How to get away with murder
yakarışlarıma karşılık verdi ve beşinci bölümle başlayan ''aslında
biz iyileri de savunuyoruz'' akımı bu bölümde de devam etti. Her
bölüm beyin fırtınası yapmaktan artık fatal error veren
bünyelerimize ilaç gibi geliyor bu iyi olan tarafı seçip içi
acıya acıya, karakterlere kıyamayan teyzeler gibi dizi izleme durumu. Bu
etkiyi ana akstaki Rebecca'dan alamayacağımıza göre, yeni olaylar
işlenmesi gerekiyordu haliyle.
Bu bölümde Annalise'in zamanında
çözemediği ve kafasına takılı kalan bir davayla karşılaştık.
Yer yer ani çıkışlar yapan, yer yer profesyonellikten uzaklaşan
Annalise, adeta Wes'in bir üst modeli gibiydi. Kocasının onu
aldatmasını da beyaz kızların güzelliğine dem vurarak ırkçılığa bağlayan Annalise, gecekonduları
yıkıp yerine AVM yapalım mantığıyla zenci mahallelerine giren
derin fabrikatörlere fazlasıyla bilenmiş oldu bu durumda. Damarına
basıldığında aslında ne kadar duyarlı ve duygusal bir kadın
olduğunu gördüğümüz Annalise'in bu davayı kazanmak için de
Keating Beşlisi'ni ölümüne gazladı ama 72 saat boyunca
dosyaların arasından çıkamayan, kafein deposuyla ayakta duran
ekibin en büyük şansı Asher'in Küçük Burjuvazi'den çıkmasıydı.
Asher: Sen babamın adını ağzına alırken besmele çekmiş miydin?
Genelde laçkalığı, vasıfsızlığı
ile tanıdığımız Asher; muhtemelen hayattaki tek idolü olan
babasının, doğru olarak bildiği her şeye ihanet etmesiyle hayal
kırıklığına uğradı. Babasının altına çektiği arabayı
kullanan, Polo tshirtünün yakalarını kaldıran kolejli genç
edasındaki Asher, ondan hiç beklenmeyecek bir cüretkârlıkla
babasından hesap sordu. Bu cesaretiyle de Annalise'in duruşmada
attığı manifesto birleşince davayı kazanmak kaçınılmaz oldu.
Asher'in üzerine daha fazla gidersek farklı sonuçlar da alabiliriz
baba-oğul ilişkisinden ama bu konu burada kapandı gibi gözüküyor.
Annalise: Üç kuruş paraya kıyamayıp PTT kargo ile yollama sakın
Annalise bir yandan Life of High
School'da master yapadursun, duruşmalarda masumun yanında olsun;
bir yandan da kocasının arkasını toparlamakla uğraşıp Rebecca
davasıyla ilgilensin.. Her şeyin birbirine girdiği bu olaylar
zinciri, domino taşı gibi bir dokunuşta tek tek yıkılmayı
bekliyor. Annalise, mahkemelerdeki kusursuz soğukkanlılığının
zıttı olarak özel hayatında hep yanlış kişilere güveniyor ve
bu da gözünün önünde olan şeyleri görmemesine sebebiyet
veriyor. Açıkçası Sam'i korumasını hiç beklemiyordum, üstelik
Rebecca dosyasının yalan olabilme ihtimalini ve devamında gelecek
Wes'in kendini Central Park'ta ipe asma tehlikesini de göz önünde bulundurursak.. Burada yine bir güven
sorusu geliyor aklıma; Bonnie ve Frank'ın Annalise'in dediği her
şeyi gözü kapalı yerine getirmesi?
Hadi Frank belli ki varoş mahalle
çocuğu, Annalise bunun elinden tutmuş, kurtarmış falan. ''Kulun,
köpeğin olayım Annalise!'' diye gezmesi bir yere kadar normal;
peki ya Bonnie? Kadının tek icraatı, mutlu ya da mutlu olma
yolunda ilerleyen çiftleri ayırmak, araya çomak sokmak. Frank ve
Laurel'i kenara çekip ikisine de Güzin Ablalık yapmasının başka
bir mantığı yok çünkü. Bence Annalise'i hatta herkesi çekememe
gibi bir durum da söz konusu onda, kraldan çok kralcı olmasını
da bu şekilde açıklayabiliriz. Annalise'e iyi davranıp dikkatleri
üzerine çekmeyecek ama çaktırmadan yaptığı hain planlarının
ilk basamağında da Sam'e alenen yönelmek olabilir. Sam cinayetinde
bir şekilde parmağı olduğunu da düşünüyorum. Zaten Asher ve
Frank hariç herkes dahil oluyor o cinayete.
O pantolon paçaları ve ayakkabılarla Nişantaşı'nda mutlu bir hayat sürebilirdik seninle?
Sonuç olarak Connor, günlerini filtre
kahvenin demlenmesini bekleyerek geçirmesin. Biz onu daha dinamik,
daha sürükleyici sevdik. Wes'in durmaksızın trip attığı
plan-sekanslar yerine Chuck Bass'in bize bıraktığı yadigârı
daha fazla görmek istiyorun ekranda. Belki de üzülerek
söylemeliyim ki; yabancı diziler yersiz kısa!
Bir de, Şenlik Ateşi'ne üç kala..