Kuş ölür ve bazen sen uçuşu da unutursun...
Bütün mücadele şu karenin tamamlanması içindi, olmadı... Hayal değil de gerçek olmasını ne çok isterdim.
Yekten konuya giriyorum; bu satırları yazarken kendini tam bir salak gibi hissediyorum. Çünkü ben 74 hafta boyunca takip ettiğim hikayenin mutlu bir şekilde sona ereceğine, Nihan ve Kemal’in onca emekten sonra bu sonu hak ettiğine çok inanmıştım ve iflah olmaz romantikliğim, iyimserliğim ve hayalperestliğim canımı yakıyor ilk defa. Şimdi Kemal’in ölümden sonra her şey boşuna yaşanmış gibi geliyor; Ozan ve babası boşuna ölmüş, Tarık boşuna durduk yere katil olmuş, Leyla hapse boşuna düşmüş, Ayhan ve Zehir defalarca hayatlarını boşuna tehlikeye atmış, Nihan ve Kemal yıllarca birbirlerinden boşuna ayrı kalarak acı çekmiş. Bütün bu acıların sebebinin hep Nihan ve Kemal’i bir adım daha yaklaştırmak olduğunu düşünmüştüm ben. Onlar kimseden kendilerini bu uğurda feda etmelerini istemedi elbette ama hikaye akışı içinde hepsi bizi sonsuz mutluluğa sürüklüyor sanmıştım. Öngörüsüzlüğüme sağlık!

Diyeceksiniz ki; boşuna sayılmaz, Nihan ve Deniz kurtuldu hiç değilse. Fakat bunu sağlamak için Kemal de ölünce, Nihan ve Deniz’in bundan sonraki tüm sevinçleri eksik kalınca kurtulmuş olmalarının mutluluğu kalmadı ki bende. Kemal yaşasaydı ve çekirdek aile mutlu olabilseydi hiç değilse bu saydığım kayıpları da yerini bulmuş, amacına ulaşmış sayacaktım ben. Şimdi ise avuçlarım hayal kırıklıklarıyla dolu. Çünkü mutsuz son sevicilerinden değilim asla. Hele de finalde ölüm oldu, oh çok ağladım diye müthiş final diyenlerden hiç değilim. Ölüm güzellemesi yapamayacağım çünkü Kemal ölümüyle ailesini kurtarıp efsane bir kahraman olmadı veya kendini evladı ve sevdiği kadın için feda etmesiyle kahramanlık katsayısı artmadı benim gözümde. Teknelere zımpara cila yapan o gencecik çocuk aşkı uğruna mücadele ederken zaten başlı başına bir kahraman olmuştu. Mücadelesinin sonunda da mutlu olmayı hak ediyordu, hayatını kaybetmeyi değil. Çünkü “aşktır ölümden güzel olan.”* Ve mutlu aşk vardır, olmalıdır.


Keşke bu mendillerini finalden sonra gözyaşlarımızı silmek için değil de, düğünde halay çekmek için kullanabilseydik küçük kız.

Evet, mayın tarlasındaki tüm o sahnelerde gerim gerim gerildim, mayın patladığı an ağlamaya başladım. İstediğiniz gidenin arkasından gözyaşı dökmemiz miydi? Fakat ben Kemal’in öldüğü ana değil, esas ondan sonrasında olacaklara ve olamayacaklara ağladım. Onun ardında bıraktığı boşluğa, artık Nihan’ın o andan sonraki her mutluluğunun eksik olmasına, Deniz’in boynu bükük, Soydere ailesi yarım kalmasına üzüldüm. Üstelik ölen salt Kemal değildi benim gözümde, onun ölümüyle temsil ettiği adaletli, hakkaniyetli, güçlü ve inançlı aşık kavramının ölmüş olmasına yanıyorum ben.

Finaller mutlu olmak zorunda değil elbette, ama bence adaletli olmak zorunda. Bittiğinde seyircinin aklında ve vicdanında haksız yere kaybedilmiş bir dava, suçsuz yere hüküm giymiş veya adaletsizce özgürleşmiş insanlar olmamalı. En azından ben izlediğim zaman, sonunda üzülsem de adaletin gerçekleştiği hissiyle televizyonun başından ayrılmayı diliyorum. O yüzden esasında, yukarıda saydığım Nihan ve Deniz’de kalacak eksikliklerden de çok, Kemal’in hak etmediği adaletsiz bir sona layık görülmesi üzdü beni. Adaletli bir son olsaydı mutsuzluğunu da kabullenebilirdim belki. Misal Bihterciğimin ölümüne üzülsek de yaşadıklarının ve yaşattıklarının karşılığı olarak kabullenebilmiştik. Ama burada bana göre Kemal’in yaşadığı, ona yaşatılanların karşılığı olarak hak ettiği adaletli son, mutlulukla eş değerdi. Bu nedenle mutsuzluğun ve ölümün neden tercih edildiğine bir türlü anlam veremiyorum. Bir cevaba ihtiyacım var fakat bulamıyorum. Amaç Kemal’i daha da kahraman yapmak mı? Zekası denk iki karakteri ölüme de denk bir şekilde gönderme isteği mi? Yoksa hikaye bu kayıpla unutulmaz olsun diye mi? Eğer öyleyse, üzgünüm ama benim için unutulmaz olan Kemal’in ölümü değil, inançlı mücadelesidir.

*Hüzün kovan kuşu, Düş Sokağı Sakinleri

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER