyi bir ilk bölümümüz olamadı diye düşünüp üzüldüm. Neyse ki reytinglerde
gözle görülür bir artış yaşandı da, içim biraz rahatladı. Zira dizileri
harcamak için fırsat kollayan bir kanaldayız.
Bu hafta nefret
ettim Ferhat'tan. Kaba, acımasız, düşüncesiz. Konuşmuyor, dinlemiyor, kestirip
atıyor sadece, önüne gelene racon kesiyor. Karşımda bulsam ne yapacağımı
kestiremeyeceğim, insan değil duvar misali bir şey var önümüzde. Ve bu nefret
ediyor olma hali çok hoşuma gitti. İzlemek, evrimine tanık olmak istediğim
türden bir karakter. Köşeleri bol, törpülenmesi gerekecek; yaralaması,
yaralanması gerekecek ve hepsine varım!
Ferhat'ın şu hallerini sevmek mümkün değil.
Kapakta bir
Aslı-Ferhat fotoğrafı mı görmek isterdiniz bilmiyorum. Ama beni kendinden
nefret ettiren bu adamın, kendini bıraktığı, Ferhat Aslan değil, Ferhat olduğu,
abi, amca olduğu bu tek anın fotoğrafını kullanmak istedim. Bu gözlerin
buğusunda saklı tüm umutlarım.
Geçen hafta Aslı'yı
tanımaya ve Birce Akalay'ın açığını kollamaya odaklıydım, Aslı'nın hikâyesini
kovalayamamıştım. Bu hafta ise Aslı'nın sıkışmışlığını, çaresizliğini yaşadım
adım adım. Her fırsatta akan gözyaşları, isyanı, namlunun ucundan dönmüşken hâlâ
bir umut çabalaması işledi içime.
Fakat
detaylara bakınca göze çarpan sıkıntılar var yine de. Eve kapatırken Ferhat, "Hatunun kafa zehir, sakın hafife alma"
demişti nöbetçi diye diktiği Abidin'e. Hatunun kafa zehir, ama aklına gelen
fikir, çarşafları uç uca ekleyip aşağı sarkmaktan ibaret yüzyıllık bir kaçış
klişesi. Ben bu yazıyı yazarken diziyi birlikte takip ettiğim arkadaşımdan
mesaj geldi, şöyle diyordu: "Dr.
Oz Show vardı TV'de az önce. Düğüm atması gerekti, 'Biz cerrahlar mecburen iyi düğüm atarız' dedi. Aslı iki çarşafı bağlayamayıp
düştü." Yorumu size bırakayım.
Kaçamayanlarda bugün...
Bölüm sonunda evde
birkaç araba polis, bir de savcı varken nikâhın zorla yapıldığını
söyleyebilirdi, onu da söylemedi. Hatta öyle bir bakış attı ki, abisini
sakinleştirenin Aslı olacağının ipuçlarını da aldık. Böyle olunca, stres
altında doğru karar veremeyen biri diye düşünecek oluyorum Aslı hakkında. Ama
olmuyor, çünkü bu kadın cerrah, yani zor zamanlarda hızlı ve doğru karar alması
gereken, buna alışık biri olmalı. Buralar sıkıntılı.
Öte yandan, Aslı ve
Ferhat'ın birbirlerini tanımaya başladıklarını gördük. Gelinlikçide Ferhat'ın
"Aslı sade şeyler sever" demesi, Yeter, Ferhat hakkında ahkam
keserken Aslı'nın "O yüzden mi anne demiyor sana?" demesi bunun
göstergesi. İnsan zaten iyi günlerde değil, kötü günlerde, gerginlikte, kriz
anlarında tanır karşısındakini. Aslı ve Ferhat da böyle olacak. Tanıdıkça
sevsinler birbirlerini demiyorum, o benim değil, dizinin iddiası. Ama
seveceklerse, önce birbirlerini iyice tanısınlar istiyorum.