Üstün başın yara bere, gülüşün özel...*

İlk kez görüyormuş gibi bakmak.^^

Meryem’i bana en çok sevdiren etkenlerden biri tempolu bir iş olmasıydı. Ağır dram gibi görünen bir hikayenin bu denli tempolu ilerliyor oluşunu düşünemezdim ama ilk üç bölümden sonra izlerken nefesimi tuttuğumu, normalden daha fazla heyecanlandığımı fark ettim.

Dizilerde ve hikayelerde odaklandığım genelde olaylar değil de karakterler olur. Karakterlerin gelişimi ve değişimi beni daha çok ilgilendirir, içine çeker. Meryem’i izlemeye başladığım ilk andan son ana kadar da aklımı başımdan alan Savaş Sargun oldu. Kusuru yok mu, var. Mükemmel mi, asla değil. Ama gerçek, sahici… Bir yanı hala nişanlısını karnında bebeği ile kaybetmiş, yas tutan adam. Bir yanı kapısını yeniden aşka açan, gözleri parıl parıl parlayan adam…

Karakterlerin her biri değişti ve törpülendi. Meryem herkese güvenmemesi gerektiğini öğrendi ve her zaman düşman bildiğinin düşman olmadığını, tabii dost bildiğinin de dost olmadığını. Savaş peşin hükümlü olmaması gerektiğini, öfkesini kontrol etmeyi öğrendi. Burcu, duvarlarına ışık sızacak kadar boşluk bırakmayı öğrendi. Beliz, bazen suçlu görünenlerin suçlu olmadığını… Herkes bir şey öğrendi, herkes biraz büyüdü. Bir tek savcı, bir tek Oktay Şahin öyle yontulmayan kayalar gibi durdu. Bir tek o hiç ders çıkartmadı.

Çok tökezliyor, düşecek dedikçe düşmüyor ya izlerken krizler geçiriyorum. Bir yıkılsın şu adam artık, bir düşsün. Vuruluyor olmuyor, terk ediliyor olmuyor, aşağılanıyor olmuyor. Ne deseler, ne yapsalar yok adama hiçbir şey olmuyor. Hep bir yolunu buluyor, hep bir şekilde sıyrılıyor. Yeter. Tamam her şey tek seferde çözülemez de biraz da darbe alsın. Üstelik bu adam gerçekten duygusuz mu? Meryem gitti, Beliz gitti… Ailesine de çok bağlı olduğu söylenemez. Kimi seviyor, kimi kullanıyor asla anlamadım. Sanırım Beliz haklı, herkesi kullanıyor, kimseyi sevdiği falan yok.

Öte yandan Meryem’in kalp atışlarını duyuyorum, Savaş’ın kuruyan boğazını, tekleyen nefesini hissediyorum. Böyle güzel olunmaz, böylesine aşk yeniden diye bağırılmaz. İçimde bir bayram sabahı coşkusu, rengarenk balonlarla yokuş aşağı koşmak istiyorum. Bana yeniden methiyeler dizdiren çift. Ben çift diyeyim de dilimiz alışsın, olacaklar olacaklar, çok güzel olacaklar.

Çilekli pasta kadar güzelsiniz^^

Güçlü’nün vurulmasının daha büyük bir dram doğuracağını sanmıştım, fragman sağ olsun yanılmışım. Bölümün temposu o kadar yüksekti ki Güçlü ve Burcu'ya üzülemeden uyandılar. Burcu’nun biraz olsun yumuşaması ayrı güzel oldu tabii. Ve Burcu uyandığında başında çilekli pasta bulması. Böyle minik detaylar yetiyor işte, birkaç bölüm önce bahsi geçen şeylerin unutulmaması. Dizilerde beni en çok bu durumlar mutlu ediyor. Aynı şekilde güneş kurabiyelerinin bahsi geçmesi… O nasıl güzel flörtleşmekti öyle… Meryem kurabiyelerin tarifini bize de ver, Meryem!

Savaş Sargun güzel güzel olmasına da neden güzel? Meryem yaptığı bütün kötü şeyleri tek tek sayarken, utanması, çekinmesi… Başka birisi olsa asla affetmeyeceğim durumlar yaşandı en başta ama Savaş sınırı geçtiğinde bile sınırı geçmedi. Yani evet Meryem’in canını yaktı ama her zaman vicdanı ile de yüzleşti. Savaş’ı iyi yapan da bu. Fırını yakacak kadar öfkeli ama Meryem’i yangından çıkartacak kadar da insan kaldı her zaman. Tabii yıktıklarını onaracak kadar da hatasını telafi eden, ders çıkartan birisi oldu. Mükemmel değil işte ama kusurları ile de güzel, sevilesi. Meryem de öyle bakıyor yüzüne zaten, sevecek gibi. Meryem kocaman kalbini nereye koysa bilemeyen birisi, baktı ne yapacağını bilememiş gitmiş Oktay’ı sevmiş. Emek vermiş, değer vermiş… Şimdi öğrenecek o da, aşk neydi, nasıldı? Savaş’ı severken, sevgisi daha da güzelleşecek. 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER