Bir yıldan fazla bekledik,
özledik. Nedir bu içimizdeki ‘Game of Thrones’ sevdası? Bu dizinin içerde
dışarda bu kadar tutulmasının sebebi ne? Bir kere adam oturmuş tarih
yazmış, kitaplarca karakter belirlemiş, yeni dinler, yeni inanışlar bulmuş,
krallıkların soyağaçlarını çıkartmış, titizlikle ve gerçekçi bir şekilde tüm
hanedanları ve alt sancak beylerini listelemiş. Emin olun, Osmanlı hanedanının
bu detayda bir çalışmasını bile şu ana kadar kimse yapmamıştır. Kim ne kadar
bilebilir Menteşeoğulları'na ne oldu, Candaroğulları'nın sonu neye vardı,
Dulkadiroğulları'ndan kimler kaldı, hatta en çok uğraştıran beylik
Karamanoğulları nerelerden nerelere sürüldü, kimler ne acılar çekti bu
topraklarda?
Anadolu’yu geçtim Rumeli akıncı
beyliklerinin soyağaçları birkaç tarihçi haricinde bilinmez bile. Nerede
Malkoçoğulları sülalesi, Pazvantoğulları'ndan kaçı Eflak-Bulgar sınırında (Tuna
kıyısının Romanya’sında) kaldı, kaçı buralara göç etti…Evrenosoğulları'nın ve
Mihailoğulları'nın sonu-başı kimlerdi, neydi?
İşte bu adam geleneksel asil
İngiliz ailelerinden yola çıkarak biraz fantazi, biraz gerçek, hikayesi olan
pek çok kişilik yaratmış, dahasıhikayesi artık bitmiş olan
Umber’lerin ve Karstark'ların üstünü çizmiyor, onlara neler olabileceğini kalan
çocukları vasıtasıyla hala yansıtabiliyor. Bana da böylece nesilden nesile
başarıyla aktarım yapabilen bu asla üşengeç olmayan ve kolaycılığa kaçmamış
yaratıcılığa saygı duymak düşüyor. Üstelik bunu yansıtırken Jon Snow’un affedici
ve çözüm arayışı içerisindeki liderlik anlayışıyla, Sansa’nın güvensizlik ve öç
alma içgüdüsüyle itiraz ettiği gerilimi de ortaya koyuyor. Kazan-kazan
prensibini kibirsiz şekilde Sansa’ya açıklayan yorgun fakat ne istediğini bilen
Jon Snow karakterine burada bir kez daha hayran oluyorum.
İkinci olarak bu dizi İngiliz
yayıncılığına damga vurdu, oyuncularından set erkanına kadar, eski kibirli ve
bana soğuk gelen (ya da Amerikan dizilerinin heyecanına ve hareketliliğine ters
ulaşamayan) tipik İngiliz durağanlığından eser yok. Renkler canlı, sahneler ve
müzikler etkileyici, hikayede açılan her yeni mekan görsel açıdan tatmin edici…
Bu bölümde daha ayrıntılı bir biçimde gördüğüm Ejderhakayası kalesi ve çevresi
ile ilk defa farkettiğim iç kaleye ulaşılan minik Çin seddi kopyası erişim yolu
manzarası beni fazlasıyla memnun etti. Gerçi bu kadar önemli konumdaki bir
kalenin, Stannis boşalttıktan sonra neden bir Lannister birliği tarafından ele
geçirilip korunmadığını da anlamadım. Frey’lerin malum akıbeti üzerine bir
orduyu Kuzeye yollatabilen Cersei, 500-600 kişilik bir birlikle burayı sonsuza
dek elinde tutabileceğini akıl etmeliydi.
Üçüncü olarak dizi (ve kitap) belki
sadece üst düzey hanedan ve soylu beylik insanlarının hikayesini anlatıyor, ancak
onların çocukluktan ergenliğe geçişlerini, hanedanlarının başına geçene kadar
ne zorluklar çekebildiklerini, bu zaman içinde beraber yol aldıkları sıradan
insanların gözünden, üstelik vahşi bir gerçeklikle anlatıyor. Hatta araya
sıkıştırdığı Hodor gibi sıradan bir hizmetkarla, sürprizli ama acı bir son ile
biten, detaylı ve uzun zaman merak uyandıran bir gizem ekleyebiliyor.
Hangimizin gözünden bir damla yaş getirmemiştir adamcağızın kapıyı tutma adına
ölüme yürümesi sahnesinde?
Bu bölümde de Arya’nın
Lannister askerlerinin arasında zaman geçirmesi, hikayelerini dinlemesi,
aslında bir an önce hepsini öldürmek istemesine rağmen bir süre vicdanının
sesini duymasına, kısa süreliğine kendi dertlerini unutup dinlenmesine, sıradan
insanların hayatlarının ne kadar ucuz olduğunu bir kez daha düşünmesine, hatta
belki az da olsa onlara acımasına vesile oluyor. Tabii ki önümüzdeki bölümlerde
Arya’nın hepsini öç alma duygusuyla birer birer vahşice katletmesini görmek
benim için hiç de şaşırtıcı olmayacak, çünkü bu dünyada hayat acımasızdır!
Dördüncü olarak, dizi insanın
içinde merak uyandıran bir finale doğru adım adım akıyor, başta Starklar vardı,
en önemli karakterleri bir sezonda eridiler, onların ikinci plandaki ezik çocukları
kaldı geriye. Lannisterler vardı güçlü ve zengin, iki sezon boyunca tüm
ihtişamları ve itibarları yok oldu, birer birer, yalnızlaştılar, ufaldılar,
ufalandılar. Tek bir ihanetle nice güçlü Khallar, at beyleri yandı bitti kül
oldu, kalan ataerkil savaşçıları bir kadının emrine girdi, belki bu sezon onlar
da ortadan kalkacaklar. Çünkü bu taht oyunlarında başka bir gizem var, sonunun
nasıl bağlanacağının bir türlü öngörülemediği, güvendiğimiz dağlara hep
karların yağdığı, tutunacağımız, tutunduğumuz dalların birer birer kırıldığı
yavaş yavaş, adeta iğne ile kazılarak ortaya çıkarılabilen bir gizem. Acaba
sonu nasıl bitecek merakıyla iple çekerek bekliyoruz son sezonlarını, acaba
bizi hala şaşırtabilecek mi diyerek.
Bölümdeki Euron ve Cersei
dayanışması, bana denize düşen yılana sarılır atasözünü anımsattı. Nerede Yara
ve Theon’un Daenerys ile olan doğal birleşmesi, nerede bu içten pazarlıklı
güvensiz ittifak. Önümüzdeki bölümlerde Euron Greyjoy cüceyi Cersei’nin
ayakları dibine fırlatırsa Cersei mecburen bu becerikli ve iki eli de
sapasağlam yılanı, hazır hanedanının devamı için veliahta ihtiyaç duymaktayken,
kovuğuna sokacaktır, tek elli kardeşinden artık bu veliaht konusunda hiç bir
yardım alamayacağından eminim.
Son olarak bölüm finalinde tam
beş dakika Daenerys’in ağzından ilk çıkacak kelimeyi bekledim, meğerse geçen
senenin sonunda Sinem Ülbeği bunu önceden tahmin etmiş ve yazmış: ‘Hazırsanız
başlayalım mı?!’