Aşk, yaşayabilene her yerde başkadır...
Beni tanıyanlar bilir; Ağır Roman Yeni Dünya, her detayıyla çok özel bir işti benim için. Hatta öyle özel ki, şu anda sosyoloji okuyorsam, onun çok büyük katkısı vardır. O yüzden yayından kaldırıldığına en çok üzüldüğüm diziydi hiç şüphesiz. Hâlâ arada açar izlerim ve her sahnesini, repliğini ezbere bilirim nerdeyse. Bu başka bir yazının konusu elbette. Şu anda bahsetmek istediğim şey ise başka. Sumru Yavrucuk’un canlandırdığı ve en sevdiğim karakterlerinden biridir Tina. Bu hafta bölüm etiketi #TatildeAşkBaşkadır olunca, aklıma hemen Tina’nın aşkla ilgili kurduğu cümleler geldi. Niye olduğunu açıklayacağım şimdi.
 
“Tina der ki, aşkın kitabı tektir. Nereye gidersen git, herkes aynı kitabı okur.”  Herkes aynı kitabı okur ama, aynı şeyi anlamaz elbette. O yüzden aşkın tanımı hepimiz için başka başka. Ama şunu çok iyi biliyorum ki, eğer aşıksan, nerde olduğunun, karşındakinin kim olduğunun pek bir önemi yoktur. Aşk, yaşayabilene her yerde başkadır. Ama yaşayamayan da, dünyanın en romantik yerine de gitse, en şahane yerde de olsa boştur. Ben bu bölüm Lale ve Onur’la ilgili bunları hissettim işte. Sürekli bir olmamazlık hissediyorum onlarla ilgili. Şahane bir otelde, şahane bir mekandasın ve bana aşık çift duygusunu hissettiremiyorsun. Neden? Çünkü yeterli kadar sahnen yok. Çünkü hâlâ replikler “Çok güzelsin aşkım. Sen de çok yakışıklısın aşkım.” seviyesinde.(Sahi ilk bölümden beri kaç yüz kez yazıldı bu diyalog?) Çünkü başbaşa çift olarak sahne sayın bile bir elin parmağını geçmiyor. Balayılarını telafi edecekler diye düşünürken, yine bir avuç hayal kırıklığı düştü bize. Tamam maaile gittiniz tatile. Ama bu sizin baş başa sahnelerinizin olmasına engel değil ki.


Eveet bu giydiğim üçüncü gelinlik. Tanıtımla beraber 4 :)

Yahu golf oynarken bile yalnız kalamadılar. Yürüyüş yaparken yalnız kalamadılar. Yemek yerken, otelde sohbet ederken… Hiçbir yerde nerdeyse. Gerçekten bu durumu anlamakta güçlük çekiyorum. Niye sahne yazılmıyor bu çifte, ben 54 bölümdür bunu anlamıyorum. İlişkilerinin ilk yılı değil de, 50.yılında gibiler. Ben onlarla ilgili hiçbir konuda heyecanlanamıyorum artık. Senaryonun tıkandığının gayet farkındayım. Şu durumda Lale ve Onur’a hangi sahneler yazılabilir diye düşünüyorum. Belki o yüzden, ne yazacaklarına karar veremedikleri için, tek düze ve bizi heyecanlandırmayan şeyler yazıyorlar. Ama bu durum, sahnelerinin çoğalmasına engel değil, onu asla kabul etmem.
 
Hatta şu noktada “Keşke boşansaydılar da, belki o zaman bazı şeyler değişirdi.” diye düşünüyorum. Ciddi söylüyorum, “Keşke boşansalardı.” diziye heyecan gelirdi belki. Mesela aradan aylar geçseydi, belki de yıllar. Ondan sonra Özge gelmiş olsaydı. Lale’yi seven biri daha türeseydi mesela. Birbirleri için, aşkları için mücadele etselerdi. Birbirlerini kıskansalardı. Burdan oldukça malzeme çıkardı.

 
İlişki durumum Erol :)

Sizde aynı şeyi hissediyor musunuz bilmiyorum ama, ben Lale’yi sürekli kendine dert arayan biri gibi görüyorum. Şahane bir ortamdasın, iki gün sonra evine döneceksin, sevdiğin adam yanında ve sen kendine dert ararcasına, “Acaba Onur bana ilk aşkını itiraf ettiğinin yıl dönümünü hatırlayacak mı, hatırlamayacak mı?” diyorsun. Valla ilişkim olsa, özel günler konusunda hassas biri olarak, onu hatırlamakta güçlük çekerim. Hani, tanışma yıl dönümü, evlilik yıl dönümü, doğum günü gibi bir şey değil ki bu. “Aşkımızı itiraf ettiğimizin yıl dönümü.” Ki, diyelim ki yıl dönümünü unuttu Onur. Öyle bir ortamda, eşinle beraber yeni anılar biriktirmek, anın tadını çıkartmak çok daha mantıklı gelir.

Yazı devam ediyor..


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER